OTOBÜS DURAĞI

  OTOBÜS DURAĞI

     Bundan birkaç yıl öceydi, okula gitmek için TBMM'nin yanındaki otobüs durağına geldim. Gaziosmanpaşa'da özel bir Zihinsel Engelliler Rehabilitasyon merkezinde çalışıyordum. Bekledikçe hani otobüs gelmez ya, içimden bir an önce gelmesini diliyor, işe geç kalacağım diye endişe ediyordum.  Az sonra durağa genç bir kadın geldi, giyiminden evlere temizliğe gittiğini düşündüm. Avucundaki çekirdekleri çitleyip kabuğunu yere atıyordu, şöyle bir ters ters baktım, aldırmadı. Bakışlarım ona yaptığı hareketin yanlış olduğunu anlatmaya yetmemişti. Bu sefer uyarmayı düşündüm, gayet kibar bir sesle
     "Yerleri kirletiyorsunuz," dedim. Bu sefer ağzındaki çekirdek kabuğunu daha ileriye tükürerek,
     "Ben, atacağım onlar temizleyecek," dedi, eliyle işaret ederek. Böyle bir yanıt beklemiyordum, şaşırdım,
       "Herkesin peşine bir adam takamazlar," diyecek oldum hırsla yüzüme baktı. Sanki karşısında kavga edecek, içindeki hırsı, kini kusacağı biri vardı. Sanki böyle bir tepki bekliyordu içindekini söyleyecek,
       "Ben bu ülkenin vatandaşıyım, vergimi veriyorum, ben atacağım onlar temizleyecekler," dedi. Ve çekirdeklerin kabuklarını büyük bir keyifle tükürmeyi sürdürdü. Başka bir şey söylemeyi gereksiz buldum. Ben gereken uyarıyı yapmıştım.

       Bu olay bana yıllar önce Kırıkkale'nin Kulaksız köyünde çalışırken bir öğretmen arkadaşımın öğrencileriyle birlikte oynadıkları bir oyunu hatırlattı. Yazarını, oyunun adını hatırlamıyorum. Doğu illerimizin birinde, köylü bir adamın hakkını aramasını anlatıyordu. Adam köyde yaşıyor, fakir bir çiftçi, belki ağanın marabası. Bir gece ağa evini basıyor ve karısını kaçırıyor. Adam ne yapacağını bilemiyor, çaresizce devletten yardım istemeye karar veriyor. Koskoca devlet elbette ona yardım edecek bu haksızlığa son verecek adalet yerini bulacaktı. Bu amaçla şehre gidiyor, adliyenin önündeki arzuhalciye derdini anlatıyor o da bir dilekçe yazıp nereye götürmesi gerektiğini söylüyor. Adam seviniyor, umutlanıyor, dilekçeyi götürüp gerekli yere veriyor. Aradan zaman geçiyor, dilekçesine yanıt geliyor, o yanıta karşılık yeni bir dilekçe yazdırıyor arzuhalciye. Bu dilekçe yazmak ve yanıtını beklemek, yanıta yanıt vermek yıllarını alıyor. Son bir yanıt geliyor devletten, kısaca şöyle yazıyor, "Sen evli görünmüyorsun, adını söylediğin kadın ağayla evli ve ondan iki çocuğu var. Bu durumda dava açılmaya gerek görülmemiştir." Adam başından vurulmuşa dönüyor. Demek ben evli değilmişim, demek benim karı ağadan iki çocuk doğurmuştur deyip ağlayarak köyüne dönüyor. Boran çayının kıyısına geliyor. Çaya uzun uzun bakıyor, büyük bir kararlılıkla çaya işiyor. İşini bitirince,
       "Bu çaydan umarım içersin ağa, benim sidiğimi içersin," diyor. Pantolonunu çekip köye doğru yürüyor. Artık içi rahattır ağadan öcünü almıştır.

        Bu iki olayda da insanlar farklı yerlerde, farklı durumlarda olsalar da başa çıkamadıkları olayları kendi yöntemleriyle çözdüğünü sanıp ya da öyle düşünüp rahatlıyorlar. Çünkü yaşam ve bazı insanlar o kadar zor ve acımasız ki başa çıkmak ve çözüm bulmak imkansızlaşıyor. Kimi kişiler anlatımlarımda olduğu gibi pasif yollar seçerken kimileri yasa dışı yollara yöneliyor ve üzgünüm bazıları yaşamlarına son veriyor.

     Ama her şeye rağmen yaşam ve yaşamak güzel. Ne kadar zor olsa da çözüm üretmek, bir bilene danışmak ve örgütlenmek gerek diye düşünüyorum. Ancak o zaman güçlü olur hakkımızı savunabiliriz.     


 

YAZARIN DİĞER YAZILARI