AKP bir çözüm sürecinde değiliz diyor ama Öcalan bir çözüm sürecinde miyiz anlamaya çalışıyor. Bu nedenle üç DEP'liyi siyasi partileri dolaşmaya gönderdi. Türkiye kendini zorda mı görüyor, alttan mı alacaklar anlamaya çalışıyor.
Bu arada pazarlık yok demelerine karşın Hükümetle Öcalan arasında görüşmelerin devam ettiği, Erdoğan'ın kendi partililerine söylediği sözlerden anlaşılıyor. Erdoğan şunları söyledi: "Ev hapsi yok. Adamın kendisi de çıkmak istemiyor. Bebek katiline af yok."
Öcalan, koşullar oluşursa çatışmaları hukuki ve siyasi zemine çekme gücüne sahibim demişti. Çıkmak istemediğine bakılırsa Öcalan'ın koşulların oluşması isteğinde, hukuki ve siyasi zeminlerde güvence istemesinde ve bir yabancı devlet garantisi beklemesinde ısrarlı olduğu anlaşılıyor. Değişmeyince karar verildi ve O'na 'bebek katili' denilerek, af yok dendi !
İşin başında Erdoğan, Öcalan'ın, özerk yönetim olmazsa PKK'yı tasfiye etmeyeceğini/edemeyeceğini biliyordu ve Türkiye'nin Öcalan'ın isteklerini kabul etmeyeceğini /edemeyeceğini de biliyordu.
Yalnız Öcalan'ın özgürlüğü karşısında bütün bir örgütün kapatılması akla aykırı bir şeydir. Belirsiz vaatlerle Öcalan'ın ikna edilmesiyle silahları bıraktırma çağrısı yapmasını Kandil'in kabul etmeyeceğini de bilmekteydi. Denendiği ve gerçekleştiği varsayılırsa Öcalan'ın önemi azalır, DEM de Öcalan ile Kandil arasında kalarak bir güç kabına uğrardı. Ancak PKK'nın önemi artardı. Pek kazanımlı görünmüyor. Ancak bu olasılıklar gerçekleşmedi.
Şimdi ki halde AKP yönetimi Öcalan'ın PKK'ya kendini tasfiye etmesi çağrısı yapmayacağını biliyor. AKP bu girişimi hiç başlatmamalıydı aslında. Şimdi AKP, unutulma durumunda olan Öcalan'ın Kürtlerde ve uluslar arası alanda bir önem kazanması, Kürt hareketinin uluslar arası alanda olumlu puan toplaması ve sokak hareketlerinin ne boyutta olacağı bilinmeyen biçimlerde başlaması durumuyla karşı karşıya. DEM ülkenin Gazze'ye benzeyeceği tehdidinde bulunmuştu anımsarsanız.
AKP tarafından 'demir yumruk' deyişi çok kullanıldı son zamanlarda. Büyük korku yaratma isteği var bu deyişle. Ama neyin olup neyin olmayacağını karşı taraf da biliyor. Bakan Fidan üçüncü kişilerin SDG'nin ekonomik ve askeri tesislerine yaklaşmamasını istedi. Yalnız karşı tarafın bir saldırısı olduğunda onun ülkesine eşit güçte karşılık verme hakkını hep ileri sürdük biz şimdiye kadar. Gerçi biz de İsrail gibi kuralsız davranabiliriz ama ABD bizim arkamızda değil karşı tarafın arkasında.
Türkiye, Barış Pınarı Harekatı'nda ABD tarafından ekonomimizin çökertileceği tehdidiyle durdurulmuştu. Trump'ın dış işleri bakanı olacak olan Marco Rubio SDG ile Türkiye arasında uyulması gereken bir ateş kes anlaşması olduğunu ileri sürdü. Bu doğru değil yalnızca ABD'ye verilen bir saldırmama sözüydü sözünü ettiği. Bir kaç gün içinde bir dış işleri görevlisi ABD'nin SDG'ye yönelik bir hareketi görmek istemediğini bu sözleriyle duyurmuştu.
Marco Rubio'nun başka düşünceleri de var. Erdoğan, iktidar değişimiyle Trump'ın bazı şeyleri değiştireceği düşüncesine kapılmamalı. Suriye'de bulunan tüm dinlerin ve halkların özgürlükleri ve hakları eşit olmalı ve korunmalı. (%15'lik) YPG desteklenecek ama ( %85'lik) geri kalan halka destek Şam'ın tavırlarına ve SDG'nin varlığını tanımasına bağlı. Harikasın ABD!