TAŞ DUVAR USTASI


 

"Benim oğlum hiçbir şeyden korkmaz, korku nedir bilmez!" cümleleri çınlıyordu  Ali'nin kulaklarında.  Çocukluğunda babasından en çok duyduğu bu cümlelerdi. " Ben korkmam. Ben yapabilirim." diye diye odanın içinde göğsünü kabartarak yürüdüğünü hatırladı. Bakışlarındaki cesaret ışıltısından etrafını görmesi mümkün değildi.

Ali bir yapıcı ustasının oğluydu. Şirin,küçük  Kavacık Köyünden kasabaya alışveriş için pazartesi günleri inerdi. Ayrıca babasının inşaat çalışmaları için kasabada bulunurdu. Çocukluğu ve gençliği baba mesleğini öğrenmekle geçti. Babası günden güne yaşlanınca işlerini Ali yürütmeye başladı.

Ali'nin taş duvar örmede üstüne yoktu. En güzel taş duvarları o örerdi. Ünü kasabaya yayılmış, işleri günden güne yoğunlaşmıştı. Tenindeki güneş yanığı, alnındaki kırışıklıklar mesleğinin en açık izleriydi. Çalışırken sıcaktan ve yorgunluktan bunaldığı anlarda, mola verdiğinde elini yüzünü yıkar, ellerinin ıslaklığını tozdan görünmeyen pantolonuna siler, cebinden hiç eksik etmediği avuç içi kadar küçük yuvarlak aynasını çıkarır, kara bıyıklarını, kara kaşlarını düzeltmeden işe başlamazdı. En çok zevk aldığı şey de" çarşı fırın ekmeği"  dediği ekmeğin arasına koyduğu tahin helvasını iştahla yemekti.

Kasabaya her inişinde, Kavacık yokuşundan baktığında kasabanın mezarlığını görür, "Fatiha" sûresini okumadan geçmezdi.Bir gün yine böyle geçerken aklına iyi bir fikir geldiğini düşündü. Mezar ustası olmalıydı Ali.   Hiçbir şeyden korkmaz, ürküntü duymazdı. Babasının sözleri geldi aklına. Daha önce birkaç kişi sormuştu mezar yapıp yapmadığını. Üstelik mezar  ustası kasabada sayılacak kadar azdı. Gözü tekrar kasabanın mezarlığına kaydı.  Hepimizin sonu orası değil mi? " Korkacak ne var bunda?" dedi  kendi kendine. Para kazanmalıydı.  Çocuklarını düşündü cesareti bir kat daha arttı. Bir iki tane yapsam alışırım diyordu.

Daha önce başkalarından duymuştu. Mezar ustaları genelde birisi öldü mü, öldükten bir sene sonra mezar açılır derlerdi. Bir yıl geçtikten sonra mezarlıkta geriye sadece insanın kemikleri kalırmış. Onları kolayca bir kenara koyup, taş duvarlarını örebilirdi.

Mezar ustası olma fikri onu hiç bırakmadı. Kavacık yokuşundan her inişinde sol taraftaki mezarlığa mutlaka bakar, gelişi güzel dizilmiş beyaz mezar taşları başka bir alemde yaşayan insanlar gibi görünürdü ona. Sessiz, konuşmayan insanlar! Onlardan ne bir haber, ne bir ses gelmişti şimdiye kadar. Madem cesaretliydi, korkusuzdu, o sessiz sedasız dünyada da çalışabilirdi pekâla.

Bir gün  bir evin taş duvarını örerken birisi yaklaştı yanına."Abamın beyi " Rahmi abimin" mezarı yapılacak. Yapabilir misin? " dedi.

İşte uzun süredir düşündüğü fırsat karşısına çıkmıştı. Bir an tereddüt etti. Fakat babasının sözleri geldi aklına. " Yaparım, yaparım" dedi. Pazarlıklar yapıldı. Her şey konuşuldu. Müşterisi uzaklaşırken aklına bir şey takıldı. Hemen seslendi. " Ne kadar oldu öleli?" dedi.

" Bir yılı geçti, bir yılı geçti!"

Derin bir nefes aldı. Artık rahatlıkla gidebilirdi. Önce ölen kişinin evine gitti. Mezar taşı hazırdı. Gözü taşa takıldı. Ölen bir halk şairiydi.  Vasiyet ettiği şiirlerinden birisini taşına yazdırmıştı ailesi. "Önü- sonu" diye başlıyordu şiir. Okudu. Boğazında bir şeyin düğümlendiğini hissetti.

Önü - Sonu

Ne idik ne olduk

Bir boşluğa dolduk

Yetiştik çiçek gibi

Açıldık solduk

Hem estik, hem tozuduk

Nihayet yorulduk

Bir çukura dolduk

Doğum ve ölüm tarihlerine baktı. Kırk altı yaşında öldüğünü hesap etti. Ne kadar da gençmiş diye geçirdi içinden. Kendisi de kırk beşine yeni girmişti henüz.

İlk defa bir mezar açıp mezar yapacaktı. "Sessiz alemde bir ev inşa etmek bu" diye önemsedi işini. At arabasına gerekli olan bütün malzemeyi koydu, mezarlığın yolunu tuttu. Mezarlığın kapısından içeriye girerken "Esselâmünaleyküm"  dendiğini duymuştu büyüklerinden. Babasının yanına gelişigüzel gömülmüş Şair Rahmi' nin mezarını kazmaya başladı. Elleri titriyordu. "Ben hiçbir şeyden korkmazdım" diyordu içinden."Korkmamalıyım" diyordu.  Kazmayı vurdu. Yumuşak bir şeye takıldı kazması. O anda kaçmak , bırakıp gitmek geldi içinden. Olmazdı , başlamıştı bir kere. Cesaretini topladı kazdı, kazdı... Gömüldüğü gün kadar taze bir ölü duruyordu karşısında. Kalbinin vuruşunu duyuyordu. Dudakları birbirine yapışmıştı. Nefesi çıkmıyor gibiydi. Babasını düşündü. Niye onu öyle büyütmüştü sanki. İçinden kızdı. Öfkesini haykırmak istedi. Sessiz dünyada bir ev inşa edeceği aklına geldi. Elleri titreye titreye işine devam etti. Bir taraftan da " Başarmalıyım!" diyordu. Cesedi nasıl kaldıracağını düşünüyordu. Tam o sırada " Kolay gelsin!" diye birisinin seslendiğini duydu. Kazdığı çukura yıkılacak  gibi oldu. Kafasını çevirdi sese doğru. Mezarlığın bekçisiydi." Sağ ol! Sağ ol" diyebildi. Onu kucaklamak geldi içinden. Yardıma çağırdı. Yavaşça cesedi yerine yerleştirdiler. Üstünü örttüler. Taş duvarlarını örmeye devam etti. Mezar taşını yerleştirdi. İşini bitirdikten sonra ardına bakmadan köyünün yolunu tuttu.

Büyüklerinden duyduğu cesedi erimeyen evliya hikâyelerini hatırladı." Bende de ne şans varmış! Ne şans varmış!" diye diye evine varabilmek için o gün her zamankinden daha sert indirdi atına kırbacı

YAZARIN DİĞER YAZILARI