İYİ ve KÖTÜ
Ne acayip bir dünya! Tabi ki; bu dünyaya ben insani bir gözle bakıyorum. Bir canlı olarak insan, diğer tüm canlıların ve kendi soyunu tüketecek tek canlıdır. Diğer canlıların (Bu ister bitki, ister hayvan, vb.) tek amacı yaşamak ve üremektir. Doğa, bu canlılara ne kadar yaşama ve üreme izni veriyorsa, o kadar yaşayıp üreyebiliyorlar. Ne bir fazla, ne bir eksik! Ayrıca, bu canlıların varlığı da biz insanların yaşaması ve üremesine katkı sağlıyor. Bu canlılar olmasa; insanoğlu da olamaz. Bu gerçektir, gerçekler değiştirilemez. Bizim dışımızdaki canlılar, doğa kanununa uyum sağlarsa hayatta kalırlar.
İnsanoğlu, doğanın en acımasız yaratığı olduğu kadar, en merhametli ve en iyiyi yaşatmaya çalışan varlığıdır. İnsanlar, doğa kanunlarını alt-üst edecek yapıya ve bilince sahiptirler. Hem tanrı gibi yaratırlar, hem de tanrı gibi yok ederler. Birçokları, insanı tanrı yerine koyduğum gibi bir düşünceye kapılabilirler ama gerçekler acıdır. Zaten, yukarıda değindiğimiz “ En acımasız, en merhametli” söylemi de insanoğlunun bu bakışında gizlidir. Bu bakışa sahip, yani acımasızlığı kendine şiar eden insanlar araştırmaz, sorgulamaz, sormaz ve aklıyla hareket edemez olanlardır. Başkalarının aklıyla hareket eden kimselere ‘Aklını kiraya vermişler’ dense, doğru kabul ederim. Çünkü akıllarını ve düşünce yeteneklerini kaybettikleri için başkalarının piyonu olmayı kendilerine hak görürler.
Nedir Bu Yaşanalar?
Dünyada yaşanan iyi ve kötülüklerin tek sorumlusu insandır. İnsan, sorumluluktan kaçmaya çalışsa da bu bir gerçektir. Gerçeklerden kaçmak mümkün değildir. Örneğin din adına canlıları (insan ve diğer canlılar) öldüren insanlar, neyi, niye öldürdüklerini düşünmezler. Tek bildikleri şey beyinlerine dikte ettirilen, hâkim olan inanç ve yaşama şekilleridir.
Dinler konusunda ahkâm kesmeyeceğim ama günümüzde yaşanan acıların, yoksullukların, sömürünün artmasında dinin rolünü sorgulamamıza kimse karşı çıkmaz. Hıristiyanlığa inanan batı toplumları “Rönesans”la (15. ve 16. yüzyıllar da Avrupa’da bilim, edebiyat ve sanat alanında yenilikleri meydana geldi. “ Rönesans, yeniden doğuş anlamına gelir.) bunu büyük ölçüde aşmışlardır. Dinle ilgili bilimsel çalışmalar yapan birçok aydın, dinin olmazsa olmazından bahsetmesine rağmen, dinin dünya işlerinden (Sekülerizm) ayrılmasını gerekli görmüşlerdir. Mustafa Kemal Atatürk, “Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların yaşamasına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki din, Tanrı ile kul arasındaki bağlılıktır” 1930. Diğer bir deyişinde, “Arkadaşlar, Tanrı kavramı insan beyninin çok zor kavrayabileceği fizik ötesi bir konudur. Tanrı’nın buyruğu çok çalışmaktır. Çalışmak demek boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve her türlü uygar buluşlardan en çok derece yararlanmak zorunludur” 1923.
İnançlı insanların yaşamı araştırmayacağını, insanoğlunun neden kötülüklerin içinde olduğunu, sorgulamayacağını kimse söyleyemez! Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu gün sorgulanması gereken dinin toplumlar üzerinde etkisi nedir? Din, bir taraftan dürüstlüğü, yardımlaşmayı, paylaşmayı öğütlerken; aynı din, diğer taraftan namussuzluğu, bencilliği, umutsuzluğu, eşitsizliği, ötekileştirmeyi, kini-nefreti, ölmeyi, öldürmeyi nasıl körükler, inanılır gibi değil! Demek ki, ‘İyilik ve Kötülük’ dinle alakalı değildir. Yoksa bu çelişkileri nasıl açıklayabiliriz?
Bu gün dinlerin toplum üzerinde sömürü aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Norveç’in Başkenti Oslo’da başlayıp Ütöya Adasında son bulan 77 kişinin ölümünden sorumlu Anders Behring Breivik din adına, inanç adına bu katliamı gerçekleştirmiştir. Daha dün Türkiye, Afganistan, Pakistan, Libya, Irak v.b yerlerde katliam yapanlar da din adına öldürüyorlardı. Bu gün Yemen’de, Suriye’de, Mısır’da v.b yerlerde yapılan katliamlar da din adına yapılıyor. bu nasıl bir din anlayışıdır! Nasıl bir dindardır ki, gözünü kırpmadan insanların canını alabiliyor! Bu katliamları gerçekleştiren insanlar, din adına aklını başkalarına kiraya veren insanlardır. Bunların, dinle, inançla alakası yoktur. Eğer dinle ilgili diyorsanız, bu yaklaşım dinin çürüdüğünün, yozlaştığının göstergesidir! İnançlı insanların bunu oturup düşünmesi, sorgulaması, ona göre tavır alması lazımdır. Bu tip dinsel inanışların kime, kimlere hizmet ettiğinin görülmesi gerekir.
Batılı toplumlar, Rönesans’la birlikte dini Ortaçağ karanlığından kurtarmak için sorgulamışlar, hayatı gökyüzünden yeryüzüne indirerek yaşamı daha yaşanılır kılmışlardır. Maalesef doğu toplumlarında ve Ortadoğu’da henüz Rönesans gerçekleşmediği için yaşam hala gökyüzündedir! Bu da yaşamı zorlaştırmakta, dünyayla ve gerçeklerle bağdaşmadığı için yokluk, yoksulluk, sömürü, acı ve gözyaşı dinmemektedir.
Ekonomik gücü elinde tutan bireyler, gruplar, toplumlar, ülkeler dini bir sömürü aracı olarak kullanmaktan geri durmamışlar/durmayacaklardır. Çünkü onların tek düşüncesi; ‘Kâr’, tanrıları da ‘Para’dır. Bunu ağırlıklı olarak göremeyen “İslam” ülkelerinde cahilliğin, sömürünün, acının gözyaşının artması, egemenlere hizmet etmesi düşündürücüdür. Dinin egemenlere neden hizmet ettiğini sormadan, sorgulamadan insanların huzura ve adalete kavuşması imkânsız gibidir! Maalesef, inançlı insanların çoğunluğu da bu tuzağa düşerek egemenlerin piyonu olmaktan kurtulamıyorlar.
İyilik Meleği İnsan!
Evet, çok şaşırtıcı! İnsan, onca katliamları, sömürüleri, benciliği, acıyı, gözyaşını, kötülüğü yaşamasının – yaşatmasının yanında; azımsanmayacak derecede de iyiliğe yönelen insan ve insan grupları mevcuttur. İster inançlı olsun, isterse inançsız olsun yaşamı kolaylaştırmak, insanları refaha ulaştırmak için çırpınan onca insan vardır. Örneğin onca çocuğun, hastanın yardımına koşan doktorlar, onların hayata tutunmalarını sağlamışlardır. Bir anneyi yavrusuna kavuşturan, açları doyuran, durumu iyi olmayanları giydiren, barındıran, bir kediyi, köpeği yol üzerinde yaralı görüp veterinere götüren, komşu açken tok yatağa giremeyen, engellilere, yaşlılara, hastalara olanlara gönüllü bakan o kadar çok insan var ki; saymakla bitiremeyiz. O nedenle “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır,” “Acı paylaşıldıkça azalır, sevinç paylaşıldıkça çoğalır,” söylemi boşuna söylenmiş değildir.
Bir grup insan var ki; bilimsel araştırmalarıyla, çalışmalarıyla insan ömrünü uzatan, insanı baştan yaratan, eline düştüğümüzde, “Önce Allah, sonra sana güveniyorum/güveniyoruz” dediğimiz, tıp bilimiyle uğraşan insanları anmadan geçemeyeceğim. Buna bir örnek verecek olursak; son zamanlarda buluşuyla insanlığa büyük fayda sağlayan Alaaddin Yılmaz’dan ve buluşuna değineceğim. Belçika’da yaşayan Cerrah Alaaddin Yılmaz, ilk defa Laparoskopik cerrahi ile ufak bir delik kullanarak kalp kapağı değişimi ameliyatını gerçekleştirerek, açık kalp ameliyatını kaldıramayacak durumda olan hastalara bir umut ışığı olmuştur. (HBT-Dergisi).
Görüyorsunuz, kimileri ölümü kutsarken, kimileri yaşatmaya çalışıyor. Öldürenlerin mi, yaşatmaya çalışanların mı yanında olacağız? Sorulması gereken soru budur!
Bu Olumsuzluklar Nasıl Aşılacaktır?
Bu günkü durumu göz önüne alırsak; insanoğlunun geleceği karanlıktır. İnsanoğlu, bırakın bütün canlıları, kendi soyunu bile yok edecek çalışmalar içine girmiş bulunmaktadır. Suçu inançlara (Din) yüklemek haksızlık olur. Dünyanın sonunu getirecek ne inançlar, ne de inançsızlıklardır. İnsanoğlunun sonunu getirecek hiç bitmeyen; bencilliği ve hırsıdır. Gözünü kârdan (paradan), kibirden başka bir şeyi görmeyen insanların yapmayacağı hile, kötülük yoktur. Diğer olgular bunu artırır veya azaltır.
Bütün kötülüklerin kaynağı, cahilliktir. İnsanoğlunun iyilik ve bilimsellik yönünde eğitilmesi, örgütlenmesi tek çare olarak görülmektedir. Geleceğimizin aydınlığa çıkması için yapılan kötülüklere toplumsal tepki vermek, direnmek, doğayı ve insanca yaşam yollarını arayıp bulmaktan başka çaremiz var mıdır, siz söyleyin?
Adaletli bir dünyada, barış içinde eşitçe paylaşarak yaşamayı, ölümlerin olmadığı (Doğal ölümler dışında), huzurlu bir yaşamı kim istemez ki! Umutsuzluğu değil umudu yitirmemektir önemli olan!
Saygılarımla.
Kemal GÜRBÜZ
Şair-yazar, Devlet Sanatçısı
27.11.2017