FESTİVALLERİN EN UCUNDA: CUNDA


9. ULUSLARARASI QUİCK SİGORTA BALIKESİR MOTOFEST

Değerli okurlar, bu yaz başından beri uzaklara bir gezi yapıp da sizlerle paylaşamadık. Çünkü Temmuz başında bahçemizdeki asmaların zeytinleri tacizini önlemek için bahçe duvarının üzerinden onları temizlemeye çalışırken düşüp köprücük kemiğimi kırınca doktor bana en az bir ay araç kullanmama cezası verdi. Ağustos başında cezamız bitince önceden sabırsızlıkla beklediğimiz CUNDA’ da yapılacak olan festivale odaklandık. Günü gelince de aracımıza atlayarak Muğla’yı aşıp, Aydın’ ı geçip İzmir’ i de geride bırakarak Balıkesir sınırlarına duhul eyledik. 450 km. civarında bir yol yaparak Cuma günü 18.00 sularında Ayvalık’ ta CUNDA adasına yettik. Bu adanın bir diğer adı da bilindiği üzere ALİ BEY ADASI’ dır. Ali ÇETİNKAYA, 1878 yılında Afyon’ da doğmuş, harp okulunu bitirmiş, Balkanlardaki çete savaşlarına katılmış ve daha sonra 1911’ de Derne’ de Mustafa Kemal ile birlikte İtalyanlar’ a karşı savaşmıştır. Daha sonra Makedonya’da savaşmış ve rütbesi yarbaylığa kadar yükselmiştir. Yunan ordusunun İzmir’e çıktığı günlerde Ayvalık cephesinde bulunuyordu. Orada düşmana ilk kurşunu atan Çetinkaya’ nın askerleri oldu ve Yunan birlikleri bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Ali ÇETİNKAYA, aynı zamanda İstiklal Mahkemesinde görevli ÜÇ ALİ’ den biridir ve KEL ALİ olarak da bilinir. Adada ÇETİNKAYA’ nın bir de büstü bulunmaktadır. Adanın merkezini geçip sağa doğru bir km. kadar kıyıda giderek CUNDA DOĞA OTEL’ e ulaştık. Daha festival alanına girer girmez araç bolluğuna ve ortalığın adeta bir motosiklet ve araba tarlası olduğunu gördük. Denizin kenarı, yolların kıyısı, tarlaların, zeytinliklerin arası bin bir çeşit, son model motosikletlerle doluydu. Aracımızı havuzun hemen arkasında bir ağacın gölgesine kadar ilerletip park edebildik. Uzun yoldan geldiğimiz ve sıcaktan bunaldığımız için hemen soyunup havuza atladık. Biraz kendimize geldikten sonra otel binalarının nerede olduğunu uzun süre merak ettik. Çevreye bakıp araştırdık ise de palmiye-söğüt ağaçlarından ve arkalardaki zeytinliklerden, daha gerideki çam ormanlarından başka bir yer göremedik. Otelin kafeteryasından, diğer hizmet binalarına kadar hepsi tek katlı ahşap yapılardı. Demek ki buraya taş yapılara izin verilmemişti. Ortalık tam bir festival havası içindeydi. Çadırlardan adım atacak yer yoktu neredeyse. Arkadaki zeytinliklerin arası, denizin kıyıları motosiklet, araç ve insanlarla doluydu. Sahilde gezenler, denize, havuza girenler, aksesuar stantlarını dolduranlar, eğlence alanında çeşitli yarışlar… Akşam olup ortalığa serinlik çökmeye başladığında deniz kıyısına inerek sağ yönde biraz ilerledik. Kumsala oturarak denizi, karşı adaları, Cunda’ yı, Ayvalık’ ı seyre daldık. Biz bu sessiz ortama dalmışken arkamızda kalan festival alanından müzik ve eğlence sesleri arşa yükseliyordu. Ortalık kararmaya başladığında dönüp otel girişinin önünde, kumsalda iki şezlong bularak onlara uzanıp karşı kıyılardaki yeni yeni ışıklanmaya başlayan ve bir hilal gibi karşı kıyıları çepeçevre saran ışık deryasını seyre daldık. Fotoğraflarını çektik. Zaman zaman yiyecek-içecek ya da eğlence merkezini gezmek için dolaşmaya çıkmışsak da gerçek mekânımız burası oldu. Aracımızdan yatak süngerlerini ve diğer öte-beriyi alarak gece yarılarına kadar şezlonglarda kaldık. Hatta gece yarısından sonra ayaz başlayınca battaniyelerimizi alıp örtünmek zorunda kaldık. Eğlence merkezindeki eğlenceler bitince bu kez de hemen girişteki kafeteryada yüksek volümlü müzikle eğlence devam etti. Ne zamana kadar mı? Sabahın dörtlerine kadar…  Bu sesler eşliğinde uykuya dalmışız. Uyandığımızda sabahın altısıydı ve güneş ufukta bulutların arasında yeni yeni görünmeye çalışıyordu. Her zaman her yerde olduğu gibi makinamı alarak fotoğraf avına çıktım. Önce içerideki çadır denizini sonra yan taraftaki motosiklet ve araç tarlasını fotoğrafladım. Sonra hanımla CUNDA merkeze doğru yürüdük. Bir km. kadar bir yoldu. Çarşıyı gezdik, AIli ÇETİNKAYA’ nın, Atatürk’ün büstlerini, Mevlana’ nın, Kızılderili Reislerinin, Yalnız Kadın’ ın(seferden dönmeyen balıkçıları eşi) heykellerini, çarşı içindeki pek çok ilginç yazı ve resimleri fotoğrafladık. Saat sekiz buçuk olduğu halde çarşıda hiçbir dükkânın açılmadığını gördük. Çünkü böyle sahil kasabalarında dükkânların sabaha karşı kapandığını biliyoruz. Yalnızca Cumartesi pazarı için sebze manavlarının sergilerini açmaya başladığını gözlemledik. Dönüp festival alanına geldiğimizde insanların çadırlarından yeni yeni çıkmakta olduğuna şahit olduk. Önce havuz kıyısında sele altında bir parçacık gölge edindik. Sonra da yanımızdaki gölgelikli köşkün boşaldığını görünce hemen oraya atladık ve ertesi günü sabaha kadar da orayı bir an bile bırakmadık. Öğle saatlerinin kızgın sıcaklarını bile neredeyse önleyemez hale gelen köşkümüzün üzerine havlular sererek, sık sık havuza girerek bu zor saatleri geçirdik. Akşama doğru gölge geldiğinde ve gece hep oradaydık. Yine zaman zaman eğlence alanına, aksesuar stantlarına, kafeteryalara gitmişsek de asıl mekânımız havuz kıyısındaki köşkümüz oldu. Doğukan MANÇO’ nun ve Fatma TURGUT’ un konserlerini hanımla nöbetleşe izledik. Çoğunlukla da köşkümüzden dinledik. Gece yarısından sonra konserler bitince hemen önümüzde kurulan müzik setlerinden yine sabahlara kadar süren yüksek volümlü/coşkun müziklerle insanlarımız eğlencede tavan yaptılar. Oynadılar, söylediler, eğlencede coştular. Tanık olduğumuz iki gün boyunca bunca kalabalığa, bunca karmaşaya, bunca içkiye, coşkuya karşın hiçbir olumsuzluğa rastlamadık. Hiçbir tatsızlığın olduğunu da duymadık. İnternete baktığımızda da yorumcuların bu konuya dikkat çektiklerini böyle güzel bir festival yaptığı ve bizlere yaşattığı için Özgür CANDAR ve ekibini kutladıklarını gördük. Çoğu kişi, Özgür’ e “Bize festival süresince beş yıldızlı otelde bir tatil yaşattılar” diyerek memnuniyetlerini belirtiyorlar. Biz de aynı kanıdayız, biz de kendilerine böyle güzel bir festival yaşattıkları için müteşekkiriz. Bu doğa otelinde kalmak için çadırıyla gelenler 50 tl, çadırı otelden olursa bir geceliğine 60 tl ödüyorlarmış. Başkandan soruyoruz katılım nedir? Diye. Motorcuların dışında halktan kimsenin alınmadığını biliyoruz. 4000’ in üzerinde motosikletin geldiğini söylüyor. 9112 kişinin de katılımcı olduğunu belirtiyor. En az motosikletlerin yarısı kadar da diğer araçların olduğunu biz tahmin ediyoruz. Çünkü arka tarafları, tarlaları, zeytinlikleri dolaşarak biz gözlemledik. Bu arada festival alanı teyakkuz halindeki güvenlik güçlerince sürekli denetleniyor, doktorları ile bir ambulans da alan girişinde hazır bekliyordu. Gece mi?  Köşkümüzü kimselere bırakmadık ve ayaz bastırınca da yine battaniyelerimize sarılarak sabahı ettik. Gün doğarken de pek çok festivalci gibi tasımızı-tarağımızı toplayarak CUNDA’ dan (ne yazık ki ) ayrılmak zorunda kaldık. Unutmadan;  CUNDA, Gemicilikte yatay serenlerin her iki ucunun ortak adı imiş.  Adı üstünde burası önceleri bir adadır. Türkiye’ nin ilk Boğaz Köprüsü burada yapılarak ada Ayvalık’a bağlanmış. Şimdilerde ise koskocaman bir köprüyle ada neredeyse bir yarımada haline getirilmiş. Bu adanın bir diğer adı da “KOKULU ADA “ anlamına gelen “MOSHONİS” tir.  Burada çok önemli bir oranda Rumların tarihi ve etkileri görülse de 1924’ te yapılan mübadele ile Rumlar, buradan arındırılmış. Buna karşın halkın konuşmalarında Rumca aksana rastlanmaktadır. Festival boyunca Özgür Başkan ve ekibinin çalışmaları ve koşturmacaları dikkatimizi çekti. Emeği geçenleri KUTLUYORUZ, SAĞ OLSUNLAR, VAR OLSUNLAR… GELECEK GEZİLERDE BULUŞMAK UMUDUYLA…

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI