KIRK BİR YIL ÖNCESİNDEN BİR ANKARA MEKTUBU.
Değerli okurlar, geçenlerde Zürih' ten Ömer ÜNAL aradı. Eskilerden, yenilerden söz ettik. Birçok arkadaşına ulaşamadığından söz etti. Ömer'le bizim çok önemli bir anımız var:
"19 Ocak 1978 Perşembe/ANKARA. Babacığım, önce size yakında mektup yazamadığım için özür dilerim. Elbette mektup yazamayışımın nedenleri vardı. Hepsini teker teker anlatacağım. Önce para durumunu anlatayım. İhsan gelirken 1000 tl göndermişsiniz, aldım çok çok sağ olun. Sizden para falan istememiştim. Mahcup oldum. Gelirken 1500 tl siz verdiniz, 1450 tl de Isparta' dan almıştım. Biraz da yanımda vardı. Buraya geldiğimde 3000 tl param vardı. Bir ay içinde bu para su gibi eridi. Aldığım belli başlı şeyler; bir bot(ayakkabı), bir çanta, yorgan, çarşaf, çorap gibi şeyler. Defter, kalem. 80 yapraklı bir defter 20 tl. Artık gerisini siz hesap edin. Kitapların da büyük bir kısmını tamamladık. Yalnız büyük bir kitap var: OSMANLICA: 129 TL. onu da alacağım. Üniversitede hiçbir dersin başlı başına tek kitabı olmuyor. Genel kültür olduğu için öğretim üyeleri, çeşitli kitap isimleri veriyorlar. Piyasada satılan bu kitaplardan alabildiklerimizi alıyoruz. Onların da her biri ateş pahası. 7-8 tane aldım bu yıllık. Bunun yanında gaz yağı parası, ev kirası, otobüs parası kısacası para para para!... Okula da bazen iki kez gelip gidiyoruz. Ders programı çok düzensiz. Örnek: Bu gün bir ders sabah 08.45-10.15 arası vardı. Bir de akşam 16.20-17.55 arası var. Saat 18.00'da çıkıyoruz. Çıktığımızda karanlık basmış oluyor. Yağmur olmuyor ama karda, çamurda bir saat otobüs bekliyoruz. Okula çoğu zaman grupla gelip gidiyoruz. Okul devamlı elektrikli bir havaya hâkim, her kapıda, her köşe başında 3-4 polis bekliyor. Buna rağmen geçen pazartesi günü okul yine hareketliydi. Bir solcu öğrenci bıçaklandı, birkaç sağcı öğrenci komalık edildi. Polis ayırmasa bir gün durmaz, okul alt üst olur. Sağcılar kantine dışarıdan saldırdılar, polisin önünde taşlarla camları yere indirdiler. Sonuç yine aynı, gelip gidiyoruz okula. Köyden döndüğümde Isparta' daki krediyi Ankara' ya naklettirmek istemiş ve Kredi ve Yurtlar Kurumuna başvurmuştum. Müdürlükten eve bir yazı geldi. Yazıda " Eski okulunda başarısız olduğunuzdan krediniz kesilmiştir, yeni okulunuzda başarılı olduğunuz takdirde krediniz 1978 Aralık ayından itibaren alabileceksiniz." Yazılı. Not: 1978'de ek senet yaptırın. Müdürlüğe gittim, aradım, sordum. Eski okulumda sınıfımı geçtiğimi söyledim. Dosyaya baktılar. " Sınıfını geçmişsin ama borçlu geçmişsin, biz doğrudan geçme şartı arıyoruz" dediler. "Eğer eski oklunda olsaydın krediyi yine alırdın, ama nakil olunca tam başarı aranıyor" dediler. Biz de burayı kazandık diye Isparta'da borçlu geçtiğim dersin imtihanına girmemenin cezasını çekmiş olduk. Ek senet işini sordum. "Yazın sen buradan giderken sana senet vereceğiz, onu memleketinde yaptırıp geleceksin. Bu okul dört yıllık olduğu için tamamı 23.000 tl. lık senet oluyor. Bunun iki yıllık olan 11.000 tl. lık kısmını geçen yıl yaptırdın. Kalan 12.000 tl. kısmı için yeni senet yaptıracaksın, seneye okula gelirken de getireceksin" dediler. Buna göre artık bu yıl kredi alamıyoruz. Ev durumuna gelince, evde rahatımız çok iyiydi. 12 Ocak Perşembe gününe kadar. Ben, kaldığımız evden okula tek gidiyorum. Kalan üç kişi Yüksek Teknik Öğretmen Okulu' na gidiyorlar. İhsan'la arkadaşları. 12 Ocak günü yine bizim okuldan bir arkadaş vardı; Kırşehirli. Evdeki arkadaşlardan birinin akrabası olur. O gün akşam 18.00' da son dersten çıkınca arkadaşla birlikte(Ömer) bizim eve geldik. Saat 19.00' a çeyrek falan vardı. Geldikten birkaç dakika sonra kapı zili çaldı ve küçük bir çocuk; "Abi, bakkalda üç tane ağabey var, sizi çağırıyorlar" dedi. Zaten uzun zamandır şüpheleniyorduk. Bakkalın oraya geliyorlardı. O sırada evde yalnız Ömer' le ben vardık. Öbürleri okula gitmişlerdi, saat 19.00 sularıydı. Çocuk öyle deyince; "Ömer, bakıver bakalım kimmiş onlar. Ama sakın isim misim sorarlarsa söyleme" dedim. Ben de yemek yapıyordum. Biraz sonra tekrar zil çaldı. Kim o? Diye sorduğumda Ömer' in sesi geldi. "Aç Nail, benim!" diye. Açtığımda arkasında üç tane daha adam(genç) vardı. Bunların Türkeş' çi oldukları suratlarından, bıyıklarından ve tiplerinden anlaşılıyordu. Ömer, korkuyordu. Ahıra girer gibi daldılar. " Buyurun, hoş geldiniz!" Diyerek masanın çevresinde yer gösterdim. İkisi otururken birisi sorup/sual etmeden ayakkabısıyla birlikte odalara dalıp kitap-defter, gazete-dergi, yatak altı-üstü, dolap ne varsa arayıp taramaya başladı. Bulduğu Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerini yüzümüze çarparcasına masanın üzerine fırlatırken Tercüman ve Günaydın gibi gazeteleri görmezlikten geliyordu. O, araştırma yaparken diğerleri de bizi sorguya çekiyordu. "Adınız, soyadınız, hangi okula gidiyorsunuz, burada kaç kişi kalıyorsunuz, kimler kalıyor, adları, hangi okula gidiyorlar." falan filan. İhsan' gil i söyleyince onları okulundan oldukları anlaşıldı. Ellerinde bir çanta vardı ve içinde mutlaka silah vardı. Daha önce Ömer' i dışarıda; bakkalda sıkıştırmışlar, korkutmuşlarmış."Eve gidelim, bakalım kimler var?" deyip zorla eve getirmişler. O sırada akrabasının soyadını sordular, ben bilmiyorum dedim. Ömer' e sordum, o söyleyince " Hani dışarıda sorduk da bilmiyordun, şimdi söylüyorsun, neden yalan söyledin? Diyerek ona çıkıştılar. O sırada bir de benimle uğraşmaya başladılar. Bu arada Ömer, sıvışıp kapıdan dışarıya kaymış. Sonradan anlattığına göre bunlardan biri de bakkalda bekliyormuş. Bakkal da zaten 10 metre ötemizde. Sürüne sürüne kapının kenarından geçip arka bahçeden kaçmış ve karakola varıncaya kadar aradan yarım saat geçmiş. Ömer kaçtıktan sonra beni biraz daha hırpaladılar. Üç kişilerdi, masanın üzerinde ekmek bıçağı duruyordu. Alıp birisini yaralasam bile diğerleri mutlaka beni haklarlardı. Düşündüm, taşındım yapacak bir şeyim yoktu. Ellerinde bıçak, sırtıma dayamışlar, dışarıya çıkmaya zorluyorlardı. Bıçak zoruyla dış kapının önüne kadar çıktım. Orada "Bu evi üç güne kadar boşaltın, boşaltmazsanız hepinizi kurşuna dizeriz, bombalarız, şöyle yaparız, böyle yaparız. tehditleri savurup beni (burnumun üzerine bir kafa atarak) bırakıp gittiler. Aradan on beş dakika kadar geçti. Tekrar kapı zili çaldı. Evde yalnızdım. "Kim o?" diye sordum. "Polis, polis.. aç kapıyı." Biraz tereddüt ettim. Tekrar sordum. ""Polis, polis. " diye ses geldi tekrar. Nerden bilebilirdim polis olduklarını. "Ne olursa olsun" deyip açtım kapıyı. Gerçekten polisti gelenler. 1 sivil komiser, 3-4 polis memuru. "Ne oldu, nasıl oldu" diyerek soru yağmuruna tuttular. Ben anlatırken onlar not alıyorlardı. Tekrar zil çaldı açtık, onlar da polismiş. 7-8 kişi, ellerinde tabancalar, stenler, eve doluştular. Onlar da sordular, soruşturdular. "Boyu nasıldı, saçı, bıyığı, rengi nasıldı" diye. "Tanıyor musun" dediler. "Tanımıyorum ama görsem bilirim, bizimle kalan arkadaşların okulundan, onlar tanır" dedim. Sonra beni arabaya atıp karakola götürdüler, ifademi aldılar. Öbür karakoldaki arkadaşı getirdiler, onun ifadesini de aldılar. Bakkalı getirip onun ifadesini de aldılar. Bakkal, tanımıyorum diyerek ekmek üstüne, Kur' an üstüne yeminleri bastırıyordu. Ama bakkal, onları mutlaka tanıyordu. Bizim arkadaşlar öteki bakkaldan alış-veriş ediyor diye kurcaladı herhalde bu işi. "Eğer onları bir yerde görür ya da tanırsanız bize haber edin!" diyerek bıraktılar bizi. O sıralarda okula gidenler evde beni bulamayınca bakkala sormuşlar. O da "Polis-molis" deyince bir taksiye atlayıp karakola geldiler. Sonra da karakol bizi kendi aracıyla evimize bıraktı. Artık o gece ve ertesi geceler eve uğramadık. Ömer' gilin evinde yattık-kalktık. Arkadaşlardan birisi akrabalarının yanına gitti. Birisi de Ömer' in akrabasıydı, onun yanında kalıyor. İhsan'la ben açıkta kaldık. Bir gün o arkadaşın yanında, bir gün bu arkadaşın yanında idare ediyoruz. Geçenlerde İhsan' la gizlice gelip evimizde yattık. Ama sabaha kadar uyuyamadık. Geç vakitte ve gizlice eve geliyoruz. Işık-mışık yakmadan el yordamıyla yatağımızı bulup yatıyoruz, en dipteki odaların birinde. Dün gece evdeydim, biraz daha rahat uyudum. Nedense fazla tehlike yok gibi geldi. Bu gün bir arkadaş ayarlayamazsam yine evde kalacağım. Eğer İhsan da bir arkadaş bulamazsa o da gelir herhalde. Olayın üzerinden bir hafta geçti. Ama tehlike tamamen geçmiş değil. Arkadaşlar "Artık o evde kalamayız" diyorlar. Çünkü bu semtte Türkeş' çiler çoğunluktaymış.(Sabancı Yurdunun arkası/ŞENYUVA MAH.) O günden beri hepimiz koşturuyoruz. Ev arıyoruz, yurt arıyoruz. Ev zaten imkansız da Devlet yurduna da sıra ile, puanla giriliyor. İlk geldiğimde kaydolmuştum, hala ismim çıkmadı. Yurt Müdürlüğüne gittim, durumumu anlattım. "Listede ismin çıkmadan yurda alamayız" dediler. 15-20 günde, bir ayda bir listeler çıkıyormuş. Müracaat edenleri, durumlarına göre sıralayıp zaman zaman liste halinde okulun camına asıyorlar. "Bekle, belki önümüzdeki günlerde çıkar!" dediler. Özel yurtlara başvurduk. (500-600 tl.) yalnız yatış ücreti. Yeme-içme-yıkanma-ütü. hiç biri yok. Bulabilsek ona da girecektik." Şimdi dolu, aybaşında çıkacaklar var, belki o zaman alabiliriz" diyorlar. Bu günlerde ne yapacağımızı şaşırıp kaldık. Güç-bela okula devam ediyoruz. Can güvenliğimiz de yok, her an bir olay çıkabilir. Okula girerken her gün polisler didik didik aramasalar kim bilir her gün kaç yaralı, kaç ölü olurdu. Sokakta yürürken her yer çamur, üst baş batıyor. Trafik sıkışıklığı, hava kirliliği, boğaz yanması, baş dönmesi, baş ağrısı yapıyor. Artık bunları bile çoktan beri dert saymıyoruz. Bizim okulda solcular çoğunlukta. Daha ileride okulu tamamen sol grup ele geçirecek, sağcıları belki de okula almayacakları söyleniyor. Zaten kendileri de pek rahat durmuyorlar. Hem kel hem fodul hesabı hem kavgayı çıkartıyor, hem de dayak yiyorlar. İleride okulun mutlaka solcuların eline geçeceği belli. (solcuların söylediği) Okula dört yıl devam edebilmek için onların yanında yer almaya mecburuz.(Babama!) Geçen Pazartesi Fehmi İlter' e( Milas Milletvekili) telefon ettim. "Gel, konuşalım" demişti. Gittim, bir türlü evinin yerini bulamadım. (Bahçeli'de) Bu gün tekrar telefon ettim, kendisi evde yokmuş, eşi varmış. "Akşama gelir" dedi. Tekrar telefon edeceğim, geldiyse akşama gidip yardımını isteyeceğim. Milas'ta iken yanına gitmiştik de beni tanıyordu. Daha da olmazsa İç işleri Bakanına, Başbakan' a kadar! Gideceğim. Koskoca Türkiye'nin başkenti; adaletin dağıtıldığı yerde bunca kanunsuzluk, bunca eşkıyalık, bunca başıboşluk ve cinayetler sürüp giderse "VAY BENİM MEMLEKETİMİN HALİNE" . Yeni hükümet," öğretim özgürlüğü, can güvenliği, ülkede istikrar sağlayacağız" diye bas bas bağırıyordu. Bakalım sağlayabilecekler mi? Sağlayabilirlerse ne mutlu. Sağlayamazlarsa Türk halkı, onu da başlarından atıp bir başkasını getirmesini bilir. Yeter ki demokrasi zedelenmesin, yeter ki Türk halkı bilinçli davransın. Babacığım, satırlarıma son verirken sevgi ve selamlarımı sunar, sizin; annemin, ninemin ellerinden öperim. Ali ve Neriman' a da selamlar. Beni soran herkese kucak dolusu insanlık, kardeşlik, dostluk kokusu burcu burcu tüten selamlar, sevgiler, esenlikler dilerim. Dayım' gile de, Aylin' de selamlar. Bir yere yerleşince onlara da açıklamalı mektup yazacağım. Ağabeyim' gile mektup, kart attım cevap gelmedi. Size gelen-giden oluyor mu? Beni hiç merak etmeyin, iyi-kötü olur giderim. İşler de herhalde bir gün rayına oturur. (Şu anda 1100 liram var.) Radyoda falan (kötü) bir haber duymadıkça ben sağım demektir. Bu mektubu saklayın, belki de son mektubumdur. Postaya atabilirsem. Babacığım, belki çok yazdım, başınızı ağrıttım ama bunca açıklama yapmayı size karşı gerekli gördüm. Mektubun karşılığını acele bekliyorum. Allah göstermesin ama belki de sizin başınızda benimkinden daha kötü bir iş olmasın!. NOT: Mektubu ev adresine atmayın. A. Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesi Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü Sıhhiye/ANKARA adresine atınız. Oğlunuz Nail. (HEY GİDİ GÜNLER. NE İDİK, NE OLDUK NE OLACAĞIZ.)