KIZILBELLİ Sarı Durmuş Amca
Fethiye'nin Üzümlü beldesinin yakın köylerinden Kızılbelli Sarı Durmuş Amca bu gün saat 8,30'da öldü. Fethiye Devlet hastanesinde on gündür yatmakta olan rahmetli Azrail'e yenik düştü. Durmuş Amca'nın ölümü beni 1959'lara doğru aldı götürdü. İncirköy'den Gürmedere'ye öğretmenliğe başlamak üzere yaya olarak kestirme yoldan gidiyordum. Arada Kızılbel köyü var. Kapıkaya'yı çıkınca Kızılağaç mevkiine varılır. Biraz tarla, beş on zeytin, incir ağacı ve Fethiye Limanının inanılmaz güzellikte göründüğü bir yer. Manzaraya dalmışım.
"Selamün aleyküm!" dedi kuvvetli bir ses. Baktım sarışın bir adam duruyor sırtı çantalı.Yüzü sarıdan kırmızıya yaklaşan bir tonda.
"Aleyküm selam!"dedim, tokalaştık.
"Kimsin?" dedi. Ben "Gürmedere'nin yeni öğretmeniyim, bu gün göreve başlayacağım." dedim. Hemen ekledim "İncirköylüyüm!" diye. Böyle tanıştık onunla. O da İncirköy'e Gadderoğlu'na yeni harbi ısmarlamış, onu almaya gidiyormuş. "Sen Hilmi Hoca'nın oğlusun, babanı da, dedeni de tanırım. Deden bizim Kızılbel'de çocuk okuttuydu zamanında!.." dedi ayrıldık. O İncirköy'e doğru indi gitti, ben Kızılbel'e doğru Kızılağaç'ın yokuşuna ağdım .
Sonra aradan geçen kırk yıl içinde iyi ahbap olduk. Gürmedere'ye her gelişinde okula saparak halimi hatırımı sorardı. Onun sayesinde eşi kınalı saçlı Hatice Nineyi de tanıdım.Öğretmen oğlu Yılmaz ile televizyona çekim için çevre köylere gittik, bütün yaylaları dolaştık, Kızılbel günlerinde beraber olduk. Allah rahmet eyleye. Kınalı saçlı Hatice Nine'ye Allah uzun ömürler versin. O şen ve şakacı folklor kaynağı ninenin başı sağ olsun.14.04.1999
2000 Yılında Hatice Nine de Hak'ka yürüdü. Seksen altı yaşında idi öldüğünde. Şimdi Kızılbel mezarlığında yan yana yatıyorlar, dünyanın gamını kasavatını geriye atarak. Her ikisini de sevgiyle ve saygıyla anıyorum. Kim kaldı ki eskilerden.
Sarımsak kokutan mahalleden misiniz ?
Karı boşatan mahalleden misiniz ?
Fethiye Limanı kapalı bir kutu gibidir. Boğazdan içeri girdikten sonra koskoca limanda dalga oynamaz, çok sakindir. Askerlik dersi öğretmenimiz Fethiye Limanı'nın askeri önemini anlatırken:
"Donanmayı saklayacak kadar geniş ve emin bir liman!" derdi. Eski Meğri'ye kadar uzanan yarımada ve batısının kapalı olması yaz aylarında şehrin sıcak günler yaşamasına neden olur. Onun için eskiden Fethiye merkezde oturanlar yaz aylarında Seki, Üzümlü, Arpacık taraflarında ve Akdağ'ın düzlüklerinde alırlarmış soluğu.
Karagözler'den, Köprübaşı'na kadar olan kısımda güneş erken batar. Çarşıdasınız, baktınız ortalık karardı kararacak. Eve erken döneyim diyorsunuz, Köprübaşı'nı geçip de Kadir çavuş'un Bahçesi civarına geldiğiniz zaman bir de bakıyorsunuz ki; daha ikindi vakti, güneş eğilmiş o kadar.
Köprübaşı ile Tepesidelik arasında akşam erken olur.Buralarda hanımlar akşam yemeklerini güneşe göre ayarlarlar. Güneş erken batarsa; işine sabah erken giden eşi de erken dönecektir. O halde sofra hazır olmalı diyerek yemekleri hazırlar. Bekler bekler, ne gelen var ne giden. Eğer pişen yemek sarımsaklı ise ve sarımsağı da konmuşsa; beyefendi gelinceye kadar sarımsak konan yemekler kokar. Sarmısağı kokan yemek ağız dalaşına sebep olur. İşte bu mahalle sarımsak kokutan mahalledir.
Bir de denize yakın ve önü açık olan bir mahalle düşünün; Günlükbaşı gibi, Çalış gibi veya Çatalarık gibi. Buralarda güneşin batması ile beraber akşam oluverir. Hanımlar bakarlar ki; ortalık aydınlık, güneş daha denizin üstünde döneleyip duruyor. Akşama daha epey var diye; ya komşudan geç gelinir, ya da; biraz daha, biraz daha derken güneş batıverir ve işine giden eşi kapıda belirir. İşte burada kavga, dedikodu, hır gür başlar. Bu kavgaların sonu boşanmaya kadar uzarmış eskiden.
Yeni tanışanlar birbirine sorarlarnış; "Sen Fethiye'nin sarımsak kokutan mahallesinden misin ?Yoksa karı boşatan mahallesinden mi ?" diye. Bunlar eskiden kalma meseller; şimdi kamyon tekeri gibi, boy boy saatler var evine asmaya, saatler var koluna takmaya, cepte taşınanı bir ayrı. Televizyonlar, radyolar.. Saati şaşırmaya imkan yok!..
Eskiler var ya, bizim atalarımız. Neler üretmişler neler!..
Yerleştiğimiz mahallenin, yukarıda anlattığımın hangisine uyduğunu bilmenizde de yarar var sanırım. Sahi "Siz; sarımsak kokutan mahalleden misiniz ?Yoksa karı boşatan mahalleden misiniz ?"
Sarı Elif'in matıflığı
Sarı Elif; kocadıkça matıfladı, kocadıkça matıfladı. Bir dediğini bir daha der oldu. Ağzı da gittikçe açıldı. Anam rahmetlinin dediği gibi "Çenesi iyice düştü!"
Bu arada bilgiçlikler de taslamaya başladı. Geçmişten, gelecekten yalan yanlış haberler vermeyi, deli deli öykünmeyi adet haline getirdi. İki de bir "Ben neler görüyorum neler, her şeyi sezer oldum. Ben iğnenin yurdasından koskoca dünyayı seyrediyorum, olanları ve de olacakları birem birem görüyorum." demeye başladı.
Sarı Elif'in deliliklerinden bütün köylüler bıktı, usandı. "Ben ben!" demeye başladığında da etrafındakiler dağılıveriyorlar. Kimse onu dinlemek istemiyordu. Ayni şeyleri söyleye söyleye herkesi bıktırmıştı. Ama öykünmelerini bir türlü bırakmıyordu.
Sarı Elif'in "İğnenin yurdasından dünyayı gördüğü" civar köylerden de duyulmuştu. Bizim köyden birini gördüklerinde: "Naber ? Sizin köylü Sarı Elif; iğnenin yurdasından bu günlerde neler görmüş bakalım." diyerek dalga geçiyorlardı. Sözleri bittiğinde de incecikten bir gülüşmeleri oluyordu ki sormayın. Sarı Elif'le tüm köylere ünümüz duyuldu böylece.
Bir gün "Sarı Elif düşmüş!.." diye duyuldu. Hep beraber gittik. Evin dış kapısının önünde baygın yatıyordu. Soğan kesip koklattılar, kolonya sürdüler, Güllüce bileklerini ovaladı, kollarını oynattı. Yavaş yavaş gözlerini açtı, etrafa anlamsız anlamsız göz gezdirdi. Doğrultup oturttular, Baylan Emine su getirdi, dura dura bir kaç yudum içti.
Güllüce: "N'oldu sana Sarı Elif ?"diye merakla sordu.
Sarı Elif :"Kapının önünde az irice bir taş varmış, ayağımı çeldi. Sepiklediğimi biliyon, başkaca bi..şe..bilmeyon..O gadar!" dedi. Güllüce durur mu, aylardır söyleyemedikleri aklına geldi, taşı gediğine koydu:
"Sarı Elif, ermiş Elif , güccücük iğnenin, güccücük yurdasından dünyaları seyreden Elif, çok bilmiş Elif, adı sanı tertemiz köyümüzü dokuz köye maskara eden Elif, kapının önünde duran koskoca taşı göremedin mi ? Sen yine güccücük iğnenin güccücük yurdasından dünyaya mı bakıyordun? Körolası biraz da önüne baksan olmaz mıydı ? Basacağın duracağın yerleri tehlisen, deli deli öykünüp cümle alemi kendine ve de köylümüze güldürmesen olmaz mıydı körolası ? Bizi matına maskara ettin, komşu köyler senden IRADIYO gibi haber bekler oldular, tüh yüzüne! Sarı Memiş'in Sarı Elif'i tüh yüzüne !" diyerek bir güzel haşladı. Aylardır içinde birikenleri birem birem sıraladı.
Sarı Elif hiç sesini çıkarmıyor, Güllüce konuştukça gözlerinden siyim siyim yaşlar akıyordu.
O günden sonra Sarı Elif, geçmişten gelecekten, ölenlerden, kalanlardan haber vermez oldu. Güllüce'nin haşlamaları ona güzel bir ders oldu anlaşılan.
Yalnız komşu köylüler arasıra bizim köyden birini gördüklerinde; "Sizin köyde bir Sarı Elif vardı hani. Öteki dünyadan haber vermez mi oldu ? Hiç sesi soluğu çıkmıyor ya!" diye sorduklarında: "O radyoyu Güllüce kapattı ki, ne kapatma, sesi soluğu çıkmamacasına!.." cevabını alıyorlar.