Geçen günlerde değerli bir yazarımızın "Türkiye'de Egemenlik Milletin Olmadı" başlıklı makalesini okuma şansını yakaladım. Yazarın genel değerlendirmesi doğru. Bu değerlendirmesinin çoğuna katılsam da, bazı değerlendirmesine de katılmadım. Yorumda da yazdım. Şimdi konumuz bu değil.
Din-tarım toplumundan Cumhuriyete geçmekle yeni birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Toplum kulluktan kurtulmuş, yurttaşlığa geçmiş ama yurttaşlık bilincini kazanamadığı için ikiliğe düşmüştür. Kısa zaman içinde ekonomik gelişme sağlanırken, sosyal bilinç o kadar kolay sağlanamamıştır. Birçok çağdaş gelişmelere kavuşan toplum, eski alışkanlıklarından, yaşama tarzından kolay kolay vazgeçmemiştir. Yüzlerce yıl kula kulluk yapan toplum, yurttaşlığın ne demek olduğunu kavrayamamıştır. Bunun en büyük nedeni Osman oğullarının toplumu cahil bırakmış, okuma-yazma oranı %3-5'i geçmemiş, bilenlerde Medrese eğitimi alanlardır. Cumhuriyetin ve devrimlerin ne olduğunu daha kavrayamayan toplum, din-inancın da etkisiyle gerici, Cumhuriyet karşıtlarınca yapılan propagandaya ilgisiz kalamamışlardır. Bu karşı devrimciler, Osmanlı İmparatorluğunda önemli çıkarları olan, hatta matbaanın ülkeye 300 yıla yakın geç gelmesini sağlayan, çıkarları kaybolan dinci-kinci bir kesim. Halkın cahilliğinden yararlanan bu azınlık, toplumun aydınlanmasının çıkarlarına olmadığını bildikleri için Cumhuriyete düşman kesilmişlerdir. Bunlar için toplumun nereye sürüklendiğinin önemi yoktur, yeter ki çıkarlarına dokunulmasın, hiçbir şeyin önemi değildir. Bugün Osmanlıya özenen, din elden gidiyor diye feryadı edenler çürümenin de en büyük mimarlarıdır.
Benin çürüme dediğime ünlü yazar İsmet Zeki Eyuboğlu'nun "Toplum Sarsıntıları" dediği kitabında neler demiş, beraber bir göz atalım: "12 Eylül yıkımı geldi, ulusun temel kurumlarını sarsaklara yaraşır bir inanç uğruna yıkmayı başarı, beceri saydı. Atatürk Devrimleri'nin kökünü kazımayı, ulusu Ortaçağın gerisine sürüklemeyi çağdaş bir başarı sayarak çağın dışına çıkıverdi. Bunları yapanlar, daha sonra yığın yığın yolsuzlukları ortaya dökülünce, bu durumu daha önce sezdikleri için, Anayasaya koydukları geçici bir bölümle kendilerini güvence altına aldılar. Yıkarken utanmadıkları yasal düzenin koruyuculuğuna sığınırken yine utanmadılar. Bunların kimileri şimdi Akdeniz'in durgun, ışıklı sularına bakarak geviş getirmenin tadını çıkarıyorlar.
.Türkiye'de karanlığın ayak sesleri günden güne yükseliyor, uykularda, düşlerde bile duyuluyordu. Tüm sorumlular kabuklarına çekilmiş birer kaplumbağa gibi duygusuz, toplumsal kurumların elden çıkarmanın, başkalarına satarak yandaş kazanmanın, parti kurtarmanın çırpınışları içinde, bilinçsiz bir durumda çırpınıyor. Türk insanını çağdaş bir varlık değil, sömürülen bilinçsiz varlık durumuna getirmek için yarışa çıkmışlardı. Ulusal kaynaklar yabancı tekellere veriliyor, satılıyor, seçimi kazanan, yönetimi eline geçiren parti tüm kamu kuruluşlarını "kendi adamlarıyla" dolduruyor, görevlileri birkaç katına çıkararak (kadroları şişirerek) kurumu yıkıma sürüklüyordu. Sözün kısası on görevlilik bir kuruma elli görevli atanıyor, kurumun üretim yükü tüketimine yetmez duruma getiriliyor, sonra utanmadan, sıkılmadan, yılışık bir tutumla sırıtarak, "kamu kuruluşları devleti batırıyor, zarar ediyor özelleştirilmeli, satmalı" demekten çekinmiyorlardı. Dinci, "milliyetçi-mukaddesatçı" geçinen partiler yönetimi ele geçirince kamu kuruluşlarını hırsızlarla, kaçakçılarla dolduruyor, içinden çıkılmaz yolsuzluklara olanak sağlıyordu."
1946 yılında Milli Eğitim Bakanı olan Şemsettin Sirer, tolumun aydınlanması yolunda eğitim-öğretim veren Köy Enstitülerini hedef almış, ilk darbeyi indirerek, toplumun aydınlanması, yurttaşlık bilinci yarım bırakılmıştı. Çok partili döneme geçildiğinde Demokrat Parti kurulmuş ve ilk seçimlerde tek başına iktidar olmuştu. DP Köy Enstitülerini kapatarak toplumun bilinçlenmesinin önüne geçmişti. Dolayısıyla adında "Demokrat" olan parti tam anlamıyla karşı devrimin mimarı olup çıkmış, demokrasinin yerleşmesine de büyük bir darbe indirmiş oldu.
Bugün neden bu durumdayız? Sorusunun cevabı, Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılı ile T.C. Devletinin son yetmiş yılını sorgulamamız gerekir. Neden Türkiye'de Egemenlik Milletin olmadı? Sorusunun cevabı da bu tarihlerin içindedir.
Çürüyen bir toplumda adalet, güçlülerin adaleti geçerli olup, demokrasi ve aydınlanmanın rafa kaldırılması demektir!
Saygılarımla.
Kemal Gürbüz
Şair, Yazar-Devlet sanatçısı
10.05.2025