MUT'TA/KARAC'OĞLAN/KARACAKIZ EFSANESİ.

                               Değerli okurlar, daha MUT' a gitmeden araştırma yaparken Alaçam Muhtarı Abdurrahman Bey ile görüştük ve O' ndan bilgiler aldık. Abdurrahman Bey, dedi ki; "Karacaoğlan'ın mezarını görmeden geçmeyin!". Anıt Zeytin Ağacından dönerken bizim rehbere dedik ki, " Karacaoğlan Tepesine de çıkabilir miyiz?" Kaptan, "Mehmet Ali Bey'in izni olmadan gidemem" deyince Hanım, hemen Mehmet Ali Bey'i aradı ve Karacaoğlan'a gidip gidemeyeceğimizi sordu. Mehmet Ali Bey de " Tabi ki gidin!" deyince uzak/yakın demeden bizim kaptan direksiyonu doğruca dağlara doğru çevirdi. Bağlar/bahçeler arasından geçip yemyeşil çam ormanlarına daldı ve asfalt bitince birkaç km. de toprak yolda tırmandıktan sonra birden kendimizi bin metrenin üzerinde yükseltisi olan KARACAOĞLAN TEPESİ' nde bulduk. Çevreye oldukça hâkim bir tepede, ardıç ağaçlarının gölgesinde Karacaoğlan'ın çok iptidai bir biçimde düzenlenmiş ve üzerine de bir Türk Bayrağı serilmiş biçimde Karacaoğlan'ın mezarı. Aman Allahım!!... Bu ne büyük bir mutluluk. Bir gün buraya geleceğimi rüyamda görsem inanmazdım. Mezar çevresinde yazıtlar dikilmiş, düzenlemeler yapılmış. Yazıtlardan birinde;

"KARACAOĞLAN DER Kİ HER SÖZÜM HAKTIR,

 YİĞİT OLMAYANIN YALANI ÇOKTUR.

 CEHENNEM YERİNDE HİÇ ATAŞ YOKTUR,

 HER KUL ATAŞINI BİLE GÖTÜRÜR."

Bu kutsal tepeden çevre alabildiğine açıklık ve yeşil ormanlar içinde. Karşı tepelerden birinde de KARACAKIZ TEPESİ. Karacaoğlan uzun yıllar Karakız' ın çevresinde dolaşmış ve onu istetmiş de. Ama vermemişler. Ölünce Karacakız' ın karşısındaki bu tepeye gömülmesini vasiyet etmiş. Bu vasiyetini de yerine getirmişler. Yazıtlardan birinde şu notlar kazınmış:

"1606-1679 yıllar arasında yaşayan KARACAOĞLAN, Toros Dağları' nın Çukurova ile buluştuğu eteklerde kışlayan VARSAK TÜRKMENLERİ'NDEN bir obaya mensuptur. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları kendi obası arasında geçmiş; daha sonra bir gönül macerası nedeniyle gurbete çıkmıştır. Bütün Anadolu'yu, Azerbaycan'ı, o dönemin Halep Vilayeti diye bilinen Suriye'yi dolaşmış, son yıllarını ise "VARSAK YURDU" olan Bulgar Yaylası ve çevresinde geçirmiştir. Kavuşamadığı sevgilisi KARACAKIZI, MEZARININ BULUNDUĞU TEPE ÇEVRESİNİ MESKEN TUTMUŞ, ÖLÜNCE BU TEPEYE GÖMÜLMESİNİ VASİYET ETMİŞTİR. Oba, bu vasiyeti yerine getirmiş, burasını KARACAOĞLAN, karşıki tepeyi de KARACAKIZ TEPESİ olarak isimlendirmiştir. Bu iki tepe, 18. Yüzyıla kadar o zamanın resmi kayıtlarında aynı isimlerle anılmaktadır. Karacaoğlan, kendisine bir güzelin "kara/karaca" demesi üzerine;

"BANA KARA DİYEN DİLBER,

KAŞLARIN KARA DEĞİL Mİ?

YÜZÜNÜ SEVDİREN DİLBER,

GÖZLERİN KARA DEĞİL Mİ?

 

BENİ KARA DİYE YERME,

MEVLAM YARATMIŞ HOR GÖRME.

ELA GÖZE SİYAH SÜRME,

ÇEKİLİR KARA DEĞİL Mİ?"

 Diyerek cevap verir. Toros Dağlarını kendisine mesken tutup diyar diyar gezen KARACA, her gördüğü güzele âşık olur, onlara dörtlükler/koşmalar söyler. Ama artık yaşlanmış, sakalları ağarmıştır. Sanki bunun kendisi farkında değildir. Bir gün bir güzel, çeşme başında kendisine bu acı gerçeği hatırlatır. Kendisinden su isteyen bu Türkmen kocasına genç kız, "Buyur EMMİ!" diyerek su dolu çamçağı uzatır. KARACA, hiç beklemediği bu hitap karşısında kahrolur, yılların nasıl geçtiği kafasına dank eder ve bu olayın arkasından şu ünlü koşmasını söyler:

"Değirmenden geldim beygirim yüklü,

Şu kızı görenin del' olur aklı.

On beş yaşında kırk beş belikli,

Bir kız bana EMMİ DEDİ NEYLEYİM?

 

Birem birem toplayayım odunu,

Bilem dedim bilemedim adını.

Albıstan yanaklı Türkmen kadını,

Bir kız bana EMME DEDİ NEYLEYİM?

 

Bizim ilde urum olur, uc olur,

Sızılaşır Bozkurtları aç olur.

Bir yiğide EMME DEMEK GÜÇ OLUR,

Bir kız bana EMMİ DEDİ NEYLEYİM?

 

 Karac'oğlan der ki, n'olup n'olayım,

Akan sularınan ben de geleyim.

SAKAL SENİ MATKABINAN YOLAYIM,

BİR KIZ BANA EMMİ DEDİ NEYLEYİM?"

                Karacaoğlan, bizim Toroslar ve çevresinde yaşayan/eğlenen en önemli ozanlarımızdandır. Arı/duru Türkçesi ve yangın yüreğiyle yüz yıllarca bu topraklarda sesini duyurmuş ve Türk kültürünü yaşatmıştır. Araştırmacılar, asıl Karacaoğlan 16. Yy. başlarında yaşamış olsa da 17. 18. Ve 19. yüzyıllarda da "KARACAOĞLAN" mahlasıyla şiirler söyleyen halk ozanlarının olduğunu belirtmektedirler. Hayatı hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte 17. Yüzyılda Çukurova ve Toroslarda Türkmen Aşiretleri arasında doğup büyüdüğü ve yaşadığı anlaşılmaktadır. Şiirlerinde doğa benzetmelerini sıkça kullanan ozan, çok temiz ve yalın bir Türkçe kullanır.

                Karacaoğlan bir gün MUT' un KARACAOĞLAN (Çukur) köyüne gelir. Burada sazı ve sözüyle herkesin saygısını/sevgisini kazanır, daha sonra bu köyden ayrılıp Elif adlı güzel bir kızın obasına geçer. Yörede KARACAKIZ adıyla anılan Elif, oba Beyinin kızıdır. Karacaoğlan Elif'i ilk gördüğünde ona âşık olur ve bir türlü obadan ayrılamaz. Karacakız da Karacaoğlan'a tutulmuştur. Oba Beyi, Karacaoğlan'ın yanık söyleyişinden, kederli görünüşünden onda bir değişikliğin olduğunu anlar ve bunun nedeni öğrenmek ister. Karacaoğlan bir türlü söylemek istemez. Ancak Oba Beyi ısrar edince Karacaoğlan, Elif'i sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini söyler. Bey, bu duruma çok sinirlenir ve kendisine verecek kızının olmadığını sert bir şekilde ifade eder. Karacaoğlan bu cevaba çok içerler ve Elifle kavuşmanın mümkün olmadığını anlayarak obadan ayrılmak zorunda kalır. Aradan yıllar geçer, Karacaoğlan'ın saçı/sakalı ağarır, ancak bir türlü Karacakız' ı unutamaz. Son bir kez onu görmek amacıyla Çukur Köyüne gelir. Çevresinde toplananlara Karacakız' ın bulunduğu obayı sorar. Fakat herkes üzgün bir biçimde başını önüne eğer. Yaşlı bir köylü, Karacakız' ın çok uzun bir süre karşı tepede kendisini beklediğini, sonunda ümidini kaybederek hayattan elini/eteğini çektiğini ve yine bu tepede öldüğünü, mezarının da buraya yapıldığını söyler. Karacaoğlan, bu duruma çok üzülür, kahrolur, tepeye çıkıp mezar başında dua eder, daha sonra da Karacakız' ın mezarını kolayca görebileceği karşı tepeye geçip burada oturur. Karacakız için saz çalıp yanık türküler söyler, günlerce de yerinden kalkmaz ve sonunda bu tepede Karacakız' ın aşkı uğruna can verir. Köylüler, Karacaoğlan'ı bu tepeye defnederler. Olayın ardından Karacakız' ın öldüğü tepeye KARACAKIZ TEPESİ, Karacaoğlan'ın öldüğü tepeye de KARACAOĞLAN TEPESİ adı verilir. Yörede her yıl yaz gelende bu tepelerden birinden mavi, diğerinden yeşil bir ışığın yükselerek bunların gökyüzünde birleştikleri anlatılır ve bu ışıkların hayattayken kavuşamayan bu âşıklara ait olduğuna, bunları da ancak yürekten sevenlerin görebileceğine inanılır." Karaco'ğlan Tepesinden oldukça üzgün ve boynu bükük dönüyoruz. Oysa bu tepeye çıktığımızda ne büyük bir mutluluk yaşamıştık.

YAZARIN DİĞER YAZILARI