2 TEMMUZ 1993 KARANLIĞI

 

2 TEMMUZ 1993 KARANLIĞI

 

Yine bir 2 Temmuz. Sivas Madımak Oteli’nde insanların diri diri yakıldığı 1993 yılından bu güne kadar bir türlü sönmüyor bu yangın, söneceğe de benzemiyor. Bu yangın dünya var oldukça, insanoğlu yaşadıkça sönmeyecek, söndürülemeyecek! Sivas’ın, Türkiye’nin, hatta insanlığın yüz karasıdır bu yangın. Kinin, nefretin, bölücülüğün, sömürünün, ötekileştirmenin, acının, açlığın, sefaletin,  insanlıktan çıkmanın, ölümün v.b. gibi tüm kötülüklerin simgesidir bu yangın. Ne inançla, ne dinle, ne de başka bir şeyle açıklanabilir, savunulabilir, taraf olunabilir bir olay değildir, bu yangın. Tam anlamıyla insanlığın yüz karasıdır, bu yangın!

Biz Sivas Madımak Oteli’nde yangında vefat eden insanları andık, anıyoruz, anmaya da devam edeceğiz. Ta ki; adalet yerini bulana kadar. Yangında ölen insanların yakınlarının neler yaşadığını pek dile getirmediğimiz gibi, yangından yaralı kurtulanlardan da birçoğumuzun haberinin olmadığını Hamit Taka Öğretmenimden bana gelen bir facebook’tan öğrendim. Soner Yalçın’ın kaleme aldığı bu yazıyı noktası, virgülüne bile dokunmadan sizlerle paylaşmak istedim.

LÜTFİYE AYDIN

“2 Temmuz 1993 olaylarında, yani Madımak vahşetinde yanmadan önce, kendini aşağıya atarak kurtarmış ve hafızasını kaybetmiş bir edebiyat öğretmeni..

Madımak Oteli’nin 109 ve 110 numaralı odaların pencerelerinden karşı binaya geçiş vardı. Buradan kaçan 31 kişi kurtuldu.

Kendini, eşiyle birlikte otelin boşluğuna atan yazar Lütfiye AYDIN’ın trajik hikayesi bu gün hâlâ sürüyor..

Alevler giderek yükseliyor. Herkes çığlık, çığlığa can derdinde! Lütfiye AYDIN, yangından kurtulmak için, eşi Avukat Cafer Can AYDIN’la birlikte kendini otelin apartman boşluğuna bırakıyor. Dumandan göz gözü görmüyor. Bağırıyorlar, bağırıyorlar, güçleri bitiyor..

İtfaiye araçları otele ulaşmak istiyor. Göstericiler, araçların tekerleklerinin önüne yatarak engellemek istiyorlar. Polis havaya ateş açıyor. Yangın söndürme çalışmaları nihayet başlayabiliyor. İtfaiye yangını söndürürken, otel boşluğunun üzerindeki camlar patlıyor. Kızgın camlar, yerde baygın yatan Lütfiye AYDIN’ın üzerine yağmur gibi yağıyor..

Gece 01.00’de yangım tamamen söndürülüyor. Otelden 35 ölü çıkarılıyor.. Duvar dibinde olduğu için camların pek değmediği Cafer Can AYDIN kendine gelir gibi oluyor. Güçlükle dışarı çıkıyor. Bir polis O’nu görüyor, şaşırıyor; başka yaşayanlar var mı? Diyor. Eşi Lütfiye AYDIN’ın adını söylüyor, bayılıyor. Otel hala tütüyor. Ve otelden en son Lütfiye AYDIN çıkarılıyor.

Lütfiye AYDIN morgda.. Polis Lütfiye AYDIN’ın öldüğünü düşünüyor. Bir kamyonetin arkasına koyup hastane morguna kaldırılıyor. Cafer Can eşinin öldüğüne inanmıyor. Sabaha karşı, güç bela morga gidiyor. O’na son kez dokunmak için doktordan rica ediyor. Doktor; -Sivri bir şey var mı? Diye soruyor, kalemini veriyor. Kalem Lütfiye AYDIN’ın ayağına batırılıyor, tepki veriyor; yaşıyor.. Aradan birkaç saniye geçiyor, Lütfiye AYDIN sayıklıyor, Ce.. Ce.. Eşi tamamlıyor; -Ceren.. Ceren.. Ceren kızlarının adı. Cafer Can hem kızının adını –Ceren.. Ceren.. diye tekrarlıyor, hem de haykıra haykıra ağlıyor.

Lütfiye AYDIN kurtulmuştu ama bu “kurtuluş” hiç de kolay olmayacaktı..

GATA Yanık Merkezi.. Lütfiye AYDIN’ın vücudu ağır derecede yanıktı. Önce Sivas’ta tedavi görüyor, daha sonra Ankara’da GATA Yanık Merkezi’nde. Olaylardan üç gün sonra 5 Temmuz günü, gözünü GATA Yanık Merkezi’nde açıyor. Ne güzel tesadüf; 5 Temmuz kızları Ceren’in doğum günüydü, 17’sini dolduruyordu. O gün, 35 gün sürecek zorlu tedavi sürecine başlıyor doktorlar. Ölü derileri tek tek soyuyor, yatağı bir küvet oluyor. Konuşmakta zorlanıyor. En yakınlarını bile tanımıyor.

 

Cumhuriyet Pazar bulmacası çözme alışkanlığı vardı. Hastanedeyken sürekli; -Bana bulmacamı getirin! Diyor, nedense bir türlü getirilmiyor bulmaca.. Sonunda bir gün getiriyorlar, dünyalar O’nun oluyor.. Kalemi eline alıyor ve öylece kalakalıyor. Oda ne; harfler birbirine giriyor. Zorluyor, zorluyor, olmuyor, okuyamıyor. Gazeteyi neden getirmediklerini anlıyor.. Odadan çıkmıyor. Aylar sonra hastaneden taburcu oluyor.

Evine gelir gelmez, odasının perdelerini kapattırıyor. Günlerce çıkmadan o karanlık odada, tek başına yatıyor. Eşi ve kızının büyük çabasıyla, günlerce verdikleri mücadele ile, sonunda hayata dönüyor.

Edebiyat öğretmeni, yazar Lütfiye AYDIN, okuma yazmayı yeniden öğreniyor. Zamanla odasından, evinden çıkmaya başlıyor. Sokakta, halini hatırını soranlara; -Trafik kazası geçirdim diyor. Yalan söylemiyor aslında, çünkü öyle biliyor. Ne Sivas’ı, ne Madımak Oteli’ni, ne de yangını hatırlıyor..

Bir gün odasından katıla katıla ağlama sesi geliyor. Anımsıyor, tüm  olup biteni.. Hemen bir daktilo istiyor, yazmak istiyor. Yazarsa belki arkadaşlarını, gencecik çocukları geri getireceğini düşünüyor, oturup yazmaya başlıyor. Sekiz saat sürüyor yazması; yarım sayfa ancak yazabiliyor. Pes etmiyor, yazmayı bırakmıyor.

Lütfiye AYDIN, bu gün zor yazıyor ve güçlükle konuşuyor. O’nun için Madımak yangını hâlâ sürüyor.

Ya sizin için.”

           Soner YALÇIN

Evet, bu yangın hiç sönmeyecek, dünya durdukça duracak, insanlar yaşadıkça bu yüzkarası olay silinmeyecek beyinlerden. Ancak adalet yerini bulursa, biraz hafifleyebilecek bu yangın!

Bende, Sivas madımak oteli yangının bıraktığı acıyı bir şiirle anlatmak istiyorum.

 

DEVAM EDEN DEBREM

 

Yirmi iki yıldır devam eden deprem,

Bir gün öldürecek beni.

İçimdeki sönmeyen yangın,

Bir gün bitirecek beni.

 

Ne çok iyiyim, ne çok kötü,

Desem de inanma bana.

Göklere çıkar figanım,

Uykumda yangınlardayım!

Tarif edersem ben beni,

Vatandaşına düşman,

                        Devlet gibiyim!..

 

Depresyon geçiren çocukların,

Annelerin, babaların, kardeşlerin,

Dedelerin, ninelerin, komşuların,

Dizine vuran canların,

Yüreğine kor gibi düştüm!..

                        Her iki Temmuzda,

                        Aleve dönüştüm!..

 

Annesi saçını tarıyordu

Menekşe Can’ın,

Abisi Koray’ı, Ablası Menekşe’yi

                        Anlatıyordu…

 

“Yaşama umudum, doğamsın” diyordu.

“Çok güzel çocuklardı” derken,

Menekşe Can’ın gözleri dolu dolu,

 

Yüreğinde kan kırmızı, gül acısı,

Sessiz ve derinden!..

                        Adalet bekliyorlardı,

                        Adaleti bulana kadar,

                        Ölüme direniyorlardı!..

 

Kara kaplı kitap,

Yönetenlerin elinde,

Kara kalpli cellât olmuş,

Sivas katliamında,

Kara bulutlara dönüşmüş!..

 

Aramayın Başbakanı, Bakanı,

Komutanı, polisi, jandarmayı,

Nerede diye sormayın, Hükümeti,

            Mahkemeyi, adaleti!..

Maraş’ta, Çorum’da ve Sivas’ta…

Aramayın ülkenin hiçbir yerinde,

Aydınlar ölmüş, öldürülmüş,

            İşkence görmüş…

Kalmamış adalet, kalmamış hukuk!..

 

Devlet ölmüş,

Devlet ölmüş,

Devlet ölmüş,

 

Biz yaşamaya direneceğiz!..

 

03.07.2015

 

Kemal GÜRBÜZ

Şair, Yazar-Devlet Sanatçısı

28.06.2019  

YAZARIN DİĞER YAZILARI