BİR ZAMANLAR

 

     Eskiden beri kullanılmış eşyalara karşı özel bir ilgim vardır. Bu bana babamdan geçmiş bir hastalık diye düşünürüm hep. Eski eşyalar benim ruhumda, beynimde garip duygular uyandırır. Ne zaman eski bir halı veya kilim görsem onları dokuyan elleri, ne zaman eski bir lamba veya bakır bir sahan görsem onları tutan elleri düşünürüm. Sahipleri gelir aklıma." Nasıl, hangi şartlarda yaşadılar?" diye düşünür, hayal dünyama dalıveririm.

     Kulalı olmam nedeniyle Kula halılarını dokuyanları yakından tanıma fırsatı buldum. Renk renk desenleriyle," Kömürcü Kula", "Yan halısı", "Sedir halısı", "Gemili Kula", "Selvili Kula", "Kandilli Kula" gibi daha nice isimlerle anılan sayısız Kula halıları. O halılardaki desenler beni hep düşündürmüştür. Halıya işlenen bir ibrik motifi suya giden bir genç kızı, rengârenk çiçek motifleri eşsiz güzellikteki doğa izlerini, bir kuş deseni sevgiliye gönderilen bir dileği çağrıştırır şüphesiz. Bunlar benim düşündüklerim. Ya onları dokuyanlar neler düşündü? O desen desen, renk renk halılar hangi acı, hangi tatlı olaya tanık oldu kim bilir? Konuşamayan diller, suskun gönüller mi aktardı bu güzellikleri halıya? Bu güzel desenler hangi genç kızın açıklayamadığı duyguları yansıtıyor bize?

      Her zaman değer verdiğim el emeği, göz nuru sanat şaheserleri yıllar geçtikçe yok olmakta maalesef. Muğla yöresine geldiğimde de el tezgâhlarında dokunmuş ipek "bürümcek" şamılar (başörtüsü), ipek çarşaflar, çok renkli damat mendilleri ve yakasız gömleklerle karşılaştım. Onların yumuşaklığını avuçlarımda hissetim. Ayrıca el tezgâhlarında saf pamuktan ve yünden dokunmuş kumaşlar da vardı. Bunların sağlığımız için ne kadar önemli olduğunu çok sonraları fark edebildik ne yazık ki. Yavaş yavaş sanayi ürünlerinin çoğalmasıyla sentetik ürünlere doğru bir gidişin önüne geçemedik. Artık bakır tencerelerimizin yerini alüminyum tencereler, sağlıklı kap kacaklarımızın yerini plastikler, el dokuma halı ve kilimlerin yerini de makine halıları almıştı. Talep olmayınca da bunların üretimi yok denecek kadar azaldı.

     Şimdi bana soracaksınız elbette. Teknolojiye ayak uydurmayacak mıydık? Tabii ki ayak uyduracak ve gelişecektik. Gelişirken sağlığa yararlı ürünlerimizi atmadan, yok etmeden bilinçli insanların artmasını sağlamalıydık. Sağlığımıza faydalı olduğuna inandığımız eski ürünlerin bir ruhlarının da olduğunu kabul ediyoruz artık. Ninelerimizden, dedelerimizden kalma el emeği göz nuru olan bir halı veya kilimin, bakır bir çorba tasının, bürümcek bir şamının değerini gelecek nesillere aktarmayı başardık çok şükür. Aktarmaya da devam ediyoruz. Çünkü onların birebir aynısını üretmemize imkân yok artık. Aile büyüklerimizden kalanlara sahip çıkıp, onların anısını yaşatarak rehber olmalıyız yeni nesle. Elbette yerel yönetimlere de çok iş düşüyor bu anlamda. Eskilere, kültürümüze sahip çıkarsak sadece eşyalar değil evler de, şehirler de ruh kazanacak. Değerli yazar ve şairimiz Hamdi Topçuoğlu'nun çok beğendiğim "BabaEvi" adlı şiirinden şu dizeleri de eklemek istiyorum.

Kulak ver dinle

Her şey konuşmaya hasret

Anneni anlatacaklardır sana

Babanı, kardeşlerini

Anıları iç çekerek

Anıları acılardan kaçırarak

Bir sen özlemezsin

Evler de özler sevdiklerini.

 

     Evet! Eşyalar da özler sevdiklerini anılarda yaşatmazsak.

                                                                                           Münevver Ongun

YAZARIN DİĞER YAZILARI