ANKA KUŞU/KARCI DAĞI EFSANESİ


                Değerli okurlar, kış ayları gelince artık çevreye çıkıp yeni maceralar arayıp yazamaz olduk. Biz de kendimizi iyiden iyiye okumaya verdik. Her 15-20 günde kütüphaneden 4 kitap alıp okuyup tekrar gidip değiştiriyorum. Bu kez de gidip yine dört kitap aldım. Kitaplardan biri "ANKA KUŞU/KARCI DAĞI EFSANESİ".  Eskiden beri, masallara, destanlara, efsanelere, mitlere, halk hikâyelerine, halk türkülerine, halk şiirine vb. merak sardığımdan bu kitap özellikle ilgimi çekmişti. Diğerlerini bitirip de sıra 370 sayfalık bu romana geldiğinde önce yazarın biyografisiyle ilgili bir bilgi aradım. Kitapta yoktu. Hemen internetten ilgili bilgiyi bulup çıkardım. Yazar Arif BALKANAY hakkında şu bilgilere ulaştım:      " 1969 yılında Denizli ilinin yeni kurulan Merkezefendi ilçesinin bir mahallesi haline dönüşecek olan Şirinköy' de dünyaya gelmiştir. İlkokulu köyünde, orta ve lise öğrenimini Aydın'da tamamlamıştır. 1976 yılında ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümünü kazandı. Üniversite yaşamı süresince toplumsal gelişmelere ilgisiz kalmadı. ODTÜ-ÖTK (Öğrenci kuruluşu) örgütlenmesinin değişik kademelerinde görev aldı. 12 Eylül faşizmi nedeniyle bedel ödedi ve öğrenimine bir süre ara vermek zorunda kaldı." Öğrendiğimize göre sonradan tekrar üniversite sınavına girerek 1986 yılında İzmir 9 Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden bölüm birincisi olarak mezun oldu. Aynı yıl İnşaat Mühendisi eşi Ayşe Merih BALKANAY ile birlikte Denizli'ye döndü. Balkanay, mesleki çalışmalarını serbest mimar olarak sürdürmektedir. Bir ara Denizli Büyükşehir Belediye Başkanlığına da aday olmuştur. Denizli'nin ünlü mimarlarındandır. Sayın BALKANAY' ın telefonunu bularak kendisiyle de görüştüm.

                Bu kitap, bu yıl okuduğum 101. Kitap. Kitapta Denizli ve yöresinin köylerinin yaşam savaşları, birlik ve beraberlik içerisinde kooperatif kurma uğraşları, köylerine elektrik getirme çabaları, tekstil için yapılan mücadeleler, cam fabrikası için yapılan çalışmalar,  buna karşı çıkanlar, günlük bağda, bahçede, tarlada, dağda/belde geçen çalışmaları yumuşak ve tatlı bir dille, enfes doğa betimlemeleriyle veriliyor. Köyün aydınlarından Müdür Fahri, çağdaş düşünce ve girişimleriyle halka önder olmaktadır. Ancak Muhtar, köylüye önder olacak yapıda biri değildir. Hep birlikte Köye elektrik getirmek için Valiye çıkarlar. Görüşmeler sonucunda muhtarın mıymıntılığını gören Vali, mührü Muhtardan alıp Müdür Fahri'ye verir ve en az altı ay bu önlerindeki işler bitinceye kadar Müdür Fahri'de kalmasını söyler. Muhtar buna çok bozulur.

Müdürün üç oğlundan Hüseyin İstanbul'da bir üniversitede, ikincisi ise Ankara' da ODTÜ'de, üçüncüsü de güneyde bir başka ilde okumaktadır. Zaman 70'li yılların sonu ile 80'li yılların başıdır. Hüseyin, İstanbul' da 1977' de Taksim' de 37 kişinin katledildiği toplu kıyımda oradadır. Ancak o, bu kıyımdan sağ kurtulabilmiştir. ODTÜ'de okuyan Yalçın da yine siyasi olayların içinde ve öğrenci kurulundadır. ODTÜ'ye rektör olarak atanan Hasan TAN' ın rektörlüğünü boykot etmek için toplu eylemlere girişmişlerdir. Rektör, bu solcu öğrencilerin eylemlerini kırmak için işçi kılığında önce 150 kadar sonra da 600 ülkücüyü ODTÜ'ye almıştır. Biz de aynı yıllarda Ankara Üniversitesi DTCF' de sağ/salim okulumuza gidebilmek için zorlu bir yaşam savaşı veriyorduk.

Balkanay' ın çocukluğuna döndüğümüzde her ne kadar ilkokulu köyünde okumuşsa da Ortaokul ve liseyi Aydın'da DPY(Leyli meccani) olarak okumuştur. Aynı 70' li yıllarda ben de Aydın/Söke' de ortaokul ve liseyi DPY(Leyli meccani) olarak okuyordum. O'na öğretmeni Muzaffer İZGÜ, "Yaz oğlum, ne yazarsan yaz, kendini geliştir!" demiş. Yine aynı yıllarda hem ortaokulda hem lisede Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerim bana da "Yaz Nail, aklını bu yolda yor!" demişti. Demek ki o zaman öğretmenlerimiz bizdeki ışığı görmüşlerdi. Sayın Balkanay ile Üniversite yaşamlarımız da çok benzeşiyor. O, 76-80 yıllarında Ankara ODTÜ'de okurken ben de 77-82' de yine Ankara' da DTCF' de okuyordum. Apartmanların en alt katlarındaki bodrum katlarında, duvarlarındaki rutubetten dolayı sıvaları dökülen küf ve idrar kokulu odalarda çaresizlik içinde okullarımıza devam ediyorduk. Hatta Beştepe' deki Laz'ın evinde kalırken kışın odanın içinde dolaşan duvar üzerindeki su borularından sabaha kadar terleyip sızan sular, soğuktan buz tutar ve ikişer/üçer karış aşağıya sarkardı. Roman, Ankara-İstanbul-Denizli üçgeninde devam ediyor ve Karcı Dağı'nın karları ve buzları da romanda ağırlığını hissettiriyor. Sonunda köye elektrik geliyor, dokuma tezgâhları elektrikle çalışmaya başlıyor, köylü kooperatif aracılığıyla tekstilden para kazanmaya başlıyor. Burada daha önceden de yazdığımız gibi tekstilin tarihçesi LAODİKEİA' da olduğu üzere binlerce yıl öncesine dayanıyordu. Daha sonra da BABADAĞ Tekstilin başkenti oluyordu. Yalçın, lisede yurtta kalırken arkadaşları ile yurttan kaçarak sinemaya gitmişlerdi. Gece yurda dönüşlerinde açık bıraktıkları bir pencereden girerken aynı "HABABAM" da olduğu gibi müdüre yakalanmışlar ve disipline verilmişlerdi. Biz de aynı yıllarda Söke'deki, Milas'taki yurtlarımızdan kaçıp sinemaya gidiyorduk. Ama nasılsa biz yakalanmadık. Ama ertesi gün "GÜNDÜZCÜ" nün elinden kurtulamazdık. Daha sonra Yalçın Aydın'da lisede olduğu gibi Ankara'da ODTÜ'de de öğrenci eylemlerine önderlik ediyor ve karşı grupla kavgaya giriyor. Eylem yapan öğrencilere "Sizi tutuklamayacağız, evlerinize göndereceğiz" denmesine karşın Okuldaki jandarma da bunları toplayıp otobüslere doldurup Mamak'a götürüyor. Sonra gelsin mahkemeler, duruşmalar. İçeri giriyorlar tabi. Hasan TAN ise Şubat ayında başladığı Rektörlük görevini kavgalarda bir öğrencinin ölmesi üzerine aynı yılın Ekim ayında 'istifa' ile sonlandırıyor.

Yıl Demokrat Partililerin Adalet Partili olduğu yıllardır. Köy kahvelerinde CHP'lilerle Adalet Partililer ayrı ayrı oturmaktadır. Siyah/beyaz televizyonlar yeni yeni görünmeye başlamıştır. Köyün sınırları içerisinde 'kuvars' madeni olduğu keşfedilir, bunun camın ham maddesi olduğu öğrenilir. Müdür Fahri yine düşünür ve köylüyü uyandırır. Cam fabrikası için çalışmalar başlatılır, fabrikada çalışacaklar, deneyim kazanmak için İstanbul' da Paşabahçe'ye gönderilir. Köylüler ve Almancılar arasında hisseler kapışılmaya başlanır. Ortaklar oluşturulup yer temin edilir ve fabrika kurulur. Bu olaylar gerçek mi? Diye Google Amcaya sorduğumda şu bilgiler karşıma çıkıyor: "Denizli Cam, 9 Ekim 1973 tarihinde 215 gerçek kişi kurucu ortak tarafından 'ŞİRİNTAŞ A.Ş.'  adı altında Şirinköy /Denizli' de kurulmuştur."

Değerli okurlar, roman bu minval üzere devam ederken biz o yıllarda (77-78-79) Ankara' da DTCF'de ders görürken sağcı/solcu öğrenciler birbirine girmesin diye özellikle kalabalık amfilerin kapısında birkaç polis olduğu halde derslere girerdik. Yalçın'ın okulunda ve diğer okullarda da durum farklı değildi. Bakın yazar bu romanda bu durumu nasıl özetliyor: "Hüseyin her gün ateş çemberinin içinden geçe geçe, bir köşe başında yalnız yakalandığında, ülkücülerden dayak yiye yiye okuluna devam etti. Bombalanmasına rağmen Albayrak Kıraathanesi'nde buluşmaktan vaz geçmediler. Yükseliş bölgesi ülkücülerin hâkimiyetindeydi. Sokak aralarında, olmadı okulun kapısında, olmadı okulun koridorlarında sık sık kavga olurdu. Hiç birisi yılmadı, ne ülkücüler, ne devrimciler, hiç birisi yılmadı. Pol-Bir'li polisler ülkücülere, Pol-Der' li polisler devrimcilere yardım etti. Hangi ekip devriyedeyse o gün, o grup nefes aldı. Sonra sıkıyönetim geldi. Devrimcilerin grubu yavaş yavaş zayıfladı. Ama onlar asla vazgeçmedi. Hüseyin, Lütfiye, Gülay, Zekeriya ve diğerleri asla vazgeçmedi. Daha sıkı sarıldılar birbirlerine, kol kola girdiler, dayak yiye yiye okullarına gitmekten vazgeçmediler. Çok çatıştılar sokak aralarında, çok yaralandılar, vazgeçmediler. Mutlaka, ama mutlaka okulu bitirmeliydiler. "

Ancak diğerlerini bilmiyoruz ama Yalçın bitiremedi. Dört yıl kadar kaçtıktan sonra Şişman adam hükümeti kurup Evren kenara çıktıktan sonra Yalçın ve arkadaşlarına "gelin teslim olun, ifadenizi aldıktan sonra sizi serbest bırakacağız" deyip teslim olmalarını sağladılar. Ama kazın ayağı öyle değildi. Onları uzun süre gözaltında tutup poliste birçok hakaretler ve işkenceler de yaparak suçu üstlenmeleri konusunda baskılar yaptılar.  Sonra gelsin Mahkemeler. Duruşmalar.

12 Eylül 80 darbesinden sonra biz Ankara DTCF'de sağcı-solcu birlikte çalışıp halk türküleri ve saz ekibi kurup birlikte çalıp söyledik. Şimdi de kanka olduk. Roman akıcı bir biçimde devam ediyor, hepsini anlatacak değiliz. Merak edenler, ilgilenenler kitabı edinip okuyabilirler. Gelecek yazılarda buluşmak umuduyla.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI