O gün çok heyecanlıydım.
Annem babam benim artık büyüdüğümü söylediler.
İlkokul 1.sınıfa başlayacaktım. Çünkü yaşım artık 1.sınıfa uygundu. Çevremdeki herkese göre ben 1.sınıfa hazırdım. Ve en önemlisi kocaman olmuştum.
Kocaman olduğumu söyleyenler gibi bende kendimi kocaman olduğuma inandırmıştım.
Başladım 1. Sınıfa.
Büyük bir heyecanla.
Kocaman da olmanın verdiği gurur ve yükle.
Eğlenceli geldi bana ilk zamanlar.
Oyun oynuyorduk.
Çiziyorduk.
Boyuyorduk.
Ta ki şu senin çocuk okuyor mu? Senin çocuk yazıyor mu? Cümleleri evde, okulda, çevrede, konum komşuda konuşulana kadar…
Buradaki çocuk yerinde ben olmak istemediğim için burada kesiyorum bu hikâyeyi.
Kim olmak ister ki?
Biz çocukluğunu bile yaşamasına izin vermediğimiz çocuklara ne sorumluluklar ne yükler yüklüyoruz?
Çocuk olduğunu unutarak.
Bu hırs…
Bu yarış…
Bu neyin başarı ölçütü?
Okuma yazma sürecini zaten zor bir halde iken daha fazla niye zorlaştırıyoruz?
Anne-baba olarak.
Öğretmen olarak.
Konum komşu olarak.
Çevredekiler olarak.
Biz erken okuduk ne oldu?
Geç okuduk diye de ne kaybettik?
Neden eksik kaldık?
Neyi eksik yaptık?
Niye bakamıyoruz?
Gerçeklere, görmek istediğimizi bırakıp.
Karşında her şeyi bilen bir öğretmen,
Belki yanında senden önce de okumaya geçen bir arkadaşın,
Evde hadi oku diyen bir annen-baban…
İşin ne zor.
Herkesin her şeyi bildiği, hatta bu süreçte kaç defa başarısız olduğunu bilen, yapamayacağını düşünen içine atan, sırf bu yüzden de o süreçteki durumdan dersten, okuldan, öğretmenden soğuyan çocuklar.
İlkokulunu kötü hatırlayan veya hiç hatırlamak istemeyenler.
Bir şeyi sürecinde yaşamak en doğal şeydir.
Anne karnında bebek ortalama 9 ay 10 gün durur. Biz istiyoruz diye o bebek gelişimini tamamlamadan 7 ayda doğmaz. Doğarsa da normal olmaz. Ve doğallığını bozduğumuz bu süreç anne-baba olarak bize ve çocuklarımıza zor olacaktır.
Kendi hırslarımızı öğretmen-anne-baba-konum-komşu olarak bir kenara bırakıp çocuklara sadece çocuk gözüyle bakmaya çalışmalıyız. Gerçekten çocuğumuzun öğrenme deneyiminde, yaşamında mutlu olmasını istiyorsak bireyselde çocuğun hazır olacağı zamanı beklemeliyiz. İzin vermeliyiz.
Okuma-yazma sürecini bu kadar zorlaştırdığımızda ne olur?
Okumaktan keyif almazlar.
Amacımız okumasını istemek mi?
Okumayı istemesine ortam sağlamak mı? Okumasına olanak tanımak mı?
Toplum olarak okumuyoruz zaten.
Okuduğumuzu anlamıyoruz.
Anlamadığımız her şeyi yorumlamaya çalışıyoruz.
Okuma yazma sürecinde, hiç bu süreçle ilgili bir deneyimi olmayan çocuklar için ne kadar zorluk taşıdığını bilen/deneyimleyen bir eğitimci olarak, çocukların işini daha da zorlaştırmayalım diyenlerdenim.
Bu çocukların önce çocuk olduğunu ve her birinin birbirinden farklı olduğunu her gün hatırlayarak yapmalıyız işimizi, anneliğimizi, babalığımızı, komşuluğumuzu.
Biz onları gözümüzden bu kadar büyüterek çok fazla da sorumluluk yüklerken onlar da bizi anne-baba-öğretmen olarak ve en kötüsü de bu okuma yazma sürecinde yapacaklarını gözlerinde dev gibi büyütüyorlar. Belki en çok ta bunu atlıyoruz ve görmezden geliyoruz.
Siz hiç mutsuz olduğunuz bir yerde, bir işte çalışmak ister misiniz?
Ben açıkça istemem.
Sizlerin de istemeyeceğini düşünüyorum.
Öğrencinin de yeri, kendini mutsuz olduğu bir yerde ve bir sorumlulukta gördüğü yer değildir.
Çocukları mutsuz oldukları bir işte çalıştırmak istemiyorsak bireyselde yaşadıkları süreçte onlara zaman vermeli ve kendi gelişimlerini önce kendilerinin keşfetmelerine olanak tanımalıyız.
Başarısızlığında bile motivasyonunu bozmayan,hata yapmaktan korkmayan mutlu çocuklar yetiştirebilmemiz ümidiyle.