KIŞ ORTASINDA BEYAZ DÜNYAYA BİR SEYAHAT ÖYKÜSÜ


                Değerli okurlar, Nurican GÜNGÖR TUR, kış ortasında başımıza öyle bir iş çıkardı ki, Dostlar başına. Deyim yerindeyse bizi doğuda diyar diyar dolaştırdı ve hiç bilmediğimiz, görmediğimiz coğrafyalara götürdü ve oraların ilginç öykülerini dinletti. Bizim komşular, Balkan Turuna giderken biz de neredeyse aynı fiyatlara Şark Turuna gidiyorduk. Çünkü önce kendi ülkemizi tanıyıp, bilmemiz gerekiyordu. Yurt dışı sonra gelecekti. Köyceğiz' den minibüsle başlayan yolculuğumuz, Antalya' dan uçakla, Van' dan otobüsle, Sarıkamış' tan Trenle, Erzurum' dan tekrar uçakla Antalya' ya, oradan da Köyceğiz' e tekrar minibüsle devam etti. Bu arada deniz yolunu da eksik bırakmadık. Onu da Van Denizinde teknelerle Akdamar'a geçerken yerine getirdik. Bu arada dolmuşu da unutmayalım, Kars' tan Sarıkamış' a bir saati aşkın süre dolmuşla da gittik. 00.' Da çıktığımız Köyceğiz' den Antalya' ya indiğimizde saat 05.00 sularıydı. 8.05' te kalkan uçağımız, dangır, dungur bir biçimde her an dağılıverecek karton bir kutu gibi sallanıp sarsılarak bizi 110 dakikada sağ salim Van hava limanına indirdi. Orada bekleyen otobüsümüz ve rehberimiz bizi alarak önce bir kahvaltı salonuna götürerek kahvaltıya oturduk. Van Kahvaltısının ne demek olduğunu bilirsiniz herhalde, önünüze çeşit çeşit birbirine yakın 30-35 çeşit yiyecek gelir. Bu, benim için bir cinayetti. Çünkü şekerden dolayı doktorum bana "Şunu yeme, bunu içme, buna bakma" diyerek neredeyse bana yiyecek bir şey bırakmamıştı. Bunca şeyi tıkınamazdım. Mazeretimi bildirerek bir kenarda oturdum ve bir çorba istedim, "yok" dediler. "Öyleyse bir menemen yapalım, olur mu?" dediler. Önüme bir menemen geldi. Bir-iki şey daha. Sonra hanım da geldi ve bize hizmet veren garsonla sohbete başladık, Muğla' dan geldiğimizi söyleyince "Aaaa!...  bu kış ortasında burada ne işiniz. ?" diyerek bize neredeyse "uzaylı" muamelesi yaptılar. Neyse oradan Akdamar' a tekneyle geçtik. Biz daha önce Akdamar' a biri baharda biri yaz aylarında olmak üzere iki kez daha gelmiştik. Bu da kış ziyareti oldu. Oradan dönünce de doğruca otobüsümüzle Tuşpa (Van) kalesine ve hemen karşısındaki Van Müzesi' ne geçtik. Bu kış gününde kaleye çıkmak epeyce zorlu olacaktı ve doğruca Müzeye duhul eyledik. Rehberimiz yörenin insanıydı ve bize çok ayrıntılı bilgiler verdi. Oradan da ayrılıp Van Kedi evine ve gümüş takı dükkânını gezdik. Akşam Edremit'teki Elitt WORLD adlı otelimize döndüğümüzde çok yer gezip çok otelle karşılaştığımız halde hiçbir yerde görmediğimiz bir hoşgörü ve sürprizlerle karşılaştık. Odamızdaki sehpamızda meyve tabakları ve kuru yemiş ikramı vardı!?... Her yeri, her şeyi pırıl pırıldı. Akşam yemeğinden sonra Van'daki tanıdığımız bizi evine davet etti ve aracıyla da ipil ipil kar altında gelerek bizi evine götürüp konuk etti, önümüze ne buldularsa getirip koydular. Bu dostumuz da Köyceğiz'deki evimizin üst katında oturan Meslek Yüksek Okulu öğrencilerinden birisinin ailesiydi. İzmir' den, Adana' dan, Aydın' dan, Van' dan öğrenciler vardı. En çok da Van'dan gelen öğrenci bize çok yakın davrandı ve bize "Aynur anne, Nail Baba!" diyerek hitap ediyordu. Onlarda ve bizde okey partileri yapıyorduk. Bu öğrenci şimdi Balıkesir' den sonra İstanbul' a geçti ve orada Astsubay olarak görev yapıyor. Telefonla ailesini arayarak bizi ağırlamasını tembih etmiş. Babası da lapa lapa kar altında aracıyla gelerek otelden alıp evine götürdü ve çok iyi ağırladılar, çok samimi davrandılar. Daha önceki Doğu turumuzda da bu öğrenci kendisi bizi yine aracıyla alıp götürmüştü ve "AŞİRET DÜĞÜNÜ" ne katılmıştık. Sonunda bizi yine otelimize bıraktılar. Otelde mükemmel bir sabah kahvaltısından sonra (Doktorumuzun söylediklerini unutmuşuz.!?) Otobüsümüz bizi, lapa lapa kar altında Van' ın uzun ve düzgün yollarından aşırarak kuzeye doğru uçurmaya başladı. İlk durağımız, Muradiye ilçesi sınırlarındaki MURADİYE ŞELALESİ oldu. Burada ihtiyaç ve fotoğraf molasından sonra yolumuza devam ediyoruz. Biz buraya üç yıl kadar önce bir yaz mevsimi gelmiştik. Bu kez şelaleler, boz bulanık su kütleleri olarak boşalıyordu sırtlardan bend-i mahi deresine. Artık Van sınırlarındaki Malazgirt ilçesini de geçerek Ağrı' ya doğru yol alıyorduk. Her yer Van' dan bu yana BEYAZ BİR DÜNYA idi. Dışarıda yerleşim yerindeki insanlar dışında hiçbir canlı yoktu, ne kurt, ne kuş, ne bir keçi, koyun, sığır. Hepsi ağıllarında, ahırlarında kışın geçip baharın gelmesini bekliyorlardı. Doğubayazıt' a ne kadar yaklaşmış da olsak AĞRI DAĞI' n göremiyorduk, sis ve kar her yeri, her şeyi yalayıp yutmuştu. Önce İSHAKPAŞA SARAYI' na tırmandık. Rehberimiz yörenin insanıydı ve bölgenin kültürüne sahip bir rehberdi bize oda oda Sarayı ve tarihçesini, yapılışını tek tek anlattı. Artık öğle olmuştu ve yemek zamanıydı. Daha çarşıya inmeden bir lokantanın önünde durduk. Bir de baktık ki, "Aaaa!... Biz buraya daha önce de gelmiştik!..."  Turlarda en alışamadığım nokta; rehberlerin "Buraya oturun, bunları yiyin" türündeki dayatmaları (bana göre). Onların söylediği şeyleri tıkınmak zorunda değilim, ayrıca rahatsızlığımdan dolayı öyle etli-metli ağır yiyecekler de alamazdım. "Oraya da oturamam, onları da yiyemem." Neyse bize ayrı bir masa gösterdiler ve ne yiyeceğimizi sordular. " Ayran aşı diye bir çorba varmış, o var mı?" Diye sorduk. Varmış, getirdiler, çok da hoşumuza gitti. Ortaya bir de salata geldi, hanım da tatlı-matlı derken. Ortada şirin, gülücükler dağıtan orta yaşlardaki garson bizimle yakından ilgilendi ve grubun Muğla' dan geldiğini öğrenince "Ben de Güneyden geldim, beni çok sevdiler ve kendilerine damat yaptılar, burada kaldım" Dedi. "Nereden?" diye sorduğumuzda "Ben Söke' liyim aslen.." Aaaa!..., Ben Söke Lisesinde beş yıl okudum!" deyince "Ben de Söke Lise mezunuyum" Dedi. Samimiyeti artırdık, hatta bir de birlikte fotoğraf çekildik, telefon alıp verdik. Sonunda kalkacağız, bizim hemşeri elimize hesap pusulasını tutuşturdu, baktım şu, şu şu. Tamam. Ya salata!!!??? "Arkadaş, bu ne?" ""Salata."  "Peki, ben senden salata istedim mi, üstelik salata her yerde, her yörede yemeğin yanında ortaya ikram olarak gelir. Üstelik Doğu'da en az üç çeşit meze olarak.." Ama yediniz."  "Evet, yedik ama ikram olarak."  Hesap çoktan kesilmişti, kasadaki görevliye de anlattık, tepkimizi koyduk, gerekenleri söyledik. İsterse üç lira, beş lira olsun, önemli olan müşteriye bu şekildeki yaklaşım. Sonunda bize hak verdiler ve gereğini yaptılar.

                Lokantadan çıkıp çarşıdaki "KAÇAKÇILAR ÇARŞISI" na giriş yaptık. Aman aman aman, ne şaşaa ne pırıltı, ne incelik, ne çeşitlilik,  ne ararsan var derde devadan gayrı. Özellikle hanımlara ev eşyası konusunda seç-beğen al. Hanıma bir şeyler alarak kendimizi dışarıya zor atabildik. Bekleyen otobüsümüze doluşarak Doğubayazıt' ı arkada bırakıp bizim için yeni olan, ilk defa göreceğimiz beyaz topraklara doğru yol almaya başladık. Doğu Beyazıt' a gelirken sağımızdaki tepelerin arkası hep İRAN topraklarıydı. Tepelerde hep KALEKOLLARI Bekleyen Mehmetçiklerimiz gece/gündüz bu dondurucu coğrafyada nöbet başındaydılar. Allah, onlara sağlık, sabır ve hayırlı tezkereler nasip eylesin, sağ salım ailelerine kavuştursun.  Ülkemizi korumak, savunmak her şeyin önünde olan kutsal bir görevdir. Askerimizi, Mehmetçiklerimizi hangi koşullar altında görev yaptıklarını görerek takdir edelim, kıymetini bilelim.  Ağrı topraklarını geride bırakıp da Kars' a doğru yol alırken bu topraklar, bu yollar bizim için ilk gideceğimiz/göreceğimiz topraklardı. Ucu/bucağı görünmeyen uzun yollar hep kar altındaydı. Bu yollar, bizi sanki masallardaki KAFDAĞI' nın arkasına götüren masalsı, efsane yollardı. Ama gerçekti, öyle bir gerçek ki, yollarda ihtiyaç molası için durup aracımızdan bu buz diyarına adımımızı attığımızda suratımıza sert bir şamar gibi şaklayan şarkın rüzgârı, havası bizi kendimize getiriyordu. Bu bir masal değildi, bir efsane de değildi, gerçek bir hikâye idi, düpedüz hayatın gerçeğiydi. Gidiyorduk Kars'a, Rusya' ya doğru ucu bucağı görünmeyen karlarla bezenmiş bu beyaz topraklarda.

"SARIKAMIŞ KAR ALTINDA, MEHMETÇİĞİM VAR ALTINDA"

Değerli okurlar, Doğubayazıt' tan sonra ilk kez göreceğimiz topraklara, coğrafyalara, kültürlere doğru yol alıyoruz. Karlar altında bitmez-tükenmez yollar 200 km. kadar sonra Kars sınırlarına varıyor, ancak Kars' a girmiyor ve doğruca Sarıkamış yönüne devam ediyoruz. 65 km. sonra da Sarıkamış' ta Oteller Bölgesindeki otelimize iniyor ve akşam yemeğinden sonra hemen odalarımıza çekiliyoruz.  Sabah bizim buraya göre saat farkından dolayı orada sabah bir saat kadar önce oluyor. Önce pencereden Sarıkamış çevresini saran SARIÇAM ORMANLARI' nı zumlayıp fotoğraflıyorum. Çünkü bildiğim kadarıyla bu çamlardan başka yerde yok. Ayrıca burada Kayak Tesisleri de var ve yörede ünlü tesislerdenmiş. Saat sekizde tekrar otobüsümüze binerek yola çıkıyor ve günlük gezilerimize başlıyoruz. Önce yolumuz üzerindeki ALLAHÜ EKBER DAĞLARI ŞEHİTLİĞİ' ni ziyaret ediyor, fotoğraflıyoruz. Yolumuza devamla Kafkas Cephesi Askeri Müzesi' ni ziyaret ediyoruz. Rehberimizin açıklamalarından ve fotoğraf seremonisinden sonra oradan ayrılarak (Sarıkamış' tan 120 k.) bizim yıllardır hayallerimizi süsleyen ANİ HARABELERİ' ne doğru yol alıyoruz. Rehberimiz, bu tarihi kalıntılara "HARABE" denmesinden rahatsız olanların olduğunu ve "ÖREN YERİ" söylemini tercih ettiklerini söylüyor. Gerçekten de yol üzerindeki levhalarda sürekle "ANİ ÖREN YERİ" yazıları geçiyor. Sanki farklı bir şeymiş gibi. Ören, viraneden geliyor, viran olmuş, yıkılmış, harabe. Her neyse antik alana vardığımızda gerçekten de ayakta kalan birkaç kilise kalıntısı, kümbet ve minare dışında özellikle sur duvarları ve düz yapılar harabe halinde yerle bir.  Karlar altındaki ören yerinde ziyaretçilerin sayıları oldukça kalabalık, tur otobüslerinin biri geliyor, biri gidiyor. Bir saat kadar kalıp yeterince gezdikten sonra oradan da ayrılıyor ve yine uzunca bir yol kat ederek şu ünlü ÇILDIR GÖLÜ' ne ulaşıyoruz. Çıldır, artık KARS' ın değil, Ardahan' ın sınırlarında. Gölün üzerindeki atlı kızakların biri geliyor, biri gidiyor.10-15 dakikalık bir tur ziyaretçiler için 250 tl. Gölün en derin yeri 42 metre imiş. Buzun kalınlığını orada çalışanlardan birine soruyorum. "bir metre!" diyor. İnternette araştırdığımda 2-3 metre olduğu zamanlar oluyormuş. Demek ki kışın sertliğine göre buzun kalınlığı da değişiyormuş. Yeterince gezip fotoğrafladıktan sonra restoranda oturuyoruz. Bu göle has sarı sazanın porsiyonu 550 tl. imiş. Önce bir tane alıp bakalım.. .diyoruz. Ortaya bir balık geliyor ki, sormayın, tadı enfes, en küçük bir balık, çamur, kokusu gelmiyor. Balıketini kırmızı et niyetine yiyorsunuz, kılçıklarından ayırırken sanki kemiklerinden ayırıyorsunuz. Ayrıca yanında gelen salata ve turşu da o kadar mükemmel ve doyurucu ki, balık olmasa da doyup kalkacaksınız. İkinci balığı söylemeye gerek kalmıyor ikimizi yeterince doyuruyor. Bu arada salona iki halk ozanı giriyor ve boyunlarına asılı bağlamalarını maharetle birlikte çalıp söylüyor ve müşterilere müzik ziyafeti çekiyorlar.  Çıldır' dan ayrılınca doğruca Kars merkeze geliyoruz. Merkezde Orhan Pamuk' un KAR romanını yazdığı evin önünden geçiyoruz. Merkezde çoğunlukla Rusların özellikle püskürme/siyah(bazalt) taşlardan yaptıkları resmi binaları, hatta caddeleri görüyoruz. Bunlar özellikle askeri binalar ve bu gün de aynı amaçla kullanılıyormuş. Ruslar, 1877-78 (93 harbinden bu yana; 40 yıl boyunca buraları benimsemiş ve mükemmel eserler yapmışlar. Rehberimiz bizi "KAÇAKÇILAR İŞHANI" diye bir iş hanına bırakıyor. Amanın amanın. ev eşyasından süs eşyasına, elektronik eşyadan kadın giyimine, incik-cincik. bilmem daha ne varsa bütün vitrinler donatılmış.. Neyse güç-bela kendimizi dışarıya atıyor ve yeniden otobüsümüze doluşarak Sarıkamış' taki dün kaldığımız otelimize dönüyoruz. Şunu da unutmadan söyleyelim ki, Beyazıt' tan bu yana sağımızdaki tepelerin ardında bulunan Ermeni toprakları, ANİ HARABELERİ' nde 50 metre karşımızdaki topraklara kadar yaklaşıyor. Kars merkezde çeşitli tarihi yapıları, ziyaret ediyor, KARS yazısı önünde toplu fotoğraflar çekiliyor, arkamızdaki KARS KALESİ' ne aşağıdan bakıp turumuzu sürdürüyoruz. Pardon bu arada Namık Kemal' in dedesinin yanında burada bir yıl kaldığı evi geziyoruz. Bu evin bahçesinde bu yörenin yetiştirdiği Halk Ozanlarının büstleri sıralanıyor. Buradan da bölgenin ünlü peynirlerinin üretilip satıldığı MALAKAN peynir evine gidiyor ve peynirlerimizi aldıktan sonra akşamki KAFKAS GECESİ' ni beklemek üzere çarşıda serbest zamanı değerlendiriyoruz. Akşamki KAFKAS GECESİ' neden sonra da yine otobüsümüze doluşarak SARIKAMIŞ' taki otelimize dönüyoruz. Artık Kars gezimiz bitmiş ve önümüzde trenle gideceğimiz ERZURUM turumuz vardır. 4. Günü artık acele etmeye gerek yoktur, çünkü trenimiz Sarıkamış' tan bizi alacaktır ve 11.00 sularında kalkacaktır. Sekizdeki kahvaltıdan sonra dokuza doğru otelden ayrılıp Sarıkamış' ın çarşısından geçerek önce şehrin çıkışındaki Rus Çariçesi KATERİNA' nın malikânelerinin olduğu alana geliyor ve rehberimizin açıklamalarını ve gerekli fotoğraflarımızı çekiyoruz. Rehberimiz, Osmanlı' daki NURBANU romanının konusunun burada geçtiğini söylüyor.  Artık güneş doğmuş, ortalık iyice aydınlanmış, çevredeki SARIÇAM ORMANLARI, bembeyaz karlar altındaki cazibelerini iyice artırmış ve doyumsuz manzaralar sunmaktadır. Buraları da iyice hıfzettikten sonra yeniden otobüsümüze binerek 15-20 dakikalık mesafedeki tren istasyonuna geçiyoruz. Yarım saat kadar bekledikten sonra trenimiz geliyor ve bizim grup 3. Vagona yerleşiyor. Bembeyaz karlarla bezenmiş vadilerden, sarıçam ormanlarının içinden geçen trenimiz bize doyumsuz manzaralar ve fotoğraf imkânları sunuyor. Tünellerin birinden çıkıp birine girince bu imkânlara kavuşmanın ne büyük bir mutluluk olduğunun farkına varıyoruz. Saat 14.00' a doğru Erzurum'a yettiğimizde bizim Sarıkamış' ta bıraktığımız otobüsümüz, bize kıyamamış ve bizden önce Erzurum' a gelmiş ve Tren Gar' ının önünde bizi bekliyordu. Öğle sonu olmuş ve karnımız acıkmıştı. Erzurum'a gelinir de CAR KEBABI! yemeden gidilir miydi?. Çarşıda hemen KOÇ CAR SALONU' na doluşuyoruz. Ancak daha kapıdan girer-girmez burnumuza dolan koyun-kuzu eti kokusu (hanımla bizi) hemen dışarı çıkmaya zorluyor. Arayıp bulduğumuz pidecide öyle bir pide ile karşılaştık ki, olursa böyle olur. Birer porsiyon pideyi zar-zor yiyip bitirebiliyoruz.  Sonra da ilk olarak Atamızın yurdumuzu kurtarmak için Anadolu' da başlattığı ve Erzurum' da "ERZURUM KONGRESİ" yaptığı binasına gidip geziyoruz. Oradan hareketle Erzurum Kalesi' nin önünden geçerek önce Ebu-l Hasan HARAKANİ Türbesini gezip görüyoruz. Sonra da ÜÇ KÜMBETLERE ve ÇİFTE MİNARELİ CAMİ' ye yürüyoruz. Rehberimiz gerekli açıklamaları yaparken biz de yeterince fotoğraf çekebilmek için zaman buluyoruz. Oradan da evini eski ve antik, yöresel eserlerle süsleyip bir müze haline getiren Hakem Amcanın "Paşa Konağı" adını verdiği evine yürüyoruz, sıcak bir ortamda amcanın çayını içip nasihatlerini/bilgilerini dinledikten sonra ayrılıp hemen yakındaki Erzurum'un ünlü LÜLETAŞI el yapımlarının sergilenip satıldığı çarşıyı geziyoruz. Artık akşam olmuş ve Anadolu'nun soğuklarının dağıtım yeri olan Erzurum'un ünlü soğukları kendini iyice hissettirmeye başlamıştır. Kat kat giyindiğimiz halde yüzümüze bir şamar gibi çarpan Erzurum ayazı aklımızı başımızdan almaya başlıyor. Otobüsümüz bizi hava alanına bıraktığında saat 1930 sularıydı. Bagajdaki valizlerimiz almak için bagaj kapağı donduğundan açılmadığı için kaptan yan kapaklarından birini açarak oradan girip valizlerimiz çıkarabiliyor. Otobüsümüz ve rehberimizle vedalaştıktan sonra onlar Van' a doğru yol alırken, biz de Antalya uçağına geçmek için hava limanına yürüyoruz. 22.45' te kalkacak uçağımız, yarım saat rötarla 23.15' te kalkabiliyor. Şükür ki, bu kez uçağımız bizi tedirgin etmeden Antalya hava limanına indiriyor. Sonrası kolay, artık evimizdeyiz.  Ama yine de Köyceğiz'e ertesi günü 05.00 sularında gelebiliyoruz. Şunu da belirtmeden geçmeyelim; Rehberimiz, Muradiyeli Murat Bey'di ve bize yörenin tarihini, coğrafyasını, sosyal yaşamını oldukça doyurucu bilgilerle donatıp irdelemişti. Kendisine teşekkür.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI