Pranga; sözlük anlamıyla, "yerinde duramayan, tehlike arz eden mahkûmların, ayaklarına bağlanan halkasıyla beraber iki okkadan fazla çeken demir" demek.
Adım atmak, ayağında onca ağırlıkla çok zorken bir de buna eklenen bilekteki yaralar, adıma niyetlenmişken hemen hatırlatan. Gerçekten insanı uslandırır mı? Kıpırdayamayınca daha bileylenip, farklı yollar aramasına mı neden olur?
Belki de bir üçüncü yol vardır, hazmedemeyip bütün bedenini mahkûm edip, kendinden vazgeçmek. Onunla yaşamayı öğrenmek te bir yoldur elbette, yeterince sabrı ve iradesi olan için.
Bir de güle oynaya ne olduğunu fark etmeden kendi kendimize taktığımız prangalar var, büyüsüne kapılıp, günlerce elimizi kaldırıp kaldırıp seyrettiğimiz. Ayaktaki pranga, her adımda cezayı ve suçu hatırlatır.
Parmaktaki pranganın zincirleri görünmez, bir tarafa doğru çektirir durur. Koşarsın koşarsın o yöne doğru, anlamsız kalır koşmaların, olduğu yerde durmaz hep çekiştirir, yorulursun çekiştirilmekten. Sen de çekiştirebiliyorsan, ortada buluşuyorsanız, hayatı seyrederken bir seyir tepesinden, prangaları tokuşturabilirsiniz.
Koşturma anında, sadece karşı pranganın isteği doğrultusunda gözü kapalı koşarken, gözünü aralayıp bir etrafa bakarsan, hemen bir çekme gelir o parmaktan hedefi şaşırma diye. Yine de gözünü açık tutarsan koşarken, aklını karıştıran bir şeyler görürsün, sonra düşünürsün ne yapıyorum, ne yapmalı mıyım? diye ve pranganın artmış ağırlığını iyice hissedersin. Mahkûmun seçeneklerinden farklı değildir seçeneklerin ilk başta, açık alanda olup farkında olmadığını anlarsın, çıkarmak istersin o prangayı, taktığın kadar kolay olmayacaktır onu çıkarmak. Gerçek pranga için nasıl ki bir görevli ve anahtar gerekiyorsa, sanalı için daha çok şeyler gereklidir.
O anahtarı arama sürecinde, senden başka herkesin fikri vardır pranganın durmasına dair. Aslında herkes kendi çıkaramadığı prangasıyla nasıl uyuştuğunu anlatır içinden içinden, bazen uyum denilen şey, vazgeçişler uğruna ortaya çıkan, kılık değiştirmiş uyumsuzluktur. Bazen gözünün önündeki anahtarı, başka sokaklarda aranırken, dilekçeli kararlı anahtarlar giriverir araya.
Hadi diyelim o prangayı kazasız belasız çıkarmayı başardın. Kendi kendine beynine taktığın prangaları ne yapacaksın, gündüz çözdüğünü sanırken gece sessizce yerine gelen. Beynine bir lazer kesici koysan da gelirken dağılıp gitse.
Gönlünde o prangalar diyorlar, gönül neresine düşer anatomi atlasının. Borcunun, yarasının, işinin, prangalarından bir türlü kurtulamadığımız gönül, nerededir sahi.
"Hasretinden prangalar eskittim"* sözü var birde, gönüllü bir bekleyiş ve mahkûmiyet. Çok özlemiş, gerçekten prangaları eskitecek kadar çok uzun zamanlar mı beklemiştir? Yoksa o kadar çok özlemiştir ki kısacık bir an, prangaların eskidiği sanrısına kapılan belleğinin zamanını mı karıştırmıştır?
Yok denecek kadar az bir umudun olduğu hapishane ortamında bile, zincirlerini kırmaya çalışan, bazen beceren mahkûmları düşününce; Herkesin prangası kendine göre dersin, bir başkasının pranga dediğini sen saçına takar geçersin toka diye.
Sanal prangalarından kurtulmak için ne bekliyorsun? Yeni bir yazılım mı gerekiyor? Yaz o zaman, zincirleri ayağına dolaştırmadan.
Fatma Ayhan 6 Temmuz 2025
*Ahmet Arif