Patikadan göğe uzanan yol. Bir zamanlar çam köklerinin arasından, nefes nefese çıkılan o patika bugün belleğimizde hala aynı. Zorlukla varılan ama kavuşmanın huzuruyla yüreğe işlenen bir dua yolu.
Cumhuriyet Gazetesi'nin 12 Ekim 2025 günü Pazar Ekinin 6.sayfasında Güven Baykan'ın köşesinde "Sümela Manastırı " yolu anlatılmış.
Trabzon'dan Maçka'ya yol aldığınızda kent geride kalır, dağların dili konuşmaya başlar. Altındere Vadisi'nin virajlı yollarına adım atar atmaz ilk duyduğunuz şey derenin sesidir. Kayaların arasından çağlayan su, kimi yerde ince bir fısıltıya kimi yerde gürleyen bir uğultuya dönüşür. Yol boyunca size eşlik eder o ses, çam ağaçlarının gölgesi serinliğini yüzünüze vurur, kuş sesleri rüzgâra karışır. Her virajda biraz daha geçmişe, masalın kalbine yaklaştığınızı hissedersiniz.
Bizim zamanımızda Sümela'ya çıkan iki yol vardı. Biri araçların tırmandığı geniş yol, diğeri çam ağaçlarının arasından kıvrıla kıvrıla yükselen dar patika. Biz hep patikayı tercih ederdik. Çünkü o yol yalnızca manastıra değil, insana açılırdı. Çam kökleri kimi yerde yolumuzu keser, dik yokuşlar nefesimizi tüketirdi ama her adımda manastıra yaklaştığımızı bilmek bütün yorgunluğumuzu alırdı.
Patikanın sonunda karşımıza çıkan manzara büyüleyiciydi. Sümela Manastırı, kayaların kayaların göğsüne yaslanmış, göğe asılı bir sır gibi dururdu. Sislerin arasından beliren siluetiyle sanki dağlarla gökyüzü arasında kurulmuş bir köprüydü. O an insan, gördüğünün yalnızca taş değil yüzyılların duası olduğunu anlardı.
Sümela'nın hikayesi, rivayete göre Atinalı keşişler Barnabas ve Sophronios'un rüyalarında gördükleri ilahi bir ışığın izinden bu dağlara gelmeleriyle başlar. Bizans Imparatoru Theodosius döneminde kurulan manastır, yüzyıllar boyunca hem inancın hem de sanatın merkezlerinden olmuştur. Komnenoslar döneminde büyümüş, Osmanlı padişahlarının fermanlarıyla korunmuş, Cumhuriyetle birlikte belleğimizin en değerli parçalarından biri olarak yaşamını sürdürmüştür.
Duvarlarındaki freskler hâlâ nefes alır. Meryem'in kederli bakışları, İsa'nin merhametli yüzü, azizlerin sessiz duaları...Renkler solsa da anlam kaybolmaz. Çünkü Sümela'da taş yalnızca taş değildir. Her duvar, her motif, yüzyılların duasını taşır.
Sümela, doğayla insanın buluştuğu yerdir. Altındere Vadisi'nin hırçın suları, göğe uzanan çamlar, manastırın taşlarıyla bütünleşir. Bu yüzden gelen herkes yalnızca bir manastır görmez, kendi iç yolculuğunu da yaşar.
Benim için de öyleydi. Babamla beraber geldiğimizde, arabayı kenara çekmiş, dakikalarca manastırın göğe yükselişini izlemiştik. O sessizliğin içinde babamın gözlerindeki saygıyı hâlâ hatırlarım. Yıllar sonra bir bahar zamanı yeniden patikadan çıktığımda, kar suları vadiden çağlıyor, güneş dalların arasından ince ince süzülüyordu. Basamaklarda nefesim daralsa da manastır birden karşıma çıktığında bütün yorgunluğun eriyip gitmişti. O an anladım, Sümela'ya çıkmak yalnızca bedensel değil, ruhsal bir yolculuktur.
Trabzon'dan Maçka'ya, oradan Altındere Vadisi'nin virajlı yollarına uzanan bu yolculuk, derenin sesiyle, sisin kucağıyla, göğe asılı taşlarla son bulur. Sümela, yalnızca bir manastır değildir. İnsanın Tanrı'ya yaklaşma arzusunun, Trabzon'un belleğinin ve Karadeniz'in ruhunun taş kesilmiş halidir.
Onu bir kez gören artık yalnızca gözleriyle değil, ruhunun en derin yerinde taşır. Çünkü Sümela, dağların kalbine kazınmış bir dua, göğe yükselen bir hatıra ve bu kentin belleğinde sonsuza dek yaşayacak bir şarkıdır.