Didim'de bir Pazar günü, Pazar günü dediysek haftanın bir günü değil, alış-veriş, sebze-meyve pazarı. Günlerden cumartesi, Pazar kalabalık mı; kalabalık ama dikkati çeken yanı pazara gelenlerin genelde orta yaş üstü, yaşı kemale ermiş insanlar. Bu pazara gelişimin 3.haftası. Her hafta gözlemlediğim kadarı ile yaşlı insanların pazarı tercih etmesi. Pazar alış-verişine gelen bu insanların yurt dışından gelmeleri ve ekonomik durumlarının iyi olması dikkat çekici. Zaten çoğunun zor yürümesine rağmen pazardan alış-veriş yapmaya gelmelerinin bir nedeni olmalıdır. Tahmin ettiğim kadarı ile bu insanlar geçmişten gelen alışkanlıklarını devam ettirdikleri yönünde. Yoksa pazarda satılan meyve-sebze diğer ürünler marketlerde de aşağı yukarı aynı düzeyde, hatta marketlerde bazı ürünler daha ucuz ve sağlığa uygun.
Üç pazardır Celal Bey için daha önce alınan terliği (iskarpin) değiştiriyoruz, bu olmadı, bunu beğenmedi gibi nedenlerle değiştirilen ayak terliği, bu hafta Celal Beyi de pazara getirmek suretiyle değiştirme işi son bulacak gibi diyordum ki, istenilen terlik ellerinde olmadığı, depodan getirecekleri için gelecek haftaya kaldı. Ne yaparsanız yapın, arzu edilen bir şey olmadı mı olmuyor.
Celal Bey ve eşi Selvi Hanım, yıllar önce Celal Bey, yıllar sonra da Selvi Hanım ve çocukları Almanya'ya işçi olarak gitmişler, emekli olduktan sonra Didim'e yerleşip, kışın Almanya'ya, Yazın da Türkiye'ye gelerek günlerini geçiren bir çift. Yaşları ileri düzeyde olmasına rağmen kendi kendilerine yetiyorlar. Didim'de Almanya'dan gelen çoğu insanın yaş ortalaması 75-85 civarında dersek yanlış olmaz zannederim.
İnsanlar bir telaş içinde, bir an önce alış-verişlerini yapıp evlerinin yolunu tutma peşindeler.
Tam yukarıdaki cümleyi yazmıştım ki, İzmir'den kızım aradı, "Alo baba ben çok kötüyüm (arka arkaya öksürüyor), hastayım." Kızım taksiye atla hastaneye git hemen. "Gidemem baba, çok hastayım çok (öksürükler arka arkaya aralıksız devam ediyor)." konuşmamız üç-dört dakika sürmesine rağmen hep aynı şeyleri tekrar edip durduk. Kızım, o zaman ben hemen geliyorum tamam mı, yine de ihmal etme, taksiyle hastaneye git, ben direk hastaneye gelirim. Hangi hastaneye gittiğini bana söyle, ben geliyorum. "Gelme baba idare ederim (öksürüğün yanında sesi de çok kötü geliyor)." Yok, kızım geleceğim, hazırlanıp geleceğim.
O sırada pazardan alacaklarını almışlar Selvi Hanım, Nevruz Hanım çıkageldiler. Nevruz Hanım da aynı şeyleri söylese de, Güneş'i taksiye binip hastaneye gitmeye ikna edemedi. Alelacele arabaya binip Selvi Hanımın evinin yolunu tuttuk. Onlar Pazar alış-verişini yerine yerleştirirlerken, ben odama gidip çantamı hazırladım. Aklımda kızımda, korkuyorum da, korkumu belli etmemeye çalışıyorum, aklımdan kötü kötü şeylerde geçmiyor değil. Evde kimse yok, ya bayılıp kalırsa, ya yetişemezsek ne yaparım ben, kendimi affedebilir miyim, bilmiyorum gibi abuk sabuk düşünceler beynimi kemiriyor. Selvi Hanımın arada sesi geliyor, "Korkmayın bir şey olmaz inşallah, koca kız, biner taksiye hastaneye gider." Diyerek bizi teselli etmeye çalışıyor. Kızımın huyunu bildiğim için anlatılanlar, bir kulağımdan giriyor diğerinden çıkıyor. İşin aksi yanı İzmir'de bir akrabamız, tanıdığımız yoktur ki, Güneş'in yanına gitsin, bizi bilgilendirsin, olmazsa hastaneye götürsün. İzmir'de bunu söyleyeceğimiz sadece Işık Hanım var ama oda çalışıyordur, müsait mi değil mi bilmiyoruz.
O arada Güneş'le konuşan Nevruz, Güneş'i hastaneye gitmesi konusunda ikna etmeye çalışsa da, uzun uzun konuşsalar da, başarılı olamadı. Kızım şimdi Işık teyzeni ararım, onunla hastaneye gidersin" demesine rağmen, huysuzluğu üzerinde olan Güneş, "Kimseyi istemiyorum, uyuyacağım, uyunca geçer belki" diyordu.
Hazırlığımı yaptım tam yola çıkacakken, Selvi Hanım; "Olmaz, ben seni tek başına göndermem, gidecekseniz beraber gidersiniz. Koca kız, hiçbir şey olmaz, kendine bakabilir" diyordu. Nevruz'da, "Hele bir bekle, Işık hanımı arayayım da ondan sonra karar veririz" dedi. Tekrar odama çekilip biraz dinlenmeye çalıştım fakat uyumak, dinlenmek ne mümkün, kızım aklımdan çıkmıyor ki, deliye döneceğim, kimseyi telaşlandırmak da istemiyorum, sakin durmaya çalışıyorum ama ben bende değilim!
Nevruz'un sesi geliyor, "Işık hanım Güneş rahatsızlanmış, onun yanına varıp, yedirebilirsen bir şeyler yedir, ondan sonra da Dokuz Eylül Hastanesine götürüp bir serum taktırabilir misin?" Serumu yerse kendine gelir Işık Hanım" diyordu. Işık Hanım, "Tabi ki giderim, bir bakayım, ona çorba yapayım, yarım saate kadar sizde olurum, siz hiç merak etmeyin, ben hallederim."
Benim sabrım gitgide tükeniyor, Nevruz bir telefon et, Işık hanım varmış mı, ne yapmışlar, doktora götürüyor muymuş, sorularını sorarken Nevruz, "Daha yeni telefon ettim, hem de nasıl varsın, telaşlanma bir şey olmaz. Işık hanım bir şeyler yedirmeye çalışacak, olmazsa Dokuz Eylül Hastanesine götürecek, ondan sonra da bize bilgi verecek" diyerek bana çıkışıyordu. Bense içimden, ya bayılırsa, ya Işık Hanıma kapıyı açamazsa vs. vs. bir sürü olay bir oraya, bir buraya, gidip geliyor, karmakarışık düşünceler içindeydim. Nevruz, "Hele bekle" diyordu. "Işık hanım eve varmak üzere şimdi haber alırız" diyerek beni teselli ediyordu.
Biraz zaman geçti, telefon ettin mi, "Ettim, Işık Hanım çorba içirememiş Güneş'e hastaneye gidiyorlar, bize bilgi verecek" diyerek sakin olmamı söylüyordu. Işık Hanımla Güneş Hastaneye varıyorlar, sıranın çok olması nedeniyle, Güneş'inde sabırsızlığından eve geri dönüyorlar, gelen haber de bu kadar. Yani hastaneye boşa gitmiş oluyorlardı.
Bu durumda daha fazla oyalanmanın anlamın olmadığına karar vererek yola çıktık. Daha Didim'den çıkmadan bir telefon, "Anne ben iyiyim gelmeyin" diyordu Güneş. Biraz tereddütte kalsak da, İzmir'e doğru yola devam ettik. Eve gelir gelmez Güneş'i Hastaneye götürdük. Güneş serum takıldıktan sonra biraz toparlandı ve eve geri döndük.
Öyle gerilmişim, öyle yorulmuşum ki uykudan saat: 13.00 gibi kalkabildim, adeta hamura dönmüşüm.
Ne anlatıyordum, Didim'de bir Pazar yerindeki gözlemlerimi anlatıyordum. Böyle yazılar, anlatılar okuyucuya belki yabancı gelse de, gerçek bir yaşam hikâyesi olmasından dolayı önemli diye düşüyorum. Başka birilerinin gözlem yaparken, benim yaptığım gözleme yakın da olabilir, uzak da olabilir. Yapılan gözlemlerin ister benzer olsun, istersen zıt olsun, gerçek bir yaşamı aktarırken her insanın gözleminin farklılığını ortaya koyar. Bu da sosyal araştırıcılara kaynak olmasıyla işlerinin kolaylaşmasını sağlayabilir düşüncesindeyim! Diğer bir özellikte insanların okuduklarını, gözlemlediklerini vb. gibi durumlarda ne kadar farklı olduklarını göstermesi bakımından önemli diyebilirim. Bir örnek verecek olursak; bir kitabı veya bir eseri yorumlayan aynı eğitimi almış olsa bile, her insanın yorumu birbirine yakın olsa da farklılık arzeder. Bu da şunu gösteriyor ki, insan algıladığı, dışa anlatma durumu kadar anlatabiliyor demektir.
İnsanların birbirine benzemeyen anlatıları, beklentileri, eylemleri, bireysel ve toplumsal değişimi beraberinde getirir!
Saygılarımla.
Kemal GÜRBÜZ
Şair, Yazar-Devlet Sanatçısı
30.06.2024