YAZ ORTASINDA GÜNEŞSİZ GÜNLER.

YAZ ORTASINDA GÜNEŞSİZ GÜNLER.

                Değerli okurlar, bu kara günleri hep birlikte yaşadık. Bir hafta boyunca güneş Panguduz' dan bir ateş topu olarak doğdu. Gün oldu hüzünlendik, gün oldu korkuya, umutsuzluğa kapıldık. Gün oldu sisler, dumanlar biraz aralanıp yükselince umutlandık. Ama özellikle kara dumanların ve kurumların, küllerin başımıza kara bir musibet gibi yağdığı anlarda telaşa kapılıp ne yapacağımızı şaşırdık. Kadınlarımız, çocuklarımız korkuya kapılıp ağlamaya başladılar. Anadolu'nun dört bir yanından üst üste yangın haberleri gelmeye başlayınca an be an haberleri izlemeye koyulduk. Birçok yerde evler, mahalleler boşaltılmaya başlandı. İnsanlar, hayvanlar ve bütün canlılar bu canavarca saldıran yangın karşısında çaresiz kalarak kaçacak yer aramaya başladılar. Ancak bunca yıl emek verip üç/beş varlık edinip yaşamaya koyulduğu evini eşyasını bırakıp nereye giderdi, nasıl giderdi?... Ama çare yoktu, çıkar yol yoktu, önce canlar kurtarılmalıydı. Mal canın yongası da olsa her bir şeylerini bırakıp canlarını kurtarmanın peşindeydi insanlar.

                28 Temmuz Perşembe günü öğle sonu Ağla' nın Panguduz yamaçlarında küçük bir duman belirmişti. Batıdan gelen rüzgârla kav gibi orman örtüsü tutuşup ilerlemeye başladı. Hemen müdahale edildiyse de arazinin dağlık, yamaç ve ulaşılmaz olması, sıcakların çok, nemin az olması sonucu herkesin bildiği/gördüğü gibi ilk günler yangınlar bir türlü önlenemedi. Dağların yamaçlarına, vadilerin diplerine insanlar bile zor ulaşırken traktörler, su araçları, arazözler ulaşamazdı, ulaşamadı. İlk günleri yangın helikopterleri, yangın uçakları yoktu, kısa zamanda yurt dışından bulunup getirildi ama yine de bu amansız yangın karşısında yetersiz kalındı. Özellikle Ege ve Akdeniz bölgesinin bütün illerinde, ilçelerinde insafsız yangın bütün çabalara rağmen ilerleyeme devam etti. Temmuz bitti, Ağustos geldi bütün kurumlar, kuruluşlar, gruplar yanan alanlara hücum ettikleri halde yangınlar dört bir yanda ilerleyeme devam etti. Önceleri Ağla yamaçlarını ve yangın yerlerini gezip fotoğrafladık. Ama yetmedi. Sonunda dayanamadık ve 11. Günde biz de hanımla aracımıza binerek Beyobası yoluyla bölgede ilerlemeye başladık. Beyobası'nda 1. İkmal merkezi kurulmuştu. Köyceğiz Belediyesi ve Müge Anlı ve Dostları Seyyar Aş Evi, yangına gidenlere yiyecek/içecek konusunda yardım severlerin gönderdiği yardımları gönüllü ve görevlilere sunuyor ve yangının son noktasına kadar ulaştırıyorlardı. 2. İkmal merkezi Sazak Köyü İlkokulunun bahçesiydi. Orası da çok kalabalıktı ve gelen/gidenin haddi hesabı yoktu. Burada da yiyecek/içecek ikmali dışında Kızılay yangına gidenlere yelek,şapka, ayakkabı, yanmaz eldiven gibi giysi yardımı yapıyordu. Yiyecek/içecek maddeleri, yangın malzemeleri koli koli, yığın yığındı. Alan mahallesini de geçtikten sonra Çövenli-Otmanlar yol ayrımında yine bir araç/gereç bolluğu vardı ve görevliler onları yangın yerlerine yönlendiriyorlardı. Orayı da geçtikten sonda Otmanlar yollarında ilerlemeye başladık. Her yer yemyeşil çam ormanlarıyla kaplıydı, ama yine başımızda kara dumanlar yükseliyordu. Otmanların ilk mahallelerini geçtikten sonra yol kıyısında genişçe bir alanda biriken köylüleri gördük. Durmak için sağa yanaştığımızda köylülerden biri yanımıza gelerek "Hayırdır, nerden gelip nereye gidiyorsunuz?" diyerek bizimle ilgilendiler. Biz de aracımızdan inerek yanlarına vardık. Hoş/beş sırasında gençlerden biri "Aaa Hocam!!!!" diyerek yanımıza geldi. Kadın, kız, kızan, yaşlı köylüler burada yangın nöbeti ve gözetleyicisi olarak bekliyorlardı. Biz yangını geride, daha doğrusu kuzeyde bırakıp ileriye geçmiştik. Köyceğiz'de Ağla yamaçlarında başlayan yangın, Panguduz yamaçlarından Zeytinalanı kıyılarına sarkmış, sonra Taşdibi' nden doğuya devam ederek Yuvarlakçay' ın arkasındaki sırtlardan Çayhisar sınırlarına ulaşmıştı. Orada da durdurulamayan canavar Çayhisar' ı da aşıp Sazak mahallesinin kuzeyinden Çövenli sınırlarından Otmanlar yönüne doğru ilerlemeye devam ediyordu. Biz Otmanlar mahallelerinin ortasında köylülerle birlikte iken saat dokuz sularında helikopterler gelip su atmaya başladılar. Bu sırada rüzgâr da güney/doğudan eserek yangının kuzeye doğru sürüklemeye başlamıştı. Burası Otmanlar ile Çövenli arasında Mermer Ocaklarının bulunduğu yerdi. Yangının bir ayağı da Göynük Dere içinde birkaç evin bulunduğu yere yaklaşmıştı. Orada bir saat kadar durup köylülerle konuşup bilgiler aldıktan sonra geriye dönerek son ikmal ve yönlendirme bölgesi olan Göynük yol sapağına geldik. Yangına gelen araç/gereç buradan yönlendiriliyor, gönüllü ve görevli yangın çalışanları buradan sevk ediliyordu. Aracımızı bir kenara park ettikten sonra Dere içine doğru devam eden toprak yolda bir km. kadar ilerleyerek yangına en yakın noktaya kadar ulaştık. Burada dere içinde iki/üç katlı büyük evler, bahçeler, elma/armut, asma ve özellikle büyük büyük ceviz ağaçları vardı. Köyceğiz ve Muğla Belediyesinin arazözleri, diğer araç gereçleri burada konuşlanmıştı. Türkiye'nin birçok yerinden gelen yangın gönüllüleri buraya kadar gelmişlerdi. Helikopterler, yangın uçakları üstümüzde cirit atıyorlar yangının üzerine sorti üzerine sorti yapıyorlar ve yangını söndürmeye çalışıyorlardı. Ancak insafsız yangın, sanki üzerine benzin atılmış gibi harlayarak daha daha ileriye atılıyordu. Arazi, kayalık, taşlıktı, yamaçlar, dereler insan için, araç için ulaşılmazdı ama sanki yangın için birer atlama tahtasıydı. Biz Dere içindeki ikmal yerine ilerlerken yangın önümüzdeki derenin karşı yamaçlarında dip yangını olarak devam ediyordu. Yangının başındaki savaşçılar oradan "Suuu, suuu!!" diye bağırıyorlardı. Ancak bu uçurumlara, yamaçlara ne bir traktör, ne bir başka araç giremezdi. Yol üzerinde arazözler ve su dolu tanklar vardı. Karşıya suyun ulaşabilmesi için birkaç yüz, belki de yer yer km. leri aşan borular, hortumlar gerekliydi. Yangın alanının bu son noktasına belediyenin ve ormanın araçları vızır vızır çalışıyor ve yardımseverlerin gönderdiği ve belediyenin temin ettiği yiyecek ve meşrubatı soğuk soğuk yetiştiriyordu. Burada da bir saat kadar ortamı görüp/fotoğrafladıktan sonra dönüşe geçtik. Bu arada sırtında tulumbasıyla yangına müdahaleye gelen kızlardan biri bana " Nail Hocam,  o tarafa gitmeyin, orası tehlikeli!" demişti. Ben de bu kız beni nereden tanıyor diye düşünmüştüm. Dönüşte yolda birlikte geliyorduk. Kıza "Sen beni nereden tanıyorsun?" diye sorduğumda kız bana " Hocam, biz Meksa' da(şimdiki yüksekokul) kalırken siz bizim başımızda nöbete geliyordunuz ya!"" Dedi. Sonra da "bu da benim eşim!" diyerek yanındaki genci gösterdi. O da öğretmenmiş. Hakkâri' de görev yapıyorlarmış. Yanlarında bir genç daha vardı. O da " Hocam ben de METEM' den ." dedi ve "bizi tanımadınız mı?" diye çıkıştı. "Ulan saçlı/sakallı koca koca adamlar olmuşsunuz, nereden tanıyayım?" diye söylendim ben de. O da bilgisayar bölümündeydi. Yazılımcı mı/tasarımcı mı" ne olmuş. Birlikte ikmal yerine indiğimizde ortalık ana/baba günüydü. Jandarma, gelen araç/gereci yönlendirmeye çalışıyor, yolu açıyordu. Buraya da gelen her türlü yardım gerekli yerlere ulaştırılıyordu. Biraz sonra üstümüze doğru siyah bir helikopter' in pat pat larla gelerek hemen yolun alt kısmında bahçe içinde düz bir alana tozu/toprağı havalandırarak indiğini gördük. Belli ki bakanlardan biri gelmişti. Biz, Orman Bakanını beklerken İç İşleri Bakanı çıkageldi. Sağında/solunda korumalarını beklerken Süleyman Bey önde tek başına, korumalar arkada doğrudan kalabalığa karıştılar ve hoş/beş ve oradaki görevlilerle küçük bir istişareden sonra Bakan bir kamyona atlayarak yangın mahalline doğru gitti. Bu arada yardıma gelen kuruluşların üyeleri sarı ve kırmızı giysileriyle gruplar halinde yangına doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Saat 15.00' ı geçiyordu ve başımızın üzerinde helikopter patpatları ve uçak gürültüleri eşliğinde aracımıza atlayarak oradan ayrıldık. Çövenli/Otmanlar yol ayrımına geldiğimizde orası da yine ana/baba günüydü. Kepçeler, traktörler, tırlar, arazözler, su tankerleri, beton mikserleri. Her bir araç/gereç buradaydı ama yangın dağın başında, derenin dibindeydi. Yangına ancak karadan insan, havadan da helikopter ve uçaklar müdahale edebiliyordu. Sazak'ta okulun çevresine geldiğimizde yine ortalıkta yığın yığın gelen yardımları görüyorduk. Görevliler bunları gerekli yerlere ulaştırmaya çalışıyorlardı. Burada da yine "Aaaa Aynur Abla, beni tanımadın mı?" diyen bir genç kızımızla karşılaştık. Sonra tanıdık ve konuştuk. Almanya' da biyoloji okuyormuş. "Aman anneme söylemeyin, habersiz geldim!" dedi. Beyobası' na geldiğimizde aynı kalabalık, aynı koşturmaca, aynı heyecan orada da hüküm sürüyordu. Biz bu koşturmacada Anadolu insanımızın ne kadar yardımsever, ne kadar içten/samimi, ne kadar candan ve yapıcı bir ruh taşıdıklarına tanık olduk. Bu durum yalnızca burada ve bu olayda değil, her zaman her olay karşısında her yerde aynı olduğunu da biliyoruz. Aynı ülkenin insanları, aynı kaderi paylaşan insanlar olarak gerekirse insanımızın nasıl bir araya geldiğini, nasıl bir amaç için birleştiğini görmek bizi son derece mutlu etti. Televizyonlarda onlarca böyle seçkin örnekler her gün insanımıza sunuluyor ve bundan derecesiz hoşnut oluyoruz. Köyceğiz yangınıyla ilgili görüş ve düşüncelerimizi önümüzdeki günlerde de sizlere sunmaya çalışacağız. Ben yıllardan beri Milas'ın Marçalı dağlarında, Marmaris taraflarında meşhur yangınları bilirdim de Köyceğiz'de böyle bir yangın görmedim/duymadımdı. Köyceğiz, Köyceğiz olalı böyle bir yangın görmemişti. Allah bir daha da göstermesin.HEPİMİZE GEÇMİŞ OLSUN.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI