ORMAN YANGINLARINDA BOZÜYÜK !?

ORMAN YANGINLARINDA BOZÜYÜK !?

Eskiden orman yangınları halkın ve askeri birliklerin yardımlarıyla söndürülmeye çalışılırdı. Yetersiz makine ve teçhizat yanında, İl ve İlçe Orman Müdürlüklerinde bol miktarda 'kazma-kürek-balta-tahra-gelberi-kova-süpürge' bulundurulur, merkezi her köyde birkaç 'Orman Muhafaza Memuru' görev yapardı. 

Bu memurların görevi; yıl boyunca kaçak 'odun-çıra-kereste-tütün değneği-yırtma tahta' yapanları yakalamak, mahkemeye sevk etmek; bir de Yaz aylarında çıkan orman yangınları için, Orman İşletme Müdürlüklerinden her yıl verilen ucuz kereste (zat-i ihtiyaç) ve odun alanları Jandarma desteğiyle yakalayıp, orman yangınlarına götürmekti!.. Çünkü herkes bilirdi ki; bir yangın çıktığı zaman, genellikle köylünün yoğun tarla işleri olduğu için, yetişkin erkekler hemen ortadan toz olur, Ormancı ve Jandarmadan bucak bucak kaçarlardı!.. Bilirlerdi ki; her yakalandıklarında günlerce dağ başlarında tutulur, kendilerine günde bir paket 'Birinci Cigarası, bir paket helva ve bir ekmek' verilir, suyu da kovalardan içerler, geri dönenlerin hepsi giysileri parçalanmış, şapkaları delinmiş, saç-sakalları karışmış halde, vücutları kapkara is-pas içinde olurlardı!..

Bu arada kırımı gelmiş tütünler yanar, mısırları ve bahçeleri susuz kalır, yalnız kalan kadınları gece tütün kırmaya gidemez, tütün sergi işlerini yapamazlardı!.. Bu yangınlara köyden sadece Devlet Memuru olanlar, Muhtar ve Azaları, İmam, Fırıncı ve Kahveciler götürülmez, geri kalan 65 yaş altı tüm erkekler götürülürdü!.. Şehir ve Kasabalara zat-i ihtiyaç kereste verilmediği için, onlar yangınlara götürülmez, sadece gönüllü olanlar giderlerdi!..

Özellikle 1960'lı yıllarda çok uzun süren orman yangınları oldu!.. Örneğin; Temmuz ayı başında başlayan 1966 yılındaki bir Göktepe yangını tam 19 gün sürmüştü. Bozüyük merkez köy olduğundan, jandarma da, ormancılar da burada otururdu, en çok insan da buradan tutulup götürülürdü!.. Ormancı ve Jandarmaya yakalanmamak için birçok erkek, gündüzleri çay kenarında söğütler arasında uyuyup, gece vakti işlerini görüyordu. Kimisi tarlalarına 'kadın kılığında' giderlerken yakalandı, kimi gençler arabalarla götürülürken, ilk fırsatta kaçarak geri dönüyorlardı!..

Birinde eski okul önünde sinema seyrediyorduk, bahçe insan doluydu. Nasıl haber aldılarsa eğer, filmin birinci bobini bitince ışıklar yandığında, ön tarafta taşlar üstünde oturan biz birkaç çocuk kalmış, seyircilerin tamamı ev aralarına sessizce kaçmış, bu işe çok şaşırmıştık!.. O yıllarda, o çok meşhur ve kalabalık 'Bozüyük Pazarları' da sekteye uğrar, ormancı ve jandarmadan kaçan insanlar, pazarın da çok sönük geçmesine sebep olurdu!..

Böyle yangınların birinde merhum Mehmet Saraç amca Muhtar, babam da birinci azasıydı. O sabah kızdığı bir sebeple azalıktan istifa etmiş, aynı gece tütün amelesi uyandırmak için evleri gezerken Jandarmalar yakalamış, arabaya getirirlerken arabada oturan Ormancı Mustafa Yargıç jandarmaları uyarmış: "Bırakın onu, İsmail ağabey köyün birinci azasıdır" diyerek babamı kurtarmak istemiş. Ama babam ne dese beğenirsiniz: "Ben azalıktan bu sabah istifa ettim Mustafa Efendi, artık aza değilim!" demez mi? Millet o yangından kaçmak için bin bir bahane uydurup, tebdili kıyafetlerle tüyerken, babam ise ayağına gelen kısmeti iki ayağıyla tepmişti, iyi mi? Kimin haberi vardı senin istifa ettiğinden? Şu eski insanlardaki ahlâka, dürüstlüğe, 'Doğrucu Davutluğa' bakar mısınız? Tabii, jandarmalar bunu duyunca atmışlar arabaya, doğru Göktepe yangınına götürmüşler!.. Tam 9 gün sonra bulundu geldi: Zayıflamış, fötr şapkası delinmiş, elbiseleri yırtılmış-yanmış, eli-yüzü kapkara is-pas içinde, elindeki torbasında da üç-beş paket Birinci Sigarası ile yiyemediği helva paketleri vardı!..

Daha sonraları bu olay duyuldu, herkes babamın bu davranışıyla alay ederken, o şöyle diyordu: "Yukarıda Allah var, ben o gün yalan söyleyip, yangından kendimi kurtarsaydım, bu vicdanımdan yakamı nasıl kurtaracaktım!?" diyordu. Ben babamla hep gurur duydum, bu ahlâk ve dürüstlük anlayışını aynen devam ettirmeye çalışıyorum!..

Her fırsatta "çok ilerlediğimizi, çağ atladığımızı, teknolojide harikalar yarattığımızı" filân söylerler ya? Ben bunlara hiç itibar etmem, inanmam ve sadece gülerim!.. Ulan biz hâlâ şu depremlerden, su baskınlarından, orman yangınlarından, trafik kazalarından, salgın hastalıklardan ölümleri önleyememişiz!.. Ne gelişmesi, ne teknolojisi bu!? Daha Haziran ortasında güzelim 'Marmaris Ormanları' yandı kül oldu, sayamayacağımız kadar orman hayvanı da heder oldu gitti!.. Hani bunun çaresi nerede !?                    Sakin KOŞAR.

YAZARIN DİĞER YAZILARI