Değerli okurlar, uzun zamandır hazırlandığımız çevrede konu araştırma gezisine Haziran başlarında bir sabah 06.00 sularında aracımıza atlayıp Köyceğiz'den yola çıkarak başladık. Daha saat sekiz olmadan Honaz Belediye binasında idik. Saat dokuza doğru Başkan Yardımcısı Mustafa Bey ile görüşerek kendimizi tanıttık ve mümkünse yardımlarını istedik. Bu arada "KÖYCEĞİZ KİTABI" mızı imzalayıp kendisine sunduk. Mümkünse bir araç ve bir rehber. Sağ olsun Mustafa Bey, bizi kırmadı ve biraz sonra bir araçla kılavuz tedarik edilip hizmetimize sunuldu. Başkan'ın ziyaretçileri vardı ve çok yoğundu. Öncelikle arka taraflardaki bir cami yıkıntısına çıktık. Binadan pek fazla bir kalıntı yoktu, çevresinde bazı duvarlar kalmıştı ayakta. Onu geçerek kente tepeden bakan ve büyük bayrağın nazlı nazlı salındığı tepeye çıktık. Honaz ve yemyeşil ovanın manzarası buradan mükemmel görünüyordu. Oradan ayrılarak büyük çınar ağaçlarının gölgelediği ve dağın dibinden gürül gürül suların kaynadığı PINARBAŞI PİKNİK yerine uğradık. Orayı da yeterince fotoğrafladıktan sonra dönüyor ve SAKLI GÖL' e doğru yola çıkıyoruz. Bu göl, gerçekten de dağların başında yeşil çam ormanları arasında saklanmış gibiydi ve çevresi yemyeşil adam boyunu aşan sazlıklarla çevriliydi ve gökyüzüne doğru YEMYEŞİL AYNASINI yansıtıyordu. Burada da yeterince fotoğraf çekip çevreyi gezdikten sonra dönüyoruz. Sırada yıllardan beri adını duyduğumuz ve bir türlü gelip görmek nasip olmayan KAKLIK MAĞARASI vardı. Kaptanımız, bizi doğruca mağaranın kapısına kadar getiriyor. Rehberimiz Hasan Bey, mağarada bol kükürtlü su olduğu ve ağır bir kükürt kokusu olduğu için girmiyor ve dışarıda kalıyor. Biz hanımla mağaranın derinliklerine doğru inen merdivenleri izleyerek ilerlemeye başlıyoruz. Yürüdüğümüz merdivenler, yan taraftaki göletler, başımızın üzerinden akan sularla her yer suya kesiyor. Yeterince fotoğraf çektikten sonra mağaradan da çıkıyor ve turumuza devam ediyoruz. Oradan da COLOSAE ÖREN YERİ' ne ulaşıyoruz. Ören yeri girişinde bir kulübe ve nöbetçi var, bize kurumuş sapsarı otlarla örtülü bir tepeyi göstererek oraya yürümemizi söylüyor. Ören yeri ücretsiz. Tepeye çıkıp kümülüsü çepeçevre dolaşıyoruz. Ancak birkaç taş ve bir/iki çukur/delik dışında antik bir kalıntı göremiyoruz. Sıcak bastırıyor ve bunalıyoruz. İyi ki, aracımızda klima var da biraz kendimize geliyoruz. Kaptan bizi Belediyenin önüne getirerek bırakıyor. Teşekkür ederek ayrılıyor ve güneşin kavurucu sıcağıyla saunaya dönmüş aracımıza binerek bir başka mecraya doğru yol alıyoruz.
Honaz Belediyesi' nin bize hediye ettiği "HONAZ GUİDE 2020" adlı kitapçıktan Honaz' ın tarihçesi ile ilgili bilgileri özetlemeye çalışacağım: "Honaz'ın tarihçesi çok eski zamanlara dayanmaktadır. Frigia, Lidya, Helenizm, Bergama, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı kültür ve tarihinin izlerini taşımaktadır. Honaz' ın kimler tarafından ve ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak İon' lular zamanında Helenler tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. Honaz' ın şimdiki yerinde Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde varlığını sürdüren KHONAE(Daha sonraları KHONOS, HONAS) bulunur. Khone (Honaz) Anadolu' nun en önemli ve idari merkezlerinden biri olmuştur. Antik çağda Yunanlılar' ın bir kolonisi iken önce SELEVKOS, sonra da BERGAMA KRALLIĞI' nın yönetimine girmiş, arkasından Roma ve Bizans İmparatorluklarının egemenliğine geçmiştir.
Yıldırım Bayezid, Denizli ve yöresini Osmanlı Devletine katmıştır. Honaz, 1403' te Timur'un Denizli' yi almasıyla Osmanlı Devleti' nin elinden çıktıysa da 1429 yılında tekrar Osmanlı idaresine geçmiştir. Ne yazık ki, bu dönemlere ait pek fazla bir eser göremiyoruz. 19. Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devletinin yaşadığı değişim rüzgârlınızdan doğal olarak Honaz da etkilenmiştir. Tanzimat'tan sonra gelen idari bir değişiklikle Honaz, Aydın eyaletine bağlı Denizli Sancağının bir nahiyesi olmuştur. Honaz'ın Cumhuriyet Mahallesinde oturan Yunanlılar, Cumhuriyet Döneminde; 1924 yılında yapılan bir anlaşma ile( Mübadele) memleketlerine gönderilmiş, yerlerine Batı Trakya Türkleri yerleştirilmiştir. Honaz'ın adı hakkında çeşitli söylenceler vardır. Bunlardan bir tanesi, Evliya Çelebi' nin SEYAHATNAMESİ' nde geçmektedir. Seyahatnamede Honaz' a geniş yer veren ÇELEBİ, HONAZ ve HONAZ KALESİ hakkında der ki, "Bu kale, Rum Kayserleri oğullarından HONAS adlı Melik tarafından yaptırılmıştır. Başka bir rivayete göre de Honaz adını sırtını dayadığı HONAZ DAĞI' ndan almıştır. Önceleri KHONAE, KHONOS, HONASEN, HONEOS adlarıyla kayıtlara geçmiştir. Daha sonraları Türkçeleştirilerek HONAS olduysa da zamanla HONAZ olarak söylenmiştir. Diğer bir söylenceye göre HONAZ' ın sözcük anlamı 'erken olgunlaşan kiraz' demektir. Honaz ve Honaz Ovası tarihte ve günümüzde kirazı ile ünlüdür. Bundan dolayı Honaz adının ürettiği kirazdan geldiği anlatılmaktadır.
Lozan Barış Konferansında 30 Ocak 1923' te Türkiye ile Yunanistan arasında Türk ve Rum Nüfus mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol, Milli Mücadele sonunda Anadolu' yu terk eden 1,5 milyon Rum'un yerine 500.000 civarında Makedonya' lı Türk'ün Anadolu' ya göçünü getirmiştir. Honaz, Milli Mücadele Döneminde fiilen işgal görmese de Rumlar' ın terk ettikleri bir yerleşim yeri olmuştur. Denizli' ye 1912' den 1998' e kadar yurt içinden ve yurt dışından toplam 2092 hane göç etmiştir. Bu göçler ile Denizli' ye 313 hane Türkiye içinden, 1116 hane Bulgaristan' dan, 561 hane Yunanistan' dan 36 hane Yugoslavya' dan, 23 hane Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nden, 27 hane Romanya' dan ve 16 hane Irak' halkı gelmişlerdir. Böylece Honaz halkının çok uluslu bir halk olduğunu görüyoruz.