DOĞRU VE AYDIN
Birbirimize, devamlı doğruları savunmalıyız kardeşim deriz. Deriz de, uygulamaya gelince yan çizeriz. Eğer ki biz emperyalist bir ülkenin vatandaşıysak; ülkemizin sömürmek için işgal ettiği yerlerin, işgalinin doğru olduğunu savunuruz. İşgal ettiğimiz yerdeki insanların nasıl yoklukla, açlıkla, acılarla yaşadığı çok umurumuzda olmaz. Kendi doğrularımız, başkalarının acı çekmesi pahasına doğrudur. Genelde ilerici, aydın olsak da çıkarımız söz konusu olunca gözümüz hiçbir şeyi görmez. Tabi bu davranışa ne kadar aydın ilerici denir siz değerlendirin.
Bazen de vatandaşımız olmayan, ama yüzde yüz doğru olduğu herkesin malumu olan bir eleştiriyi, sırf ülkemizin vatandaşı değil diye söylediği doruları, eleştirileri kabul etmeyiz. “Vay, o kim ki benim ülkemin yöneticilerini, Başbakanımı, Bakanımı, Cumhurbaşkanımı eleştirebilir. Zaten onlar ülkemizi bölmeye çalışıyorlar. Biz onlardan mı emir alacağız?” v.b gibi sözler söyleriz. Hele de siyasilerimiz gaz verirlerse, ticaret yaptığımız, el altından ihaleler verdiğimiz devletlerse de önemli değil, portakal bıçaklarız, cep telefonlarımızı yere atar kırarız v.b gibi. Oysaki bizi yönetenler ve gaz verenler her türlü alışverişi yaparlar. Bunları düşünmeden hareket ederek doğruları gözümüz görmez. Doğru eleştirileri ülke vatandaşı yapıyor fakat iktidara muhalifse, hemen teröristlikle, casuslukla suçlanması içten bile değildir.
Günümüzde işgaller artık topla, tüfekle yapılmıyor. Sömürgecilerin işgali, gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde ya darbe yoluyla, ya demokrasi adı altında sözlerini dinleyecek kişi ve grupları iktidara getirmek yeterli oluyor. İktidara gelen kişi ve gruplar ülkelerinin yer altı, yer üstü kaynaklarını kendilerini iktidara getiren sömürgelerinin isteği doğrultusunda çalışmalar yapıyorlar. Çünkü sömürgecilerin amacı o ülkede demokrasi, özgürlük filan değildir. Öyle olmuş olsa, yani demokrasiyi ve özgürlükleri savunmuş olsalardı, bu gün krallıkla yönetilen ülkeler korunmazdı.
Hiçbir emperyalist ülke, kendi ülkesinden başka bir ülkenin kalkınmasını, gelişmesini istemez. Gelişen, kalkınan bir ülke sömürülmeyeceği gibi, sömüren ülkelerden de pay isterler. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı bu bölüşüm yüzünden çıkmıştır. Bu gün iç savaşlar, bölge savaşlarının nedeni de emperyalist ülkelerin paylaşım savaşlarının bitmediğinin bir kanıtıdır.
Eğer öyle olmasaydı; bugün Ortadoğu kan gölüne dönmezdi.
Eğer öyle olmasaydı; bugün Türkiye tüm komşularıyla düşman olmazdı.
Eğer öyle olmasaydı; ekonomimiz dibe vurmazdı.
Eğer öyle olmasaydı; Osmanlının hazinesi (tüm ekonomisi) Duyun-u Umumiyeye teslim ettiği gibi T.C. Devletinin hazinesini bir Amerikan şirketi olan Mc Kinsey adında bir şirkete teslim edilmezdi.
Eğer öyle olmasaydı; tarımımız dışa bağımlı olmazdı.
Eğer öyle olmasaydı; iş cinayetleri artmaz, azalırdı.
Eğer öyle olmasaydı; kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri yaşanmazdı.
Eğer öyle olmasaydı; sormayan, sorgulamayan, el, etek öpen, sadece söyleneni yapan, biat eden bir nesil yetiştirilmezdi. Çoğaltılabilir!
İşte, aydın tamda bu durumda devreye girer. Aydın, her ne olursa olsun her yerde, yani ülkesinde ve ülke dışında, her durumda doğruyu savunan kişi/kişilerdir. Ortaçağ karanlığı böyle aydınlar sayesinde aşılmıştır. Ülkemizde aydınlanma Osmanlının son dönemlerinde başlamış, Cumhuriyetle devam etmiştir. Ne yazık ki; Cumhuriyet aydınlanması 1950 yılında Demokrat Partinin iktidara gelmesi ve Adnan Menderesin Başbakan olmasıyla geri gitmiş, son darbeyi de AKP iktidarı vurmuş, aydınlanma son bulmuştur!
1867 yılında kurulan Galatasaray Lisesi’nin Fransız Müdürü Monsieur Blanchonk, Birinci Dünya Savaşı sonucu İtilaf Devletlerinin İstanbul’u işgalinin ardından şunları söylemiş; “Bugün ulusal bir acı yaşıyorsunuz. İçinde bulunduğunuz durumdan ötürü bu gün ders yapmak yerine sizlerle konuşacağım. Bildiğiniz gibi yıllardan beri Türkiye’deyim. Burada Mutlakiyet rejimini de Meşrutiyetin ilanını da gördüm. Sizin hümanizminizi ve misafirperverliğinizi harp zamanlarında da gördük. Düşman unsurları da olsak derslere devam etmenizi çok sevdiğimiz bu kurumda kalmamızı sağladı. Yenilgiden ve üzücü günlerden dolayı karamsarlığa kapılmayın. Çalışan bir ulusu hiçbir kuvvet engelleyemez. Göreceksiniz ki, kurtulacaksınız ve biz işgalciler gideceğiz. Bu yüzden görevinizi yapın, çalışın.” (Ulusal basın, Cumhuriyet, 30 Eylül 2018)
Burada doğru ve aydın aynı anda, bir arada bulunuyor. Avrupa veya Batı dediğimiz, gelişmiş ülkeler böyle aydınlar sayesinde gelişmelerini tamamlamışlardır. Bizde ise; “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen akıl yoksunu Kadir Mısıroğlu denen, sözde tarihçi vatan hainleri var. Bu hainler devletin üst kademelerinden saygı görüyorlar. Şehitlerimizin kemikleri sızlamaktadır. Karanlık günleri ancak doğru söyleyerek aşabiliriz.
Saygılarımla.
Kemal Gürbüz
Şair-Yazar, Devlet Sanatçısı
30.09.2018