ÇOCUKLARI SALDIK ÇAYIRA, MEVLAM KAYIRA.


Bu başlığı kullanarak ne anne babaları ne gençleri ne de ilgili ve yetkilileri endişeye sevk etmek istemem. Ele aldığım konu, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin yeterince korun(a)madığıdır. Özün sözü; tehlike geliyorum, diyor!..

Çoğumuzun yaşadığı gençlik dönemi ayrı ve farklı bir güzelliktedir. Özel ve güzel. Belki de en kolay anlatım tarzı olacak ama "Gençlik, anlatılmaz yaşanır." Hepimizin iyi ya da kötü mutlaka ama mutlaka birden çok gençlik anısı olmasına rağmen, bazıları hiç mi hiç hatırlanmayacak kadardır.

Sizlerle paylaşmak istediğim bir gençlik fotoğrafı da öyle..

28 Haziran Cuma günü Menteşe Öğretmen Sitesi, Ahmet Taner Kışlalı Parkı'nın civarındaki Sağlık Ocağına gitmiştim. Hataylı Dr. Mehmet Akarca'nın Hatay Güney Rüzgârı Dergisi'nde yer alan yazılarla ilgili övgü dolu sözleri ve saniyeler içerisinde yıkılan kadim kent Antakya'yı düşünerek yürüyorum.

6 Şubat öncesi ne güzeldi Antakya?..  Geniş taş duvarlar, avlusunda nar ve turunç ağaçları süslü eski Antakya evleri, gri ve nemli sokaklar, çan-ezan-hazzan kavşağı. Edebiyat dünyasının onur abidelerinden Ali Yüce'nin baharat kokulu çarşından geçerken, orda, kara ocak fırınından çevreye yayılan Antakya kakesi, katıklı ekmek ve kağıt kebap(lahme la varka) kokusu, özellikle de künefesi. Hepsi bir yana, yaşanan ve yaşatılan birlikte yaşam kültürünü yüreğimin çırpıntısıyla aradım; Jozef'i, Şaul'u Ömer'i, İsmail'i, Sarkis'i... Bu özlemle yeşili bol Menteşe sokaklarında soluklanırken, belli-belirsiz uzun zamandır görmediğim ve görmek istemediğim farklı bir deprem, farklı bir sarsıntı, farklı bir kırılmaya tanık oldum.

Elinde telefonla ilgisiz dolaşan genç bir kız, hemen yanında kontrolden çıkmış ardı arkası kesilmeyen, üç gencin birleşerek, sebebi ne olduğunu bilmediğim, bir gencin linç edilme görüntüsü. Ardı arkası kesilmeyen, bir inip bir çıkan, nereye savrulduğu belli olmayan tekmeler, yumruklar yumağı.. Ve sonrası malum. Kan revan içinde, yorgun ve olayın sıcaklığı ile şaşkın, öfkeli bir yüz. "Oğlum, kimsin, niye bunlar sana saldırdı" sorularına, sadece "Marmaris'ten, Marmaris'ten" deyip duran, ardından kız meselesi diyerek hem ambulans hem de polis çağrımıza yanıtsız kalıp yalpalayarak parktan uzaklaşan hüzünlü bir genç ..

Hepimizin gelip geçtiği yerdir gençlik. Gençken anne babamızın en çok üzerinde durduğu konulardan biridir el kol hareketleri. Şaka yapayım derken eşek şakası olmasın, derlerdi. "El kol hareketleri kaybolur" diye de tembih ederlerdi. Yıllar sonra bir arkadaşımın kısır tedavisi görürken doktorun, "Sen çocuk iken büyük bir darbe aldın mı?" sorusu da hatırımda.

". Ben gençliğimde" diye başlayan her öykü, heyecan verse de insana; perde aralandıkça yaşanan yaramazlıklar, yaşanmaması gereken arsızlıklar, kavgalar, kaçamaklar kadar, yüreğimizi titreten duygular, fırsatlar ve başarılar da hatırlanır. Bu noktada gerek anne babalara gerekse yerel yöneticilere önemli görevler düşüyor. Çünkü, sağlıklı bir gençlik ancak ortak akılla şekillenebilir. Sanat kadar spor da bu söylediğimiz ortak akılın ve ortak düşüncenin temel yapısıdır.

Sanal dünya, sanal bir gençliğe mahkum edilirken, daha çok stres, daha çok depresyon ve daha çok yalnızlık var ortalıkta. "Hızlı yaşa, genç öl" meselesi gülüp geçilecek bir konu değildir. Bin bir güçle yetiştirilen her genç, bir fidandır. O fidanları ölüm yolunda seyretmek aymazlıktır, sonrası "Gülme komşuna, gelir başına"dır.

Cep telefonlarında 'öldürmekten" mutlu olan çocukluk, tüketmek üzerine kurgulanan gençlikle devam ettikçe, etrafımızı saran büyük belayı görebiliriz. Toplumda başarı öyküleri yazan kahramanlar yerine; çalan, çırpan, öldüren, saldıran magandalar yetiştirdiğimizi bilmem anlatmaya gerek var mı?

Acıları yaşadıkça acılardan söz etmek yerine, acılar yaşanmadan sevince, coşkuya dönüşen olaylardan konuşmak gülümseyen bir toplumun profilidir. Murathan Mungan'ın "Avara' şiiri geliyor usuma:

". anımsıyor musun?/ vahşi, siyah atlardık/ kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan/ deri ceketlerimize sığdırdığımız düşlerimiz kadar/ aşık ve düşmandık/ dünya acıtırdı bizi, her şey kanatır, her şey yaralardı/ sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden/ öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey/ geceleri uyuyamayan çocuklardık."

O geceyi ben de uykusuz geçirdim, o yaralı genç gibi. Çocuklarımızı saldık çayıra, mevlam kayıra, gibi.

Bir an kör oldum, bir an sağır, bir an böbreğim kanadı, bir an beynim. Sabaha kadar kıvranıp dururken yatakta, sessiz çığlıklarımın tanığı duvarlardı. Kör olsaydım fark edilebilirdi, sağır olsaydım fark edilebilirdi, beyin kanaması geçirseydim fark edilebilirdi ama ya gelecekte felaket?

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI