MIT İktisat Profesörü Daron Acemoğlu'nun Oksijen Gazetesi'nin 19-25 Ocak 2024 sayısında yer alan yazısında, "Daha iyi bir demokrasi inşa etmek istiyorsak demokratik kurumların insanlara istediklerini verme becerisinden yola çıkmalıyız. " denilmektedir.
Sanayileşmiş ülkelerde daha iyi demokratik kurumlar inşa etmek için elimizde bir çok model var.
Şili Latin Amerika'nın en zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen General Augusto Pinochet'in gaddar diktatörlüğünden ve tarihsel eşitsizliklerin sancılarını yaşamaya devam ediyor. 1998'de otoriterlikten dönüşü başlatan, demokratik kurumların inşasında kaydettikleri aşama doğru. Eğitimsel ve sosyal programlar da gelir eşitsizliğini azalttı. Ancak sorunlar duruyor. Şili hâlâ 1980'de Pinochet'in dayattığı anayasa ile yönetiliyor.
2020 yılındaki referandumda yeni anayasa taslağına büyük destek gelmesinin ardından süreç seçilmiş delegeler konvansiyonuna emanet edildi. Ancak 2021'de isimleri belirlemek için yapılan seçime katılım oranı yüzde 43'te kalmış. Şili'lerin yüzde 62'si tarafından reddedilmiş. Şili gibi birçok ülkede aktivist kurumların istediği tedbirler seçmenin çoğunluğunun itirazıyla karşılaşıyor. ABD de dahil olmak üzere dünyanın birçok yerinde benzer olaylar yaşanıyor.
Kısa bir süre önce Nicolas Ajzenman, Cevat Aksoy, Martin Fiszbein ve Carlos Molina ile birlikte yaptığı çalışma bazı ipuçları sunabilir.
İnsanların demokrasiden görünür istekleri çok şey anlatıyor. Daha iyi demokrasi inşa etmek istiyorsak demokratik kurumların insanlara istediklerini verme becerisinden yola çıkmalıyız.
Şili örneğinde solun iş dünyası karşıtı katı ajandası sakıncalı görünüyor. 1929'daki borsa çöküşü ve Büyük Buhran sonrası İskandinavya'da ortaya çıkan sosyal demokrat partileri model almak daha isabetli olabilir. Söz konusu partiler ekonomiyi toparlayacak ve eşitsizliği azaltacak kurumsal değişimlere, politikalara ihtiyaç duyulan iktidara gelmişti.
Hem İsveç hem de Norveç 20. yüzyılın başında eşitlikten oldukça uzaktı.
İki ülke de sık sık işçi-işveren anlaşmazlıklarına sahne oluyordu. Sonraları sosyal demokrat partilere dönüşecek olan işçi partileri Marksist kökenliydi. Makro-ekonomik idare ve hem emek piyasasında hem de eğitimde eşitlikçi reform vaat ettiler.
Norveç İsçi Partisi 1930 seçimlerindeki kötü sonucun ardından katı Marksist ajandasından U dönüsü yapmış. Dönemin Danimarkalı ve İsveçli Işçi partileri gibi pratik meselelere, insanların taleplerine odaklanmış. 1935'te yeniden iktidara gelen parti ertesi yıl "Halk Okulu Yasası "'nı hızla uygulamaya koydu.
Tuomas Pekkarinen, Kjell Salvanes ve Matti Sarvimaki ile yaptığımız yeni çalışmada Norveç' in okul reformunun kırsal kesimdeki eğitimin kalitesini artırmaktan daha fazlasını başarmış. Basitçe söylemek gerekirse, parti seçmenin istediği hizmetleri sunmuş, seçmen de bu tavrı sandıkta ödüllendirmişti.
İsveç örneği aynı şekilde yaşanmıştır. 1932'deki ilk seçim zaferinin ardından İsveç Sosyal Demokrat Partisi ücret artışı, işçi-işveren barışı ve durgun makroekonomi ortamı vaatlerini yerine getirdi. Sonrasında on yıllar boyu sandıkta ödüllendirildi.
Demokrasiyi güçlendirmek ve eşitsizlikle savaşıp dezavantajlı kesimleri koruyacak yeni kurumlar inşa etmek için buradan alınacak çok dersler var. İlk adım, demokrasinin halka verdiği vaatleri yerine getirecek reformist bir ajanda üzerinden işlediğini göstermek olmalı. İster sağdan ister soldan olsun seçmenlere aşırılıkçı politikalar dayatma girişimleri başarısızlığa mahkum. Üstelik demokratik kurumlara güveni daha da azaltmaları fazlasıyla muhtemel.
Kuzey Avrupa ülkelerinin Marksist deneyimlerini bu yazıda vermeye çalıştım.
İsveç'te Olof Palme başbakan iken bir suikasta uğraması kötü bir deneyim olmuştu, Avrupa için.