İKAROS
İbrahim Ergin
O gün gözlerimi açtığımda birdenbire onu gördüm.
Orta boylu, karayağız bir gençti. Burgu gibi gözleriyle sürekli bana bakıyordu.
Korkmuştum. Soğuk bir ürpertinin tepeden tırnağa vücudumda gezindiğini hissettim.
Yüzünde ışıklı bir gülümseme vardı. Karşılıklı biraz bakıştıktan son-ra onun kötü bir
niyetinin olmadığını düşündüm. En azından beni öldürmek için gelmediği belliydi.
Yoksa hırsız mıydı? Hayır! Hırsızların bir gözü daima kaçmakta olur. Tedirgindirler.
Bu böyle değil, beni sorgulayan, benimle konuşmak isteyen bir hali var.
"Kimsin?" diye sordum. İçeri nasıl girdiğini de merak ediyordum.
"Ben senin yarattığın bir duyguyum." dedi. Sakin, tutarlı bir görünüşü vardı. Filmlerde gördüğümüz Romalı askerler gibi giyinmişti. Simsiyah saçları kıvır kıvırdı. Yavaş yavaş rahatladığımı hissediyordum.
Ses tonu ve sözcüklere olan hakimiyeti dikkatimi çekti. Üstelik lise yıllarımdan beri gördüğüm en yakışıklı gençlerden biriydi.
"Peki söyle bakalım, hangi duyguymuş bu?»
"Senin bir türlü vazgeçemediğin, çocukluğundan beri hep içinde taşıdığın bir duygu. Başka insanlar beni duymaz, beni görmez. Yalnız seninle konuşurum." Kalktım, vücudumda tarifsiz bir dinginlik vardı.
Giyinirken yan gözle ona bakıyordum. O sadece gülümseyen bir yüzdü. "Gel birlikte kahvaltı edelim" dedim. Gözlerini av tüfeği gibi üstüme çevirdi. "Sen galiba beni anlamadın." dedi. "Ben bir duyguyum, sana ait bir duygu..." kahvaltı etmek insanların işidir.
Hiçbir şey olmamış gibi çay hazırladım. Masada zeytin, peynir gibi alışılmış yiyecekler vardı. Kendi çayımı koyduktan sonra, neredeyse bardağını uzat, demek geçti içimden. Birden onun bir duygu olduğu aklıma geldi.
Gülümsedim. O öylece bakıyordu. Tabaktaki her zeytin tanesi onun gözleriydi. "Adını hiç sormadım."
"Evet sormadın." dedi. Benim adım İKAROS. Giritli mimar ve yontucu Daydalos'un oğluyum. Babamla ben, şimdi anlatmak istemediğim bir sebepten Kral Minos'un hışmına uğradık. Karanlık zindanlara attı bizi. O uğursuz, o korkunç labirentlerde neler çektiğimizi anlatmasam daha iyi. Babam bilge adamdı. Tek düşüncesi beni oradan kurtarmaktı. Sonunda bir çift kanat yapmayı başardı. Özgürlük için yanıp tutuşuyordum. Kanatları balmumu ile sırtıma bir güzel yapıştırdık. Sıra uçmaya gelmişti. Babam:
"Sakın ha alçaktan uçma! Bir de Güneş'ten uzak dur." diye sıkı sıkı tembihlerde bulundu.
Özgürlüğün tadı bir başkaydı. Doğayı yenmek istiyordum. Yüksel-dikçe yükseldim. Babamın öğütlerini çoktan unutmuştum. Bir çeşit sarhoştum. Sanki atımı güneşe doğru sürüyordum. Derken kanatlarımın çalışmaz olduğunu fark ettim. Kanatları tutan balmumu damla damla akmaya başladı. Hızla düşüyordum.
Gökyüzünün maviliğinden denizin maviliğine düştüğümü anımsıyorum. Eğede Sisam Adası yakınlarında bir denizdi düştüğüm yer. O gün bugün o denizin adı İkaros Denizidir."
"Hayret!..." dedim. "Hiç duymamıştım." Evden çıktıktan sonra yoldaki insanlar bana tuhaf bakı-yordu. Yahut bana öyle geliyordu. Hani bazı kendi kendine konuşan insanlar vardır. El kol hareketleriyle çevreye korku salarlar. Onlardan biri gibi hissettim kendimi. Onları sorgulamak aklımızın ucundan bile geçmez. Sadece "Deli" deriz o kadar.
Öğretmenevinin çay bahçesinde ayrı masaya oturdum. Hemen her gün birlikte olduğumuz arkadaşlarımın buna bir anlam veremediklerini biliyordum.
İkaros yanımdaydı. Olur da onunla iki laf edeceğim tutardı. Neme-lazım elin ağzına sakız olmaktansa böyle yalnız oturmak daha iyi diye düşündüm. Kadim dostum Felsefe hocası Bedri, arkadaşlarıyla oturduğu masadan kalkıp yanıma geldi. "Hayrola!" dedi "Şende bugün garip haller var..."
Biraz yorgun olduğumu, sabahlara kadar uyumadığımı söyledim. Fethiye’de eski Rumların yaşadığı Kayaköy üstüne bir roman çalışması yaptığımı biliyordu. "Mübadele öncesi Rumlarını araştırıyorum da..." dedim. "Sen en iyisi bir hocaya görün." diye şaka yaptı.
Aslında dediği doğruydu. Hacı hoca değil de bir psikiyatriste git-sem nasıl olur, diye düşünmeye başladım.
Gerçekten son günlerde bana bir şeyler oluyordu.
O akşam eve döndüğümde oldukça, bitkindim. İkaros gene yanımdaydı. Uykuya dalmadan önce en son hatırladığım, onun güzel, kömür karası gözleriydi. Ertesi sabah kendimi inanılmaz derece zinde, sağlıklı neşeli hissettim. Necati Cumalı'nın bir dizesi dudaklarımın ucuna kadar gelip kondu: "Günaydın tavuklar horozlar..." Ben:
"Günaydın İkoras." dedim. "Günaydın!" dedi.
Ben konuşmasam İkoros'un ağzından tek sözcük çıkmıyordu. Öylece duruyor, suskunluğun tadını çıkarıyordu. Ona bakmak hele yanımda olduğunu bilmek, bir sabah serinliği gibi doluyordu içime.
Güzel bir gündü. Pencereyi gerindim. Sessizlik, görsel bir zik gibi kulaklarımı okşuyordu
İlk sigaramı yaktım. Niyetim sonra hastaneye kadar gidip den tanıdığım psikiyatrist O Bey'le konuşmaktı.
Beni kapıda karşıladı. El sık Hal-hatır sorduk.
Ona İkaros dahil her şeyi anla Doktor birkaç dakika düşünür gibi yaptıktan sonra uyuştu: kullanıp kullanmadığımı Çocukluğumu, cinsel yaşan okuduğum kitapları, hasılı, al ne geldiyse sordu.
Sıkılmaya başlamıştım. Bazı testlerden geçmem gerekiyormuş, verilen ilaçların sonuçlarını gör: için bir süre yatmalıymışım.
Şimdilik bunlara ihtiyacım olmadığını, aslında kendimi turp hissettiğimi, normal bir yaşar, olduğunu söyledim. Haftaya geleceğimi söyleyip hastane ayrıldım.
Bütün öğleden sonramı bir meyhanede içerek geçirdim. Akşam eve geldiğimde epeyce sarhoş Kendimi öylece yatağa bıraktım sızmışım.
Sabah ilk işim doktora telefon etmek oldu. Dünden beri değiştiğimi, gayet iyi olduğumu söyledim. Bu yalanı söylerken İkaros'un güzel gözlerine bakıyordum. Dr. Orhan, delilerle birlikte yatmak istemediğimi anlamıştır, diye düşündüm.
İnsan yaşamı çeşitli duygularla örülmüştür. Aklımdan çeşitli kav-ramlar gelip geçti.
Acaba benimki sevmek duygusu olmasın!
"Her şey seni sevmekle başlar." Sait Faik'in ilk romanı 'Kayıp Aranıyor' un başlangıç cümlesidir bu. Keşke bendeki duygu bu olsa. Daha başka duygularda var: Örneğin öldürmek duygusu...
İkaros'u herhangi bir duyguya yakıştıramıyordum. O, aklımdan geçenleri biliyordu.
"Siz insanlar garip yaratıklarsınız. Benim üzerimde hâlâ bir karara varamadığını görüyorum. Daha benim ne olduğumu bile bilmiyorsun."
'Tanımaya çalışıyorum." dedim.
'Beni hissetmeye çalışmalısın." dedi. "Şayet mutluluğu arıyorsan ; elini uzatman yetmez. Bu konuda aba sarf etmen gerekir. Mutluluk duygusu bazen insana can kadar yakın, bazen Çin kadar uzaktır." "Bırak bunları da bana kendini anlat." dedim.
"Nasıl bir duygusun sen? Bana anlattığın Kral Minos'la neler geçti aranızda?
Neden zindanlara sürüldünüz?
Anlat bana! Her şeyi bilmek istiyorum..."
"Bazı şeyleri sana anlatamam. Doğuştan kör bir insana renkleri anlatmak olası değildir. Ancak hissederek anlayabilirsin."
"Biraz açıkla öyleyse."
"Beni gerçekten merak ettiğini el-bette biliyorum. Sana bir sır vereyim; özgürlüğü hisseder misin?"
"Tabii ki!" dedim, "Çoğu zaman özgür olmadığımı da hissederim."
Kendimi aşmak, var olmanın kıvancını başka insanlarla paylaşmak isterim. Özgürlük en büyük tutkularımızdan biridir. Her eylem başka bir eylemle karşılaşabilir. İşte o zaman özgür olmadığını anlarsın. Bir eylemi gerçekleştirdiğin zaman, kendini özgür hissettiğin andır»
"Amma da konuştun. Beni hâlâ tanıyamadığını düşünüyorum. Belki de benim bir özgürlük duygusu olduğumu sanıyorsun. Kavanoz dipli dünyada ilk uçan insan benim, özgürlük benim de vazgeçemediğim bir duygudur. Güneşe doğru uçarken özgürlüğün sınırını zorladığımı biliyordum. Şimdi kapat gözlerini ve beni duy" Bana zarar vermeyeceği belliydi. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. Sonsuz bir rüyada yüzer gibiydim, İkaros kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. Gözlerimi açtığımda o yoktu.
Gitmişti.
Artık her şeyi biliyordum. O genç, o dünyalar güzeli çocuk, beni hiç yalnız bırakmayan yalnızlığımdı...