Bugüne kadar bu bereketli Anadolu topraklarımız Fatihleri, Yavuzları Muhteşem Süleymanları yetiştirmişti!.. İşgale uğrayan ve artık devlet olma vasfını çoktan kaybetmiş, halkının sırtına yük olmaya başlayan 'Osmanlı' yerine, işgalcileri askerî dehasıyla yurttan kovup, yerine çağdaş bir devlet olarak "Türkiye Cumhuriyeti Devletini" kuran Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarını da bu topraklar yetiştirmiş ve yeşertmişti!.. 29 Ekim 1923 yılında 'Cumhuriyetle' yönetilen bu laik ve hukuk devleti, kısa sürede marşlara ve şiirlere ilham veren bir atılımla gelişmiş, güçlenmiş, 'Tam Bağımsız' ve herkesin hürmet gösterdiği bir devlet haline gelmiş, çevresindeki mazlum ülkelere de örnek olmuştu!..
Lânet olası II. Dünya Savaşı bitiminde (1945), başını ABD'nin çektiği, aslan Avrupa'nın da kuyruğuna girdiği Batı Dünyası, güya 'Demokrasi' rüzgârları estirmeye başlamış, bizim gibi yeni kalkınmaya çalışan ülkelere çeşitli baskılar uygulamaya çalışıyorlardı... Aslında onların tek hedefi vardı; savaş sonrasında "Barış ve Demokrasi" gösterileri sayesinde, kendilerinin yine kolayca sömürebilecekleri ülkelerin insanlarını ayartarak, başlarındaki yönetimlere bayrak açarak, güya 'Diktatörlükten' hepsini kurtarmaya çabalıyorlardı!.. Hedefteki ilk ülkelerden biri de, II. Dünya Savaşı'na, İngiliz ve Almanların bütün ısrarlarına rağmen girmeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve İsmet İnönü idi... Bu dış güçlerin baskılarıyla 1946 yılında ülkemizin tek partisi ve Yüce Atatürk tarafından bizzat kurulan CHP'den koparılan bazı milletvekilleriyle, 'Demokrat Parti (DP)'yi kurdurdular, 1950'deki genel seçimlerle de büyük destekleriyle tek başına iktidara gelmesini sağladılar!..
Dış sermayenin telkinleriyle, kurulduğu günden beri tamamen 'Kapalı Ekonomi' modeli uygulayıp, bir yandan Osmanlı borçlarını öderken, bir yandan da eğitim-tarım-hayvancılık-endüstride büyük hamleler yaptılar, demiryollarına ve limanlara önem verdiler, ülke insanlarımız kendi yağlarıyla kavruluyor, borçsuz ve enflasyonsuz şekilde yaşamlarına devam ediyorlardı!.. O tarihlerde Bir ABD Doları, bizim 30 Kuruşumuz kadar değer taşıyordu, yani bizim paramız onlarınkinden üç kat daha fazla değerliydi!..
Kısa sürede bu dış güçlerin telkinlerine kanan DP iktidarı; önce NATO'ya girebilmek için Kore-Çin Savaşı'na 15 Bin Mehmetçiğimizi gönderdi, bunların 721 tanesi şehit oldu, 175'i kayboldu, 234 tanesi esir düştü ve 2147 tanesi de yaralandı!.. Araba, lâstik ve petrol şirketlerinin baskılarıyla toplu taşımada tren yolları ve deniz yollarını ihmal edip, ulaşımda tamamen Karayollarına yöneldik, böylece ilk kez uluslararası dev araba-yedek parça-lâstik ve petrol şirketlerine yakamızı kaptırdık, bir daha boynumuzu bunlardan kurtaramadık ve hâlâ da bunlardan çile çekiyoruz!.. Halbuki bizler otomobil ve uçak bile yapmaya başlamıştık, hepsinin üzerini çizip, bunlara el açar hale getirildik ve artık 'Bağımsız' değil, her halimizle bunlara 'Bağımlı ve Muhtaç' bir devlet haline getirildik!..
İşte, adına "68 Kuşağı" denilen üniversite öğrencileri 'Deniz Gezmiş-Yusuf Aslan-Hüseyin İnan' dan oluşan "ÜÇ FİDAN" namlı gençlerimiz; yeniden tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti için savaş verdiler, hiç kimseyi öldürmediler, bizler için kendileri öldüler, her yerde ve hatta asılırlarken bile bu 'Tam Bağımsız Türkiye' sloganını haykırdılar, o dış güçlerin baskısıyla aramızdan zorla koparıldılar!..
Bugünkü halimize bir bakınız; düne kadar ihraç ettiğimiz buğday ve samanı bile dışarıdan satın alır hale getirildik!.. Uluslararası bir tek ünlü markamız yok!.. Dünyada en iyi 500 Üniversite arasında bir tek okulumuz kalmadı, iç ve dış borçlar paçamızdan akıyor, enflasyon yüzde/ yüzleri geçmiş, paramız pul olmuş, gençlerimiz ve doktorlarımız yurt dışına kaçmak için adeta yarışıyor!.. Şayet 1970'li yıllarda biz bu çağdaş gençlerimizi asmayıp da onları akıllıca dinlesek, gereğini de yapsaydık eğer, bugünkü halde olmazdık!.. Bana göre 'Deniz Gezmiş' olayının özeti budur!.. Umarım biraz akıllanır, hiç olmazsa bundan sonra o 'FİDANları' dinlemeyi öğreniriz artık !?