ATEŞ DEDEM


Çocukluğumda ne zaman bir yaramazlık yapsam, başıma kötü bir şey gelse kendimi anneannemlerde bulurdum. Annem, babam kızacaklar diye sokak oyunları dönüşü anneannemlerde alırdım soluğu.

Anneannem kısa boylu, zayıf, elmacık kemikleri çıkık, biraz titiz bir kadındı. Fakat benim için ne yapacağını şaşırır, ne yedireceğini bilemezdi. Yaptığı leziz yemeklerden tattırmaya can atardı.

Bense yemekle aram iyi olamadığından hep reddeder, ağzıma bir lokma koymaz, oldukça uğraştırırdım onu.

En sonunda kızar "Domalan ye!" derdi. Domalanın ne demek olduğunu bile bilmezdim. Bu onun en şiddetli küfrüydü.

Anneannem ilk evliliğini subay olan Adem dedeyle yapmış. Adem dedem Mısır'da askeri görevlerde bulunmuş. Birlikte oralarda oturmuşlar. Adem dede görevini tamamlayıp Anadolu'ya gelirken bulaşıcı bir hastalığa yakalanıp yolda ölmüş. Bu arada trenle geri dönüşlerinde bir vagon dolusu ev eşyaları çalınmış. Anneannem yirmi iki yaşında dul kalmış. 

O günlerini üzülerek anlatırdı. "Çok değerli halılarım, eşyalarım vardı, hepsi gitti." derdi. Çalınanlardan geri kalan kahve değirmeniyle, tunçtan havanına gözü gibi bakardı. "Adem dedenizin hatırası bunlar." derdi.

Adem dededen iki oğlu, bir kızı vardı. Üç çocuğuyla yapayalnız kalınca Ateş dedemle evlendirivermişler. Ateş dedemin asıl adı İbrahim olmasına rağmen kimse bu adı kullanmazdı. "Ateşağalar" lâkabıyla anılan bir ailenin oğluymuş. Bana öyle geliyordu ki anneannem Ateş dedemle zorunlu bir evlilik yapmış. Her konuşmasında sürekli Adem dededen bahseder, onu unutmadığını açıkça belli ederdi. Ateş dedemle çok iyi anlaştıklarını söyleyemem. Sürekli tartışırlardı. Ateş dedemle olan evlilikten ise annemle birlikte üç çocuğu daha olmuş. Ateş dedem sadece tütün zamanı balyalara tütün basar, diğer aylarda boş boş otururdu.  Anneannemle kavgalarının en büyük nedenlerinden birisi de buydu sanırım.

Ben Ateş dedemi çok severdim. Boyuna göre kafası biraz büyüktü. Işıl ışıl yanan mavi gözleri vardı. Bakışları ise çok etkileyiciydi. Gözlerine baktığımızda kafasından geçenleri anlayabiliyorduk. Burun deliklerinin hemen altındaki kısa küt bıyıkları ak saçlarıyla oldukça uyumluydu.

Anneannemlere gitmeyi en çok Ateş dedem için isterdim. Bütün torunlarını etrafına toplar gençlik günlerinin hikâyelerini anlatırdı. Bazen de "Cennetim Türküsü"nü söylerdi. Ses tonunda o kadar güzel değişiklikler yapardı ki sanki Cennet'le Mehmet karşılıklı konuşuyorlar zannederdik. Sözleri ise hâlâ kulaklarımda.

- Nerden geliyon kız Cennet?

- Sudan geliyom len Mehmet.

- Suyu ne yapcan kız Cennet?

- Aş pişircem len Mehmet.

-Aşından bene yedirsene kız Cennet.

- Bir gören olur len Mehmet.  diye devam ederdi.

Tüm çocuklar hayatlarından çok memnundu. "Bir daha! Bir daha!.." diye ısrarlar devam eder, her seferinde yeni bir hikâye veya masal dinlemek için can atar, bilmecelere cevap bulmak için yarışırdık sanki. Yine bir gün Ateş dedem arkadaşlarıyla iddiaya girdiğini anlattı bize.

Ateş dedem sohbet sırasında arkadaşlarına, "Ben hiçbir şeyden korkmam, korku nedir bilmem." demiş. Arkadaşları ise "Madem öyle mezarlıkta helva basabilir misin?" demişler. "Ne var bunda?" demiş dedem. "Bu akşam helvanız hazır." Gündüzden kazanlar hazırlanmış mezarlığa bırakılmış. Tüm hazırlıklar yapılmış. Arkadaşları ise dedemi korkutmak için aralarında konuşup önceden gidip mezarlığa yerleşmişler.

Dedem başlamış helvayı kavurmaya. Tam kıvamına gelip kokular yayılmaya başladığında mezarların içinden birkaç tane el uzanmış. "Bize de versene! Bize de versene!" diye sesler gelmeye başlamış. Dedem hiç istifini bozmadan kepçesiyle uzanan ellere vurarak, "Diri yemeden ölü yemez! Diri yemeden ölü yemez!" diye bağırınca arkadaşları kahkahalarla gülerek kendilerini ele vermişler.

Her hikâyenin sonunda muzipçe güler, "Bu günlük bu kadar, anneannenizi daha fazla kızdırmayalım." derdi. Dedemin tekerlemelerini, türkülerini söyleye söyleye evimizin yolunu tutardık. Anneannemizin yemekleri yerine her zaman Ateş dedemin hikâyelerini tercih ederdim. Kendimi dünyanın en leziz yemeklerinden tatmış gibi hissederdim. O leziz yemeklerin tadı hâlâ damağımda.

      Münevver Ongun

YAZARIN DİĞER YAZILARI