ELEM


Akrabalarımızın bahçesindeydik.  Bahçenin yeşili, havuzun fıskiyesinden gelen serinlik içimi ferahlatmıştı. Huzur ve neşe dolu bir akşamdı. Yatağan'ın kavuran sıcağı yoktu orada. Arada esen rüzgârı teneffüs ediyor, ne iyi ettik de geldik diyordum. Mangallar yandı, salatalar yapıldı.

Bu ahenkli oturum her seferinde bana çocuklarımız küçükken Dipsiz'e gidişimizi hatırlatır. Onların mangalda pişen eti ekmeklerinin arasına koymak için sabırsızlanışları, yedikten sonra, "Bizim daha hakkımız var mı?" diye sormaları bizi çok mutlu ederdi.

Onları doyurmak için herkes seferber olurdu. Sonra masaya oturur, her zaman beraber olmaktan çok mutlu olduğumuz Sabri ve Gülsüm'le derin sohbetlere dalardık. Yemeğimiz hiç bitmesin isterdim.

Evlerinin bahçesinde de böyle güzel günleri çok yaşadık. İşte yine o güzel günlerden birindeydik. O akşam sürpriz bir konuk vardı aramızda. Üç dört yaşlarında sevimli mi sevimli bir kız.

Minicik yüzüne özel olarak kondurulmuş nokta bir burun. Kısacık kesilmiş saçları akla oğlan mı kız mı sorusunu getiriyordu hemen. "Adı ne?" diye sorduk. "Elem" dediler. Herkes "Elem diye isim mi olur?" sorusunu soruyordu. Sanki isyan ediyorlardı.

Biri diyor "Ela, Ela olsun bu kızın adı.". Biri "Yok yok, Elif olsun, Elif güzel bir isim." Bazıları da "Elem, hüzün keder demek. Niye böyle isim koymuşlar?" diye soruyor.

 Minik konuk Kavaklıdere'nin Çamyayla köyünden gelmiş. Sanki dünyadan bihaber gibiydi. Kendisinden konuşuldukça da ürkek bakışlarla etrafını süzüyor, gerçek anne babası olmayan aileye biraz daha fazla sokuluyordu.

Çamyayla'da öğretmenlik yaparken tanıştıkları bir ailenin çocuğuydu Elem. "Elem'in altı kardeşi daha var." dediler. Kalabalık hem de maddi imkânsızlıklar içinde yaşayan bir aile.

Acaba elem içinde oldukları için mi konmuştu bu isim? Yoksa "sevinçleri" yaşasın diye mi?

Bazen isimler insana zıtlık çağrıştırıverir hemen. Gerçek anlamından çok zıt anlamı gelir aklımıza.

İşte bende de öyle oldu. O akşam sürekli Elem'i gözledim. Ortaya konan oyuncaklara saldırıyor, başka çocuklar aldığında onların elinden almayı biliyordu. Çok iyi konuşamasa da derdini anlatabiliyordu. Onu öyle gördükçe "Elem" ezilmeyecek, "Elem" kendini kurtarabilecek düşüncesi belirdi kafamda.

Bir ara; "Elem, hani baban nerede?" sorusu çıkıverdi ağzımdan. Hemen misafir olduğu ailenin babasını gösterdi:

"Baba..."

Bu sözcüğün anlamını biliyor muydu? Gerçek babasında göremediği sevgiyi bu "baba"da mı görmüştü yoksa.

Hemen "baba" olarak bildiği Mehmet amcasının kucağına oturdu. Mehmet Bey ise hayatından çok memnundu. Elem "Baba!" dedikçe gözlerinin içi gülüyordu. Bu minik kızın ömür boyu manevi babası olurum müjdesini veriyordu. Aralarındaki sevgi alışverişi mükemmeldi. Sevgi alış-veriş değil, veriş-alış mıydı yoksa?

Sevgilerimizi vermekten korkmayalım diyordum kendi kendime. Sevgiler verildikçe "Elem"lerin yerini "Sevinç"ler alacaktı.

Bundan emindim. İçimdeki karamsarlıklar birden yok oluverdi. Geleceğe daha güvenle, daha umutla bakmaya başlamıştım. O akşam oradan, o güzel bahçeden her zamankinden daha farklı ayrılmıştım.

Nice farklı günlere!

 

 Münevver. Ongun

YAZARIN DİĞER YAZILARI