"ÖLÜM ADIN KALLEŞ OLSUN."

   (Başlığı Enver Gökçe'nin şiirinden aldım)

 

Oturdu yüreğime bir hüzün, bir acı ki, dayanılmaz. Ne deyim a dostlar şoktayım, bilmiyorum ne yazılır, ne yazılmaz, rastgele karalıyorum. Aradım üç-dört gün önce, ses yok karşıdan, ulaşılmıyor. Meraktayım geri dönmez günlerce. Bir sızı düştü yüreğime, alev alev yanıyorum...

Bir dostu aradım, ses yok ulaşamıyorum, nolur bir de sen bak, ne oldu buna. Bir hafta önce konuşmuştuk telefonda, iyiydi dedim, onun da haberi yokmuş. İyi haber getir, bıçak saplama ciğerime. Dostumun da dostuydu giden değer, onunda haberi yokmuş meğer. Korkum daha da arttı, umudu diri tutuyorum. Kendi kendime konuşuyorum, neden iyi şeyler gelmez aklıma, umut neye yarar! Çünkü aynı duyguyu onlarca kez yaşadım.

Saat geçti, gün geçti, güneş doğdu, gece aya bakmadım, yıldızları görmedim. Meğerse her gece kayıyormuş bir yıldız. Hava buslu, hüzün bastı, yoğurdu!

Sabah kalkamadım, bir ağırlık var üstümde. Çeşit çeşit düşüncelerim, karmaşa var beynimde, çözemedim gitti, bir şey var çok derinde. Yine de umudu yitirmedim bu günde.

Masa beni bekliyor, çalışmaya başladım, bir bunaltı var üzerimde, hava ağır, bana çalışma diyor. Bilmiyorum ama sanki beni uyarıyor. Kafama taş düştü, beynim durdu duracak, tik tak tuşlar çalışıyor ama amanın aması var, hüzün bu, an olur bilemezsin, seni nerden vuracak, çözemez beyin, belli ki bekletecek.

Sokaktan bir ses, gece biri telefonla görüşüyor, bekçiymiş, hakaret, küfür, gırla gidiyor, bilmiyorum neciymiş. Ölmeyecek gibi herkes, bas bas bağırıyor, meğer konuştuğu kardeşiymiş. Gece boyu bağırdı, durmadı ben çalışırken. Şimdi biri gelir kavga çıkarır dedim ama şükür kavga çıkaran olmadı. Mahalle sakinlerinin çoğu rahatsız oldu sesten, uyardılar, ya sabır çektiler. Konuşan ise hiç hiç utanmadı.

İlaçlarla ben "kanka" oldum vazgeçmem, onlarsız hiçbir şey yemem-içmem. Dost ile görüşmeye gitmeden önce ilaçlarımı yazdırmam gerekli, dost diyor ki, küsmem, biliyorum zamanı da ayarlamam lazım diye düşünüyordum.

Yakında dost ile görüşeceğim, günü belli değildi. Günü güne atmayacaksın, seni beklemez kimse, zaman zamanı kovalıyor, farkında değil kimse, zamanından önce alır ölümse, ondan sonra ister ağla, ister gülümse!

Öyle de oldu, dost telefon etmiş, duymadım aradığını, haber verecekmiş. Üç-beş dakika sonra değerli insanı ben aradım, iyi haber bekliyordum, sevinçle! Nereden bilecektim, acı haber vereceğini, oda hüzünlü ve üzgündü. Yıkıldım o anda, kalbim sıkışıyor, dostum da acı çekiyor, "Daha bir hafta oldu konuşalı" diyor. "Ne yapalım elde değil, bize de gelecek" diyerek beni teselli etmeye çalışıyor, kendince. Çünkü o da yıkılmış, viran olmuş, sesi acıklımı acıklı, bilmez miyim ben onun bu halini!

Tabii çok haklı, çok yerinde sözleri! Gidenleri anıyoruz, hiç bitmiyor özlemleri, şimdi buluşur bol bol şiir okurlar. Yaşıyoruz, yaşatacağız, söylenir türküleri.

 

"TERSİNE DOĞRU

 

Darağacı çiçek açtı,

Kıskandı nar,

Bütün nehirler geriye doğru,

İsyan halinde sular!

 

Güneş doğmayı unuttu,

Sondan başladı sayılar!

Dedeler yeni doğdu,

Aksakallı çocuklar!"

                          İbrahim Ergin

 

Gitmenin, hiç sormadan gitmenin sırası mıydı Ergin. İbrahim nereye geç kaldın. Söyle bana ne deyim! Toprağa koymak için acele ediliyor, sanki şehir dışındaki dostlarına gelmeyin diyorlar. Paramparçayım, darmadağınım, ben nerdeyim, soramam da kimseye nerden bilsinler, ölürsem erkenden defnetmeyin, dostlar gelsinler.  

 

İşte şair,

 

"Sen benim elim kolum,

Baktığım yerde gülümsün.

Sen dönüşü olmayan yolum,

Güneş gören yerimsin."

   

İbrahim Ergin bu dörtlüğü yazarken nasıl bir duygu içindeydi? Kendisinden başka kimse tam olarak açıklayamaz! Fakat bu dörtlük her aşığın, her şairin yüreğinde derin izler bırakır.

 

"Bir yaprak düşse dalından,

Soluğumdur, yorgun kuşların gördüğü

Ben ki, uslu bir bıçak gibi kınından,

Aynaların sessizce götürdüğü!"

 

İbrahim Ergin bu dörtlüğü ile aynalara bakınca yaşlanmayı, beden yorgunluğunu anlatırken, yüreğinin genç olduğunu ifade ediyor. Haklının yanında, haksızın karşısında yer alan Ergin, Dağlarca, Nazım, Hasan Hüseyin, vb. birçok şairin izinden giderken, Pir Sultan Abdal gibi direniş gösteren şairimiz, unutulmaz eserler bırakarak, adını altın harflerle yazdırmış oldu.

 

Bayramlarda, özel günlerde ve her ay en az bir defa aradığımda ihtiyarlıktan yakınır, gözlerinin iyi görmediğini, okuyamadığını, yazamadığını anlatırdı. Her ne kadar da teselli etsem de, "Yok yok Kemal'im iki aydır dışarı çıkamıyorum, yürüyemiyorum, yazamıyorum" diyerek durumu özetler, üzüntüsünü belli ederdi. Bir şair, yazar, okuyan için en büyük cezadır, çaresizlik içinde kıvranmak!

 

Bir gün konuşmamızda, özel olarak yanına geleceğim, seninle birkaç gün sohbet edeceğim dediğimde (tahmin ediyorum gözleri ışıldamıştır), sesi bir anda değişti. "Tabii çok sevinirim, benim adama ihtiyacım var. Birileriyle sohbet etmek, konuşmak istiyorum. Evde tek başıma çok sıkılıyorum" demişti.

 

Hastalığım bu gün yarın biraz daha düzelir, öyle gideyim derken, yokluğunu haber aldım. Demek ki, bir dostu görmek için, önemli bir işi gerçekleştirmek için plan yapmayacaksın, ertelemeyeceksin, pat diye gideceksin. Belki o an gerçekleştirmek istediğinizi gerçekleştiremeyebilirsiniz, gideceğiniz yerden kaynaklanan sorunlar olabilir ama "keşke ertelemeseydim" pişmanlığı olmazdı. İnsanı üzen durum bu durum olsa gerek.

 

Yine bir telefon konuşmamızda, yazılarımı okuduğunu, beğendiğini söyler, geçmişe dalar, İzmir'i anlatır, öğrenciliğini, şairlerle sohbetlerinden bahseder, en çok da Kordon boyu gezmeyi özlediğini dile getirirdi. Arada bir sorar, "Muğla'ya dönecek misin? İzmir'de mi oturuyorsun? Çabuk dön yahu, özledik" derken bile, İzmir'in adı geçtiğinde sesi değişir, başlardı anlatmaya. Çünkü gençliği, öğrenciliği, en güzel günleri İzmir'de yaşamış.

 

İbrahim Ergin bazen konuşmaya dalar gider, birden bire, "Orda mısın yahu?" der, buradayım, istersen bir şiir okuyayım dediğimde, "oku tabi" cevabını verir, mutlu olurdu.

 

İbrahim Ergin, İnsanlığın yüz karası 2 Temmuz 1993 Sivas-Madımak otelinde yakılanlar için yazdığı bir şiir nedeniyle ceza alır, 15 milyon Türk Lirası bedel öder. O yokluk döneminde ödediği bu para şairi üzer ama daha çok insanlık suçunu işleyenlerin kayrılması, ülkenin geriye gidişine üzülürdü. İşte o şiir;

 

"MADIMAK

 

"Sivas yollarında geceleri

Katar katar kağnılar gider."

Cahit Kulebi, (1917-1997)

 

Ah Cahit Kulebi ah

Sivas senin bildiğin Sivas değil.

Şimdi Sivas yollarında geceleri

Bir takın adamlar tutmuş yolları

Dişleri kirli, sarı

İrin gibi suratları

Bir oteli yakacaklar

Ve içindeki aydınları!

.

.

."

      

 

"Ölüm adın kalleş olsun"

     

İbrahim Ergin'e

 

 

Aldın yine birimizi,

Elimizi, kolumuzu, dilimizi!

Ne istedin bizden uzak dur artık

Kırdın, yok ettin çınarlarımızı.

 

Dal kırıldı, düştü kolumuz,

Azalıyoruz bir bir, tükeniyoruz.

Zordu yaşamımız, acı yoğurdu bizi

Dayanmaya çalışıyoruz.

 

Ölüm, ücretini kim ödüyor,

Kasktın nedir, bilmiyoruz

Alay edip gülüyorlar,

Kaybederken değerlerimizi!

 

İsyanım var, isyandayım,

Havada, toprakta, sudayım,

Beni aramasınlar boşuna;

Bulamazsınız, her yedeyim,

Kesemezsiniz güneşimizi.

 

Her gittiğimizde çiçek açarız,

Sevgiyi çoğaltır, türkü oluruz.

Çamlıbel de Köroğlu'yuz,

Yıldız Dağı'nda Pir Sultan,

Ve nice nice yiğitler,

Çoğalırız her baharda,

Tüketemezsiniz.

 

Avaz avaz türkü söylüyorum,

Kanar yüreğim acılar içinde.

Kış gelmiş, ağıda durmuş ağaç   

Börtü böcek ve de çiçek,

Ölümü bekliyorum!

 

Kemal Gürbüz

Şair, Yazar-Devlet Sanatçısı

YAZARIN DİĞER YAZILARI