KIBRIS TÜRK'ÜNÜN MİLLİ MÜCADELESİ.

KIBRIS TÜRK'ÜNÜN MİLLİ MÜCADELESİ.

                Değerli okurlar, çok iyi etmişim de kütüphaneden "KIBRIS TÜRK'ÜNÜN MİLLİ MÜCADELESİ" adlı kitabı seçip almışım. Bu kitabı "Ben Türk'üm, Müslümanım, Türkiyeliyim. Kısacası İNSANIM!" diyen herkes alıp okusun. Ama mutlaka okusun. Yazar Emine SÖMEK, 300 sayfalık binlerce insanlık dramıyla dokunmuş bu kitabını öyle ince eleyip sık dokuyarak oluşturmuş ki, akıllara ziyan. Çünkü hepsi belgeli, hepsi yaşanmış olaylar. Kitap;  kan, kin, acı, gözyaşı ile dokunmuş, yıllarca çekilen çileler, akıtılan gözyaşları, işkenceler, itilip kakılmalar, yaralanmalar, öldürülmeler, esaretler 960' lardan 974' lere kadar Kıbrıs Türk'ünün kaderi, çilesi, yazgısını aktarıyor. Ama yıllar sonra artık katlanılamaz olan acılara bir son vermek için Garantör Türk Devletinin Uluslararası anlaşmalardan doğan haklarıyla adaya asker çıkarmasıyla son buluyor. Kitaptan alıntılarla bir köşe yazısıyla karşınıza çıkmak mümkün değildi. Çünkü kitabın her bir satırı, paragrafı, sayfası, bölümü insanlık dramlarıyla dolu birer ibret belgeleriydi. Hangi bölümünü seçip sunacaktım?...  Kitabı neredeyse bir nefeste okuyup bitirdim.

                Ancak yine de kitaptan bir insanlık dersi/belgesi olması münasebetiyle bir anekdot ( Bir küçük hikayecik) alıp sizlere aktarmayı uygun buldum. Şöyle:

                "ÖLMEDEN ÖNCE BİR OSMANLI GÖRMEK İSTEYEN RUM: Rum' ların Türkler üzerinde baskı ve tacizlerinin en yoğun olduğu günlerde bir akşam Doktor Selçuk'un (Yazar Emine Sömek' in eşi) özel kliniğinin kapısı çalınmış. Kapıda beliren dört Rum vatandaş;

"-Yasou kirie yatre" (Merhaba doktor)

Diyerek yaşlı ve hasta babalarının ısrarla Doktor Selçuk'u görmek istediğini söylemişler. Babaları, Lefke' den kırk km. uzaklıktaki Trodos Dağları'ndaki bir Rum köyünde oturuyormuş. Dr. Selçuk:

-Onca Rum doktor varken neden bir Türk doktoru ve neden ben? Demiş içinden. Üstelik gidilecek yer de çok tehlikeli bir yermiş. EOKA Rum çetelerinin hora teptiği, cirit attığı bir bölgeymiş. Buna rağmen Doktor Selçuk, vazifeden geri durmamış. Muayene çantasını alarak Emniyet Müdürü Namık Bey'in de eşliğinde bir arabayla yola çıkmışlar. Issız, ormanlık alanlardan geçerek bir saatlik yolculuğun sonunda köye ulaşmışlar. Evleri, eski Osmanlı stili taş ve kerpiçten yapılmış bir evmiş. Büyük kemerli bahçe kapısından girmişler. Meyve ağaçları ve güllerle donatılmış bahçenin taş döşenmiş yolundan geçerek binanın kapısından girmişler. Basamakları aşınmış merdivenlerden hep birlikte çıkmışlar ve gecenin ürkütücü sessizliğini tahta kapının cıyak cıyak bağıran gıcırtısı bozmuş. Hastanın ailesi, doktoru ve Emniyet Müdürünü hastanın yattığı odaya buyur etmişler. Dr. Selçuk, bakmış ki, büyük siyah demir yatak içerisinde uzanmış, başında soluk renkli eski bir fesi olan, zayıf mı zayıf yaşlı bir adam ıhlayıp durur. Bu yaşlı adam, doktorun geldiğini görünce sanki çok sevdiği bir dostunu görmüş gibi, büyük bir sevinç içinde doğrulmaya çalışmış, ancak başaramamış. Yanındakilerin yardımıyla doğrulabilmiş. Nefes almakta da çok zorluk çekiyormuş. Çok güçsüz bir sesle;

-Hoş geldin doktorum! Demiş. Doktor Selçuk, hemen yaşlı hastanın yanına oturmuş. Çantasını açıp dinleme cihazını çıkarırken;

-Ne şikâyetlerin var? Diye sormuş. Yaşlı adam, doktorun elini tutmuş, dostça sıkmış:

-Benim şikâyetlerim bitmez doktorum, az bekle bir soluklanayım hele! Demiş. Doktor Selçuk, o anda yaşlı adamın soluklanmayı bahane ettiğini ve bir şeyler demek istediğini ama diyemediğini anlamış.

-Peki! Diyerek beklemeye başlamış. O sırada odadakiler dışarıya çıkmışlar. Yaşlı adam iki eliyle doktorun elini tutmuş, kendine çekmeğe çalışarak yakınlaşmasını istemiş. Kısık sesiyle ve zor nefes alarak;

-Doktorcuğum! demiş. "Ben Rum'um! Ama Osmanlıyım ve Müslümanım. Selçuk Bey, hayretler içerisinde kalmış.

-Ooo. Öyle mi!? Demekten kendisini alamamış. Yaşlı adam güçlükle devam etmiş:

-Ancak bu durumu kimseye söyleyemiyorum. Gördüğün çocuklar, benim torunlarım. Onları EOKA, benim elimden çekti aldı, kafalarını değiştirdi. Onlara güvenemediğim için yüreğimi, inancımı onlara açamıyorum/onlara açıklayamıyorum doktorcuğum! Benim hastalığımın iyi olacak bir yanı yok.

-Öyle demeyin!

-Hayır hayır! Ben kendimi biliyorum. Ölmeden önce son kez bir Osmanlı göreyim diye seni çağırttım. Buraya çok zahmetlerle geldin, beni çok memnun ettin doktorcuğum! Bir Osmanlı gördüm ya, gam yemem artık. Ruhum müsterih ve mesrur olarak rahat ölebilirim gayrı. Sana nasıl teşekkür edeyim, bilemiyorum!

Estağfurullah!

-Senden bir ricada bulunacağım.

-Buyur, ne istersen yaparım!

-Benim ilacım artık bir Fatiha! Ben ölünce bana bir Fatiha okur musun lütfen doktorcuğum?

-Pek tabi, merak etme ben hem okurum hem de dua ederim sana.

-Allah Razı olsun doktorum! Yalnız çocuklarıma hissettirme, anlamasınlar, sana bir zarar vermelerinden korkuyorum.

-Tamam, olur.

-Şimdi beni sağ yanıma yatır doktorum! Benim artık vaktim geldi.

                Yaşlı adam doktorun yardımıyla sağ yanına yatınca, sağ elinin işaret parmağını kaldırmış, gözyaşlarıyla kekeleye kekeleye şehadet getirmiş ve gözlerini yummuş. Doktor, ne yapacağını şaşırmış. Gözleri dolu dolu olmuş ve yüreği kabarmış, kendini zor tutmuş. Gelen sesler üzerine hemen gözyaşlarını silmiş. Gözlerini saklamak için lambanın ışığından kaçarak çantasını toplamaya koyulmuş.

Gelenlere:

-Başınız sağ olsun, çok geç kalmışsınız, beni daha önce çağırabilirdiniz, demiş. Başka ne diyebilirdi ki.

                Değerli okurlar, işte burası SÖZÜN BİTTİĞİ YER. Uzatmanın da bir âlemi yok.

 

NOT: Okumayanlar için; "Ne olur bu kitabı alıp okuyun. N' olur okuyun! Bol fotoğraflarla bezenmiş, dönemin Kıbrıs ve Türk büyüklerinin de yer aldığı tam belgesel bir eser. Lütfen.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI