Gonca Köksal'a Açık Mektup
Nedense insanoğlu afet yaşamadan afeti anlamıyor. Hele bir düş de gör, deriz ya. Düşmeden öğrenmemek gibi. Dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olan, çan-ezan-hazzan seslerinin yaşandığı ve yaşatıldığı kadim kent Antakya yıkılınca, benim gibi tüm Antakyalılar yıkıldı. Yaşanan deprem fiziksel olarak yıkımı bizlere gösterdi ama insanlarımızın yüreklerindeki deprem hiç bitmedi.
Bilirsiniz, insan yaşadığı yere benzer.
Edip Cansever de ". İnsan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer/ Suyunda yüzen balığa/ Toprağını iten çiçeğe/ Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine/ Konyanın beyaz/ Antebin kırmızı düzlüğüne benzer/ Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir/ Denize benzer ki dalgalıdır bakışları/ Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına/ Öylesine benzer ki/ Ve avlularına/ (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)/ Ve sözlerine/ (Yani bir cep aynası alım-satımına belki)/ Ve bir gün birinin adres sormasına benzer/ Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne/ Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına/ Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına/ Minibüslerine, gecekondularına/ Hasretine, yalanına benzer/ Anısı işsizliktir/ Acısı bilincidir/ Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan/ Gülemiyorsun ya, gülmek/ Bir halk gülüyorsa gülmektir."
Bir halkın gülmesi kimin elindedir diye sorarsanız, en çok da yerel yönetimler derim. Biz de henüz değil ama gelişmiş ülkelerde sağlık da eğitim de güvenlik de altyapı ve üstyapı da yerel yönetimlerin yetkisinde. Prof. Dr. Metin Sözen, "İnsan gerçekten yaşadığı yere benzer. Şu an İstanbul'da suları kirletiyorsak, bizler de kirleniyoruz demektir. Dağlarını, tepelerini gecekondulaştırıyorsak bizler de o dağların ve tepelerin çirkinliği gibi kendimizi çirkinleştiriyoruz demektir" ifadesi yazdığım yazının özeti.
6 Şubat'tan sonra canımın yangısını hafifletendir Muğla Menteşe ilçesi. Arasta'da, Ali Yüce'nin dediği "Antakya sokakları dar ve tek kişilik. Sen gelirken ben gelemem" der gibi. Tek kişilik dükkanlar küçük sokaklar, eski Muğla evleri, hamamlar, bakırcılar, terziler, berberler, ahşap vitrinler, üst üste sıralanmış malzemeler içerisinden bakan meraklı esnaf gözleri, çarşının çaycısı Bilal abi, pidecisi Bayram usta, sokakları süsleyen taşlar ve dahası. Kısık bir çan sesinin arasından ilçeyi inleten ezan sesi.
Bir kent, anlatılacak hikayeleri ile zengindir. Kimlikli kent olabilmesi ve çağdaş bir çizgiyi yakalayabilmesi ise, ortak aklın ve akıllı insanların birlikte yönetime katılması ile mümkündür. Mimarı, mühendisi, doktoru, gazetecisi, şehir plancısı ve esnafı ile.
Seçimlerde ilçe belediye başkanlığına aday olan Şehir Plancısı Gonca Köksal'ı ilk defa tanıtım afişlerinde görmüştüm. Çok sempatik, enerji dolu ve gözlerindeki ifadeden de anlaşılacağı gibi 'hizmete ve göreve hazırım' diyen birisi izlenimini yaşatmıştı bana. Çok geçmedi, Gonca başkanı oğlu ile birlikte, koruması ya da makam şoförü olmadan bir alışveriş merkezinde gördüm.
Derken, Muğla'da kaldığım süre içerisinde birkaç kez karşılaştık.
Düğün Yemekleri Festivalinde gördüğüm Gonca Köksal'ın samimi ve güler yüzü, tanıtım afişinden çok daha fazlasını katıyordu ilçe halkına.
Festivalin üzerinden değil ama seçimin üzerinden 100 gün geçti. Dile kolay!.. 100 gün, sadece belediyecilikte değil, tüm iş kollarında uzun bir süre.
Bu süre içerisinde kentte neler mi yapıldı?
Rutin işlerin devam ettiği kentte, son dakika yatırımı olan Orhan Çakır Parkının karşısında, yıkımı düşünülen Mustafa Muğlalı İşhanı yerinde duruyor. Az ileride Zihni Derin İşhanı önünde ne olduğu anlaşılmayan yükseklik ve otopark merdivenleri. Bunlara yıkım kararı alınmasına rağmen, kullanılan Menteşe Devlet Hastanesi'ni, bir milyoncuların sokakları dolduran kartonlarını da ekleyebiliriz.
Bunların bir kısmı ilçe belediyesinin bir kısmı da Büyükşehir belediyesinin hizmetleri olduğunu ben de biliyorum. Ancak, yöneticilerin aynı partiden olması, aslan payının en büyük kısmının Menteşe'de olması, abi-kardeş gibi düşünüldüğünde, koordineli planlamalar, yatırım ve hizmetler her iki belediye için büyük fırsat!.. Az laf çok iş mantığı içerisinde küçük dokunuşlarla yapılabilecek çok şey var. Uğur Mumcu Bulvarı üzerindeki Muğla İdare Mahkemesi bahçesinde kırık bankların ilgisine verilip yenilenmesi gibi. Tayyare durağından Kent Meydanına doğru özel mülkiyete ait olmasına rağmen kentin estetiğini bozan kirlilikleri temizlemek gibi. Boşaltılan Halk Bankası yerine kent müzesi kazandırmak gibi. Kaymakamlığın karşısındaki boş arazinin temizlenmesi gibi. Cumhuriyet Meydanında bir iki arayla yapılan işlerin aynı günde planlanıp yapılması gibi.
Bir kent sokakları, caddeleri ve meydanları ile bir bütündür. Sokakları temiz, kaldırım işgalleri olmayan, her yaştan insanın yürürken sorun yaşamadığı, görüntü ve gürültü kirliliğinden uzak bir kentse yaşadığınız yer, o zaman kentiniz çağdaş bir kenttir. İnsanların hayatını da kolaylaştırıyorsanız, insanların yüzü ve gönlünü güldürmüş olursunuz.
Bu gülümseme planını yapabilmek, Gonca Başkanın belediye meclis üyeleriyle birlikte mahalle ziyaretlerini sürdürmesi ve beklentiler hakkında bilgi sahibi olması ile mümkündür. Bir başkan kentin sokaklarında rahatça dolaşabildiği müddetçe çalışma azmi devam eder, içine kapanıp, halktan uzaklaştığı müddetçe de başarısızlığı çağırmış olur. Derdini söylemeyen derman bulamaz gibi. Erken teşhis hayat kurtarır gibi.
Prof. Dr. Metin Sözen'in İstanbul için söylediklerini Muğla için söylediğini sayarsak, "İnsan gerçekten yaşadığı yere benzer. Şu an Muğla'da suları kirletiyorsak, bizler de kirleniyoruz demektir. Dağlarını, tepelerini gecekondulaştırıyorsak bizler de o dağların ve tepelerin çirkinliği gibi kendimizi çirkinleştiriyoruz demektir."
Bu kentin ışıkları sönmeden, bu kenti geleceğe taşımak hepimizin elinde. Kenti temiz tutmak nasıl kirletmemekten geçiyorsa, Gonca Başkan ve ekibi daha çok zaman ayırmalı hizmet ve yatırımlara.
Bu bekleyiş neden? HADİ GARİ..