CAHİL CÜHALANIN ELİNDE KALDIK!
Kurtuluş Savaş’ından sonra Türkiye’nin ekonomik ve nüfus yapısı ortada! Matbaanın, Avrupalılardan 300 yıl sonra Osmanlı ülkesine girmesinin sonucu olarak; nüfusun %3 ancak okuma-yazma biliyor. Toplum; kolera, tifüs, verem, sıtma, çiçek, firengi, kızamık v.b. hastalıklardan kırılıyordu. On üç milyon nüfustan üç milyonu sağlam, toplam doktor sayısı iki yüz elli-altmış civarında, ilkel araçlarıyla üretim yapılmakta, sanayi kuruluşu ve üretimi sıfır, bir iğne dahi yapılamamakta, insanlar, hacıdan, hocadan, üfürükçüden, falcıdan medet umar durumdaydı! Cahillik kol geziyordu!
Birinci Dünya Savaşında ve Kurtuluş Savaşında kaybettiğimiz okumuş, aydınların sayısının yüksekliği, ülkenin geleceğini nelerin beklediğini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.
Bir avuç okumuş, aydın insanla toplumu refaha kavuşturacaksınız, okuma-yazama oranını artıracaksınız, sağlık sistemini iyileştireceksiniz, bir de bunca sorunun arasında cahil-cühela, hacı-hocayla mücadele edeceksiniz, bu hiçte kolay bir iş değil.
Bugün İnönü’ye, İkinci Dünya Savaşına girmediği için Osmanlı İmparatorluğu döneminde kaybettiğimiz toprakların bir kısmını geri alamadık safsatasıyla hayal kuranlar; o günkü toplumun ekonomi, eğitim, sağlık sorunlarından, nüfusun çoğunun atıl durumda yaşlı-hasta olmasından, fakirlikten haberleri de mi yoktur? O günkü şartları bugüne göre değerlendirmek, gericiliğin, bilgisizliğin, akıl dışılığın, bilimsellikten yoksunluğun göstergesidir.
O övündükleri Osmanlı İmparatorluğu’ndan kala kala elde var sıfır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde; Padişahların aklına düştükçe, rüya gördükçe, fala baktırdıkça çıkardıkları savaşlar nedeniyle, çoğu ailenin çocukları savaşa alındığı için soyu tükenmiştir. Bu savaşları da din iman, tanrının yerdeki gölgesi (zıllullah) adına çıkarıyorlardı. Bir Anadolu köylüsünün asker toplamaya gelen padişahın adamlarına, “Padişah efendimize söyleyin bundan sonra savaş çıkaracaksa kendi dölüne güvensin, çünkü götürdüğünüz bu torunumdan başka evde erkek kalmadı.” Diyerek yaşananların Anadolu halkına verdiği zarara, acıya ayna tutuyor.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Padişah sülalesinden savaşta, cephede ölen (özellikle son iki üç yüz yılda yapılan savaşlarda) olmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda taht entrikaları (kumpas) nedeniyle genellikle ana-baba, kardeş tarafından Osmanlı Sülalesi katliama uğramıştır. Bu cinayetleri işlerlerken yasal kılıf bulmak için “Devletin bekası” Fatih’in Kanunnamesi diye bilinen ve “ … Nizamı alem için..” diye devam eden yalanına sarılmışlardır. Osmanlı diktatörlüğünü özleyenlerin, halka kurulan tuzakları yukarıda örnekleriyle açıkladım.
İnsan yatırımı, en az yüz yıllık bir yatırımdır. Demokrat, bilgili, hümanist, aydın insan yetiştirmek kolay değildir. Yetişenlerin de önlerinin kesilmemesi, desteklenmesi gerekir. Cumhuriyet döneminde de ilk otuz yıl hariç diyebiliriz (Hatta ilk otuz yılda da birçok olumsuzluklar yaşanmadı değil!), bu güne kadar aydınların, bilim adamlarının önü hep kesilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’da taş taş üstünde kalmamasına ve bölünmesine rağmen; aydınlarına, (Hitler dönemi hariç. Hitler’in kovduğu yüzlerce aydın dış ülkelere ve ülkemize sığınmış, ülkemizin kalkınmasına büyük hizmetler vermişlerdi. Bugün bilim adamları ülkemizden kaçmaktadır!) bilim adamlarına sahip çıktıkları için bu gün kalkınmış, insanlar refah içinde, demokrasisi oturmuş durumdadır. Bizde ise hala Cumhuriyeti ve geçmişini karalayan, ülkenin kurucularına hakaret eden, esirliği öven, kendinden başka hiç kimseyi beğenmeyen “ narsist” insanların elinde ülke ortaçağ karanlığına sürükleniyor!
Bakın size 1967 yılının Temmuz, Ağustos aylarında yaşanan bir olayı anlatayım. Bir İngiliz film şirketinin yapımcısı olduğu, “Hafif Süvari Alayının Hücumu” adlı bir film çevrilmektedir. Başrolünü David Hemmings oynamaktadır. Tabi filmde birçok yakışıklı erkek ve bayan bulunmaktadır. O zaman basında ve halk arasında filmin içeriğinden çok güzel bayanlar konuşuluyor. Ankara’da politikacılar unutulmuş, herkes filmden bahsediyor…
TRT Meclis Bürosu Şefi Hüsamettin Çelebi Mete Akyol’un koluna girerek bir şeyler yemeyi teklif eder. Tabi bir başka gazetecide bunlara katılır. Sohbetin konusu Sincan’da çevrilen filmdir. Bu üç arkadaş masada sohbet ederlerken bir milletvekili (Mete Akyol adını vermiyor) sandalyeyi çeker, “Müsaade var mı” diyerek oturup sohbete katılır. Konuşmalar devam ederken milletvekili merakla, “Yahu Ankara’da hemen herkes bu filmdeki artist kızlardan filan bahsediyorlar ama kimse bunların çevirdiği film nedir ondan söz etmiyor, bunlar ne filmi çeviriyorlar burada?” Diye sorar.
Milletvekilinin bu konuşmasını yadırgayan üç arkadaş, milletvekiline şaka yapmak isterler. Cevap vermek Mete Akyol’a düşer. “Türkiye ve Türkler aleyhine bir film çeviriyorlar. İçişleri Bakanlığından çekim izni alırken bu asıl konularını saklamışlar, bir aşk filmi çevireceklerini söyleyerek izin almışlar, aslında yaptıkları tam bir skandal.” Milletvekili, “Yahu hemen bir sözlü soru önergesi vereyim. İçişleri Bakanlığından bu konuda mecliste cevap vermesini isteyeyim. Hem konu herkesin ağzında… Gazetelerde geniş yer verirler bu konudaki sözlü soru önergesine öyle değil mi?”
Milletvekili konuyu ciddiye alıp filmin çekildiği yeri, rejisörü, oyuncuların isimlerini sorar. Mete Akyol anlatır; Film Sincan yakınlarında çekiliyor, Ankara’ya 30 Kilometre uzaklıkta bir yer. Filmin adı, “Pygmalion” (Beklenti etkisi), Rejisörün adı, George Bernard Şhaw, Başrolde, William Şhkespeare, Kadın oyuncunun adı, Madam Curie. Filmin ikinci derecede ki oyuncuları, Dostoyevski, Viktor Hugo, Emerson ve Benjemin Franklin.
Milletvekili notlarını aldıktan sonra kalkıp gider ve bir soru önergesi hazırlar: “George Bernard Şhaw adlı bir İngiliz film rejisörünün çevirdiği ve başrollerini William Şhakespeare, Madam Curie’nin, öteki rollerini ise Dostoyevski, Victor Hugo, Emerson ve Benjemin Franklin’in paylaştığı ve Türkiye aleyhine bir konu işleyen Pygmalion adlı filmin çekimine kimin tarafından ve hangi gerekçeyle izin verildiğini öğrenmek için bir Türk parlamenteri, İçişleri Bakanlığının yanıtlaması isteğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sözlü soru önergesi veriyor!” Deniyordu.
Hüsamettin Çelebi Mete Akyol’u acil çağırarak soru önergesini gösterir. Hüsamettin Çelebinin tesadüfen Meclisteki Basın Bürosunda bulunması sayesinde bir skandal önlenmiş olur.
Peki, aradan onlarca yıl geçmesine rağmen bugün milletvekilleri önlerine gelen hangi kanun ve yasaları okuyup, araştırıp oy veriyorlar acaba? Önlerine gelen kanun ve yasa tekliflerine bakmadan, dosyanın kapağını dahi açmadan onaylıyorlar. Çünkü milletvekilleri halkın vekili olmaktan çoktan çıktılar. Millettekileri kendilerini aday gösteren liderlerinin ve halkı sömürenlerin hizmetindeler. Yine de araştırıp soran, çıkan kanun ve yasaların halkın aleyhine olduğunu açıklayan az sayıdaki milletvekilinin hakkını yemeyelim. Geldiğimiz nokta ortadadır. Değerlendirmeyi siz yapın!
Yukarıdaki film için soru önergesi veren milletvekilinin önergedeki isimleri araştırıp öğrenin lütfen.
Saygılarımla.
Kemal GÜRBÜZ
Şair-Yazar, Devlet Sanatçısı