DİN BEZİRGÂNLARI
(İlkel çağdan da geri kalmış bir anlayışın bu güne yansıması)
Dün akşam yemeğimizi yedik, televizyon seyretmeye başladık. Saat: 21.30 gibi kapı çalındı. Kapıyı açan ev sahibi iki misafirle salona geldi. Gelenlerin sakallı, takkeli olduğunu görünce televizyonu kapattım ve oturmaları için buyur ettim. Hal hatırdan sonra tanışma faslına geçildi. Bu tanışma faslından sonra tanımadığım bu iki kişinin ne diyeceğini, amaçlarının ne olduğunu öğrenmek için sessizce dinlemeye başladık. Ne yalan söyleyeyim, gelenlerin referandumda "evet" verilmesi için propaganda yapmak için geldiklerini düşünüyordum. Bunu düşünmemin nedeni giyim ve kuşamları, sakallarının uzun olması, kendilerini tanıtırken ağızlarından dinsel söylemi eksik etmemeleri, beni bu düşünceye sevk etti. Fakat konuşurlarken referandumla ilgili tek kelime etmediler.
Misafirlerin geldiğinde "Halk Arenası"nı izliyordum. Belki de bu kanalı açık gördüklerinden referandum konusuna değinmediler. Onun için referandum konusunu açmamış olduklarını düşündüm.
Gelenlerden birini ev sahibimin tanıdığı olduğunu, o tanıdığı kişi de öbür adamı alıp geldiğini öğrenmiş olduk. Ev sahibinin tanığı adamın ismi Nihat, yanında gelen diğer adamın adı ise Kemal'di. Büyük ihtimalle Nihat Kemal'i din konusunda daha bilgili olduğuna inanmış olacak ki; Kemal'in ağzından çıkacak cümleleri dikkatlice dinliyor, ağzından çıkan her kelimeyi, cümleyi başıyla onaylıyordu. Nihat'ın din konusunda bir şey bilmediği, kendine söylenenleri sorgulamadan koşulsuz inandığı ortaya çıkıyordu. Zaten ev sahibi de Nihat'ın saf ve temiz bir insan olduğunu daha sonra söyledi.
Kemal tanışma faslından sonra buraya, yani komşuyla tanışmaya, bu tanışmanın hak olduğunu, dininde her zaman hatırlatılması, tebliğ edilmesi gerektiğini anlatmaya başladı. Bu tebliği herkese hatırlatmanın hak olduğundan, sevabından bahsetmeye başladı. Dikkatlice dinlemeye başladım. Gelen bu adamın ilkin din konusunda bilgili, aydınlatıcı bir şeyler anlatacağı inancıyla sözünü kesmeden dinlemeye çalıştım. Bu adamı dinledikçe din konusunda hiçbir şey bilmediğini; hatta normal bir vatandaşın bildiği kadar dahi bilmediğini fark ettim. Bildiği birkaç Arapça kelime ve öğrendiği bazı Kuran suresinin dışında tam anlamıyla bir cahil olduğunu görmüş oldum.
Evet, gerçekten cahildi. Beş vakit namazın farz olduğunu durmadan anlatarak, bununda camide cemaatle kılınması üzerinde çok durdu. Özellikle cenneti, cehennemi anlatırken herkesin "Emeli" ne ise ona göre ve Allah'ı dilinden düşürmeyen bir kişinin kesinlikle cennete gideceğini anlattı. Sofraya otururken Allah, kalkarken Allah, yatağa yatarken Allah, kalkarken Allah, kapıyı açarken Allah, kapatırken Allah, arabaya binerken Allah, inerken Allah, Tuvalete giderken Allah, çıkarken Allah vb. diyenlerin cennete gideceğini anlattı. Öyle bir an geldi ki; çeşitli kişilerden alınmış Allah'la, Muhammet'le dinle ilgili önemli şeyler söyleyecek gibi yaparak, hiçbir şey söyleyememesi cahilliğini daha da ortaya çıkardı. Özellikle doğru olduğu tartışmalı "Sahabe" söylemleri ve bu söylemlerin ne kadar değişikliğe uğrayarak anlatılması yanlışları da beraberinde getirmektedir. Kendini bilgili gibi göstererek, "Yapacağınız bütün kötülükleri, yerine getirmediğiniz bütün görevleri, daha sonra yerine getirirseniz Allah sizi cennetine kabul eder. Ölürken insan neden Allah, Allah, Allah der? Çünkü son nefesinde bile Allah'ı anarak kötülüklerinden arınarak Allah'ın merhametine sığınır, Allah'ta onu affeder. Allah kullarının hatalarını ancak kendine inandığını, amali doğrultusunda sorgulayarak affeder." Diyerek âlim olduğunu ispatlamaya çalıştı. Peki dedim, Allah kul hakkıyla gelen birisini cennete mi, cehenneme mi atar? Soru net olmasına rağmen, kul hakkı yiyen cehenneme gider diyemedi. "Onu bizim bilmemiz mümkün değil" diyerek topu taca attı. İçimden sabahtan bu yana ahkâm kesiyorsun da, her şeyi biliyorsun da, bunu mu bilmiyorsun, bire şarlatan dedim. Misafir olduğu için direk söyleyemedim!
Hocam Bosna Hersek için, Deniz Feneri için toplanan yardımları yerine ulaştırmadan, din adına toplayanların yediğini, holding kurduklarını, senin benim hakkıma el uzattıklarını, dolayısıyla kul hakkı yediklerini sorunca; "Biz onları şu anda konuşmayalım, biz bu gün amalimizden ve namazdan, Allah'tan konuşalım. Allah onların hesabını sorar, bu konuda sorunu Allah'a havale edelim" diyerek, "Sen verdiysen yardımı konuşmamak lazım" dedi. "Eğer konuşursak yardım yaparak kazandığımız 100 sevaptan doksanı gider ve bir daha konuşursak kalanı gider, bir daha konuşursak diğer kalanı olmadığından eksiye düşeriz." Diyerek sevabı, günahı matematik profesörü gibi puanlayıp, sayıya dökerek insan aklıyla alay etti. Bir insanın kendi emeğinin, alın terinin din adına sömürülmesine, gönüllü köle olmasına hep şaşırmışımdır.
Hocam bir insan her türlü kötülüğü yapsın, adam öldürsün, çalsın-çırpsın, ırza geçsin, namussuzluk yapsın, daha sonrada namaz kılıp Allah desin günahları affolur diyorsun, bu insanları suça itmez mi? Nasıl olsa Allah affediyor, her şeyi yapabilirim demek değil mi? dediğimde kem-küm etti. Benim buna aklım ermiyor, Allah bana bir akıl vermiş bunu sorgulamalıyım, sormalıyım, o zaman doğrulara erişmiş oluruz hocam dedim. Suç işleyeni Allah neden affetsin ki? Dedim.
Komşular ya da insanlar birbirine gitmelidir, "komşu komşunun külüne muhtaç" ama böyle bir amaçla gelen insanlara nasıl davranılır, inanın bilmiyorum. "Dinde zorlama yok" diyeceksiniz, daha sonra da "tebliğ etmek lazım, hatırlatmak lazım, namazı camide kılmak lazım" diyeceksiniz. Bu zorlama değil de nedir?
Diğer bir konu da kapıdan girer girmez ev sahibine, "Yenge başka odaya geçebilir mi" demesi. Bu yobazlığın, cahilliğin göstergesi değil midir? Bizler misafirperver insanlarız, gelenlerin kalbi kırılmasın diye tüm bu yobazlığa bir buçuk saat katlanmak zorunda kaldık, ilk ve son kez!
Konuşmaları arasında yaptığı diğer bir yanlış, cahiliye döneminde kız çocuklarının diri diri gömüldüğünü söylemesi. Peki, hocam dedim, cahiliye döneminde tüm kız çocukları diri diri gömülüyordu ise o kadar insan nasıl dünyaya geldi. Arapların soyu tükenmediğine göre bu yanlış bir bilgi değil mi? Her şeye sorgusuz, sualsiz inanırsanız, doğruları nasıl bulacaksınız? Dediğimde şaşırdı. "Kuranda öyle yazıyor, bize aktarılan öyle" diyerek kaçamak cevaplara sığındı.
Yüz yirmi dört bin peygamber geldiği söylenir, bunların hangisi haktır dediğimde, "Hepsi de haktır" dedi. Bende yanlış biliyorsunuz, dördü haktır. Çünkü dört peygamberin kitabı vardır dedim. Peki diğerlerine neden kitap inmedi, dediğimde; "İnmez olur mu, hepsine birer ikişer yaprak indi. Daha sonra bunları diğerleri izledi. Yani bu günkü kitapların o peygamberlere inen yapraklardan oluşmuştur" dedi. İnsanın aklı şaşıyor bu cahilliğe! İnanın bırakın birkaç bin yılı, bu kafa olsa olsa ilkel çağda var diyeceğim ama ilkel çağda bile bulunmaz!
Din-iman kimlerin eline kaldığı ortada. Siz böyle bir insandan insanlık, böyle bir insandan Müslümanlıkla ilgili doğru bilgi alacağınızı düşünüyorsanız, size geçmiş olsun demekten başka bir şey diyemeyeceğim. Dini "Allah ve namaza" indirgeyen bu kişiler, bırakın bu dünyayı, inandıkları öbür dünyayı bile karanlığa boğarlar. Bu insanların Irak'ta, Suriye'de insan ciğeri yiyen, diri diri yakan, kadınların, kızların ırzına geçen, köle gibi pazarlarda satan, IŞİD denen cani ruhlu örgüt üyelerinden ne farkları var?
Sen büyüksün Mustafa Kemal Atatürk, hem de çok büyüksün. Bu canilere bu toprakları bırakmadığın için, sana minnettarız.
Bu yazıyı bir gün sonra yazdım. Daha çok şeyler konuşuldu, inanın bunlara inanan çocuklarımızın geleceği karanlık ve hepsi birer kasap, cani olarak yetişmesi içten bile değil.
Aydınlanma ve bilimin yolundan ayrılmanın, eğitimden felsefeyi kaldırmanın sonucu budur. Bu ülkeye bu kadar kötülüğü yapan, ihanet eden altmış yıldır bizi yönetenlerdedir, lanet olsun hepsine. İnsanlığa bu kadar ihanet etmek hiçbir toplumda, hiçbir inançta olduğunu zannetmiyorum.
Sorgulamayan, sormayan toplumlardan gelişme beklemeyiniz, çünkü onlar gönüllü köledirler!
Saygılarımla.
Kemal Gürbüz
Şair, Yazar-Devlet Sanatçısı
21.03.2017
İstanbul