Çocuklar,
Beni uçurtmalarınıza,
Sakal diye takın.
Ben de sizler gibi
Sevinçten uçayım
Ercan KARADENİZLİ
Taş duvarlarıyla göklerin mavisine ulaşmak istercesine uzanan kaleyi bir uçurtmanın kuyruğuna takılarak görmeyi istediğim anda kulağıma fısıldayan bir leyleğin "kuyruğuma takıl, düş peşime!" diyen sesiyle uçsuz bucaksız bir mavilikte uçuyorum. Rüyada mıyım? Beni kaleye götüren yol arkadaşım zeytin ağaçlarının arasında yürüyor, onlarla konuşuyor. Kıvrım kıvrım gövdelerinde parmaklarını gezdiriyor. Beni uçuran leylekten yine bir ses yükseliyor. "Siz karadan, biz havadan hedefe doğru, hadi başla!" diye bağırıyor. Kale kapısı açılıveriyor birden. İçerisi çok kalabalık. Sıra sıra dükkanlar...Önünde bir ileri bir geri gidip gelen askerler, kulelerde nöbetçi muhafızlar düşmana karşı tetikte beklemekte. Hükümdar ve ailesinin korunduğu alanlar, savaş sırasında kullanılan silah ve yiyecek depoları hazır ve nazır. Kule zindanlarındaki suçlular ne kadar orada kalacaklarından habersiz.. Kocaman kalenin surlarından yemyeşil ovaya bakarken başım dönüyor. Beni uçuran leyleğime "Yavaşla biraz!" demeye kalmadan kalenin karşısındaki caminin kubbesine doğru uçuruyor beni. Yanındaki hamamın bacalarından dumanlar çıkıyor. Leyleğimin beni bırakmaya hiç niyeti yok. Zeytin ağaçlarının arasında bir alçalıyor bir yükseliyor. Havada leylak kokusu... Aşağıda insanlar çok sevinçli; "Leyleği havada gördük." diye bağırıyorlar, beni fark etmiyorlar neyse ki. Sadece bu mevsimin renkleri mi değişken? Leylaklar erguvanlardan alacak ilhamını ya sonra hangi bulut akşam kızıllığına taşıyacak bizi? Surların üstünde uçuşan uçurtmalarla yarış mı yapıyorsun yoksa? Aşağıda papatyalardan başlarına taç yapmış kızlar salınıyor yeşillikler arasında. Zeytin ağaçları, defneler, gürgenler renk yarışında.
"Meyvelenmiş ağaçlarla ne zaman haberleşiriz bir fikrin var mı? Beni bir okul bahçesine bırak yalvarırım."
Çocuk çığlıkları duymak için hangi zaman tüneli gong sesiyle uyandıracak bizi.
"Sevgili leylek düş bahçesinden çıkmak için ne kadar zamanımız kaldı?"
"Okul, okul işte okul. Çamköy Ortaokulu... Leyleğim okulun avlusuna paraşütle iner gibi indiriyor beni ve okulun bacasında bekliyor. Neden bekliyor?Yolculuğumuz bitmedi sanırım. Etrafımı çocuklar sarıyor, kocaman bir salona giriyoruz. Sahnede durmadan çocukların sorularına cevap veren birini görüyorum. Çok tanıdık bir sima,yanımda yol arkadaşım ve Şiir Adam. Benden önce mi gelmişler buraya? Şaşkınım. Hep beraber okulun kütüphanesine çıkıyoruz. Kitaplarla dolu raflar. Duvarda kocaman bir yazı dikkatimi çekiyor.
"Bugünün okuyucuları yarının liderleridir." Skytanking Ovenon 'un eseri bu kütüphane diye fısıldıyor okul müdürü. Hemencecik öğrencilerden uzun bir kuyruk oluşuyor. Yazar arkadaşım masada kitaplarını imzalıyor. Çocukların ışıldayan gözlerini görüyorum. Rüyada mıyım? Sevgili leyleğimle yolculuğum devam edecek mi bilmiyorum. Şiir Adam sesleniyor:
"Varsayalım ki evin yok
Gökyüzünü kim alır senden
Ayakkabılarının içindesin,ayak bastığın heryer senin"
........
Sevgili leyleğim okulun bahçesine iniyor kanatlarını açmış beni bekliyor. Gökyüzünün maviliğine doğru yine uçuruyor beni.
"Sadece gökyüzünün maviliği değil altımızdaki maviliği de görüp hayran kalacaksın. Yüzme biliyor musun?"
"Hayır, hazır değilim! Sakın bırakma beni!" derken masmavi bir gölün üstünde buluyorum kendimi.
"Gün batımında bu muhteşem gölün kenarında olacağız. Ay Tanrıçası Selene'nin sulara bıraktığı gümüşi kıpırtılarından gözlerini alamayabilirsin. Belki çocuklarına Selene'yle Çoban Endymion'un aşkını bu güzelliklerde anlatırsın. Ne dersin anlatır mısın?"
Gümüşi kıpırtılara dokunmak istiyorum.
"İndir beni, ne olur bırak!" diye bağırıyorum. Bağırıyorum, bağırıyorum. Birden uyanıyorum.
Yol arkadaşım, Yazar ve Şiir Adam yanımda.
Şiir Adam'ın mısralarıyla kendime geliyorum.
"Varsayalım ki bir süre güneşini çaldılar
Sabahlara uyanan gözlerin yeter
Ve çelikleşmiş yüreğin
Varsayalım ki duvarlar örüldü dört bir yana
Halin yok, can kalmadı perişansın
Yine de büyüsün umudun, ruh ağacın!"
*Dizeler Ali Abbas Çınar