SIRAMI BEKLERKEN

Devlet Hastanesinde MR sıramın gelmesini bekliyorum. Şimdi bir kadın çıktı kapıdan, heyecanla "20 dakika nasıl durdum bilemedim, canım çıkıp gidiverecek sandım" dedi, kocası da" he he iyi sabrettin" derken elindeki çantayı kadının eline tutuşturmaya çalışıyordu.

O sırada; acil tarafından üç kişinin zorla zapt ettiği, koluna serum takılı küçük çocukla annesi geldiler, çocuk ortalığı inletmekte. Nöbet değişim zamanıymış, yeni gelen görevliye, "acil vaka geldi yarım saat rötar var" dediler. Şu anda saat 21.30 demek ki bir saat daha buradayım.

Hava da bir tuhaf, gelirken pencereden kontrol ettim soğuk gibi geldi, ona göre giyindim ter içinde kaldım, turistler incecik şıkır şıkır kıyafetleriyle yemeğe gidiyorlardı, kim kime tuhaf göründü bilmiyorum.

Öylece beklerken, bu beklemek iyi bir şey değil, acul birisi olarak becerebildiğim bir şey de değil. İnsanın aklına fi tarihinde olmuş şeyler üşüşüyor, güzel ve eğlenceli şeyler olsa neyse de kötü şeyler akın ediyor arka arkaya, belki de hastane ortamının etkisidir.  Ankara'da haftalarca yattığım, kimselerin gelip gitmediği hastane odasını hatırladım, yatağım tam kapının karşısındaydı. Bilirdim kimsenin gelmeyeceğini ama ziyaret saati başladığında gözüm kapıya takılırdı.

Her yatağın başında, ilk geldiklerinde bana da usulen bir geçmiş olsun diyen bir sürü ziyaretçi olurdu. Yattığım yerden onları inceler, davranışlarına göre yakınlık derecelerini keşfetme oyunu oynardım, adet yerini bulsun diye gelenler, bir süre sonra saate bakmaya başlar, çocuklar mızmızlanarak büyüklerin elini kolunu çekiştirir, keşif oyununu bitiren benim de canım sıkılırdı.  Dışarı çıkmak istesem de yataktan kalkıp o kadar kişinin arasından geçmeyi ve koridorda uzun süre ayakta kalmayı göze alamazdım. Ziyaret saatinin bitmesine rağmen odada kalan son ziyaretçilerin de görevlilerce dışarı çıkarılmasıyla hastane hayatı normale dönmeye başlardı.

Biri hastane girişi tarafından, diğeri acil koridorundan gelen ellili yaşlarda iki kadın karşılaşınca sarıldılar birbirlerine, acil tarafından gelen başka bir ilçeden gelmiş, geçmiş olsun neyin var muhabbetinden sonra;

 "Torun mu bakıyorsun hala" dedi burada oturan.

 Öbürü utanmayla sevinme arasında, "evlendim ben, torun morun bakmeyom"dedi,

 Aaa dedi arkadaşı "ne zaman evlendin, nasıl iyi birimi, çoluğu çocuğu var mı? Anneni ne yaptın, kadıncağız yalnız başına mı kaldı o yaşta"?

İyi iyi hiç bir şeyime garışmeyo diyerek kocasının şeceresini anlatmaya başlamıştı ki üç genç girdi görüş alanıma. Ortadakinin bir ayağı alçıda, kollarını iki yandaki arkadaşlarının omuzuna atmış, tek ayak üzerinde sekiyor. Gençlerden biri o sıcakta üstünde montu ve kapüşonu kafasında, sanki saklanmaya çalışıyor. "Tam da zamanını buldun ayağını kırmanın" diyor.

"Keyfimden mi kırdım oğlum ya" derken seke seke acil girişine doğru yöneldiler.

Üç kişi daha geldi acil tarafından çok telaşlılardı, onları hemen içeri aldılar, adamın MR'ı çekilirken kadınla konuştuk biraz, "hiçbir şeyi yoktu, dışarda yemek yiyorduk birden adamın ağzı kaydı bir yana doğru, apar topar geldik" dedi, yanlarındaki de arkadaşıymış adamın, o getirmiş hastaneye. Çıkmasını bekliyoruz acil bir vaka daha gelmezse sıra benim.

 Kadını dinlerken yıllar öncesine gitti aklım. İlk defa kişisel el sanatları sergisi açmaya karar verdim, Belediyeden Mayıs ayı ortaları gibi gün aldım, heyecanla eser yetiştirmeye çalışıyorum. Mart'ın son günleri, bir sabah baktım yüzümün bir tarafı sanki benim değil, Grev ilan etmiş hiçbir faaliyete katılmıyor, göz sürekli açık kapanmayı bırak kırpmıyor bile, geceleri güvenlik için bantlayıp yatıyorum. Ağzın ve dudakların yarısını kullanarak ta gülünebiliyor, öbür yarısı inatla sabit duruyor. Kafamda sanki ses dönüştürücü bir alet var en küçük sesi anında en yüksek volüme çeviriyor, yemeği tek başıma yesem ne iyi olacak, birisi varken ağzımı kapatmam gerekiyor. Birisiyle konuşurken de karşılıklı bir tedirginlik yaşanıyor, ben ağzımı kapatmaya çalışıyorum, karşı taraf bakmamaya çalışıyor ama merak da ediyor, arada bir bakışları durumu yakaladığında ne yapacağını bilemiyor. En küçük bir esintiyi yüzümün bütün hücreleri anında hissediyor. Kortizon kullanmadaki aralıkların çok hassas olduğunu bilmediğimden kortizon krizine giriyorum, bir sürü şeyler, sergimi temmuza erteletecek kadar devam eden bir süreç. Yüz Felci, Kamyoncu hastalığı da deniyormuş tek taraflı rüzgâr aldıkları için, (belki de geçmiş hayatımda kamyoncuydum) o zamandan kalma bir alışkanlıktır yanımda şal veya kapüşonlu bir giysi taşımak.

 Nihayet kapı açıldı, çarpılmanın etkisini görebilmek için adamın yüzüne bakmaya çalışırken adım okundu.

Makinanın içinde kıpırdamadan, hangi sesin geleceği ve ne kadar sürede başka bir sese yerini bırakacağı konusunda tahminler yaparak, değişen sesleri sayarak, zamanı geçirmeye çalışırken nihayet ses tamamen kesildi ve kapı açıldı.

Geldiğim yoldan geri dönerken, rengârenk ışıklandırılmış sokaklar sakinleşmiş, gece eğlence mekânlarında devam ediyordu. Ayaklarım hastaneyi tamamen unutmuş, yanından geçtiğim mekânların müziğine kendini kaptırmış eve doğru keyifli bir yol tutturmuştu.

 

 

Fatma Ayhan 4 Temmuz 2023

YAZARIN DİĞER YAZILARI