Son zamanlarda hangi sokağa girsem kargo arabası ve dağıtımcı gençleri görüyorum, ellerinde telefon, karıştırdıkları adresleri doğrulatırken. Bazen minik bir paket, bazen koca koca kutuları çıkarıyorlar, merdivenlerden nefes nefese.
Yaşadığımız pandemi dönemi de etkili oldu her şeyi sipariş edip kargocu beklememizde. Özellikle gençler bütün giysilerini artık öyle alıyorlar, ben bir ayakkabı için o kadar dolaşıp denediğim halde yine de tam uygununu bulamıyorum, birde utanarak değiştirmeye gidiyorum. Onlar olmayınca anında iade ediyorlar, kargocular bu sefer tersten devreye giriyorlar. İki tarafta alışmış, bu iade işleminden hiç rahatsızlık duymuyorlar. Bana göre değil, üç gün dolaşıp, dokunup, denemeden alamam bazen bu dolaşmaların sonunda ilk gün gördüğüm yere dönüp almışlığım da vardır, aslında ilk gördüğümde bilirim onu alacağımı ama yine de dolaşırım bir belki uğruna.
Ankara'da küçük kızıma alınacak bir eşofman için Kızılay'dan başlayıp ulus Kavaklıdere en son Kızılay ve ilk gördüğü eşofmanı almıştık. Ben pes etmiştim işte bu güzel al artık dediğimde ya daha güzeli varsa diye dolaştırmıştı beni.
Çok eskiden bizim de böyle bir sistemimiz vardı, hazır giyim olmadığı için işlem kumaş üzerinden yürürdü. Haftanın belli bir gününde Mehmetçik gelirdi köye, gerçek adını kimse bilmez basmalaaa, pazenlee, tülbentleee, çarşaflaa diye önce sesi duyulur arkadan kendisi görünürdü. Başında kasketi, iki koluna taktığı kumaş bohçalarının bile kısaltamadığı uzun boyuyla. Bohçalarını gözüne kestirdiği bir kapının önüne koymasıyla kadınların başına toplanması bir olurdu, tabii ki biz çocuklarda ama bizi hemen sıranın dışına iterlerdi.
Bohçalar açılır birinde yerli dokuma beyaz, çizgili çarşaflar, iri güllü, desenli, döşemelikler o günün tabiriyle minder yüzü kumaşlar ki o zamanın en önemli ev eşyasıydı o minderler. Kış yaz onların üstünde geçer oturulur, yatılır, bağa bahçeye göçülürken eşeğe sarıp götürülür, onun için de çok çabuk eskirdi o minderlerin yüzü. Öbür bohçada rengârenk çiçek desenleriyle Nazilli basması, allı güllü pazenler, iç çamaşırı dikilen beyazlatılmış kaput bezi, tülbentler, yazmalar ve genç kızların çeyizlerine kanaviçe işledikleri patiskalar o günün deyimiyle humayın olurdu.
Biz çocuklar aradan sokulup, ucundan tuttuğumuz bir basmayı annemize göstermeye çalışırdık alsın diye. Bu hareketimizin karşılığı yine kovulmak olurdu. Basmalar çok güzeldi de bazıları hemen solardı, solup solmadığını anlamak için kumaşın kenarından çekilen bir tel iplik tükürükle ıslatılır, kadınların başlarındaki beyaz tülbentin arasından çekilirdi. Eğer solmuşsa tülbentte renkli bir yol oluşurdu.
Herkes alacağını alır, paranın yarısının haftaya verilmesinde anlaşılır, olmayan bir şey varsa haftaya getirmek üzere sipariş edilir, unutma ha diye sıkı sıkı tembihlenir, nihayetinde Mehmetçik bohçalarını koluna takar başka bir mahalleye doğru yönelirdi. Kendisine elbiselik basma alınan çocuk sevinçle annesiyle eve giderdi. Kumaşa biraz dokunsun, sadece ona allınmışsa kardeşini kıskandırsın diye, bazen bu evlerden çocuk kavgalarının sesi gelirdi, annelerin haftaya sana alırız sözleri arasında. Bazen de büyük küçük evdeki bütün kızlara hatta anneye aynı kumaş alınırdı.
Bir bayram öncesi, yeni çıkan çiçekli naylon kumaşlardan kardeşimle ikimize aynı kumaş alınmış, galiba da aynı model elbise dikilmişti. Bayram sabahı, erkenden elbiselerimizi giydik, kış günü havanın biraz ısınmasını bekliyoruz, bayramlaşmaya gitmek için. Kardeşim odadan dışarı çıkmıştı geldiğinde ısıtmak için ellerini sobaya uzatmasıyla evin içine bir yanık kokusunun dolması bir oldu, naylon elbisenin eteği sobaya yapışmış elbisenin önünde kocaman bir delik açılmıştı. O zaman için ne büyük faciaydı.
İkindiye doğru Mehmetçik bohçalarını eşeğe yüklemiş, kendisi de binmiş bir başka köye doğru yol alırdı. Bizim siparişlerde aracı yoktu, doğrudan satıcıdan alıcıya teslim. Birde tabii ki seçeceklerimiz Mehmetçiğin bohçasındakilerle sınırlı idi.
Fatma Ayhan Ağustos 2022