ATATÜRK’TE BİRLEŞMENİN TEMELLERİ
Ülkemizin içinde bulunduğu açmazdan çıkışın yolu olarak aydınların ve yurtseverlerin buldukları ortak değer, Atatürk’te birleşme olarak belirlendi. Hemen belirtelim ki belli din baronları ve onların kullandıkları azınlıktaki kesimle çıkarını düşünenler dışında zaten herkesi birleştiren tutkal da buydu. Yani böylelikle var olan ortak noktanın adı kondu.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti bir gün içinde ve kolay kurulmadı. Kurucusu tarafından çok önceleri dayanacağı temeller tespit edilip yeri geldikçe açıklandı ve uygulanmaya başlandı.
Her ne kadar da yeni kurulan devletin altı temel ilkesi, Atatürk’ün kurduğu parti olduğu ve bu altı ilkeyi açıkça programına aldığı için CHP’sine mal edilse de aslında merkez partilerin tümü bu ilkelere göre hareket eden, ona bağlı partilerdi. Hatta bu partilerden birisi yalnızca milliyetçilik (Ulusseverlik/ulusçuluk) ilkesini öne alıp o adla anılmaktadır. Geçmişte aynı ilke, birlikte hükümet kuranların ortak cephesinin adı olarak da kullanıldı. O zaman ortak nokta Atatürk ise onun ilkelerinde birleşiliyor demektir.
Atatürk’ün tam bağımsızlık, sömürünün her türüne karşı çıkan, öncelikle içte, sonra da dışta, yani uluslararası barış ilkesi, en başta kabul edilmedikçe, Devletçilik, Laiklik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik ve Cumhuriyetçilik ilkeleri benimsenmedikçe, Atatürk’te birleşme olamaz.
Bunu CHP’sinde birleşmek gibi görenler olabilir. Sırf O’nun kurduğu partide bu altı ilke açık biçimde yer alıyor diye bu ilkeleri anılan partinin tapulu malıymış gibi görmek ve göstermek yanlıştır. Bu ilkeleri benimsemek ve kullanmak, ille de CHP’li olmak anlamına gelmez.
Nitekim merkez partilerden hangisi açıkça temel ilke olarak yazmamakla birlikte bu ilkeleri savunmadı ya da yok saydı? Cumhuriyeti mi, laikliği mi, devletçiliği mi, devrimciliği mi, halkçılığı mı, milliyetçiliği mi yok saydı? Öyle olmadığı gibi zaman zaman bunları değişik biçimlerde savundular ve kullana geldiler. Biraz devrimcilik ve laikliği savunmakta ısrarlı ve istekli olmadılar. Bu doğrudur. Ancak AKP iktidara geldikten sonra onun laik cumhuriyeti içine sindiremeyen tutumuna karşı tepki olarak bu ilkeler de savunulmaya başlandı.
Anamalcı sistemin çatırdadığını gören birçok ülke tarafından da özellikle devletçiğin bizdeki uygulaması olan karma ekonomi benimsenmeye başlandı. Çinli yöneticiler ise Atatürk’ten örnek alarak kalkındıklarını açıkça dile getirmektedirler.
Ne yazık ki özelleştirme düşüncesi, büyük sömürü güçleri tarafından dayatıldığından bu yana anılan ilkelerin modasının geçtiği söylemi geliştirildi. Bu ilkeleri birinci derecede savunması gereken CHP’nin de bu yıkıcı ve yanlış anlayışa yeterli tepkiyi veremediği, çekingen davrandığı görüşü ağır basmaktadır.
Sayılan altı ilke, yalnızca Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin altı temel ilkesidir. O’nun anlayışını ve on beş yıl gibi kısa bir sürede, yaptıkları baş döndürücü ve inanılması güç işleri nasıl başardığı, bunun için izlediği yöntemleri de en az onlar kadar önemlidir. Hastalıktan kırılan, yetişmiş insan gücü, sermayesi, okulu, öğretmeni, hastanesi, doktoru, mühendisi, okumuşu, fabrikası, şirketi olmayan, giyimden toplu iğneye kadar içeride üretim yapamayan uygar insan ilişkilerine dek ilkel bir toplum yapımız vardı. Atatürk’ün, yurttaşlık bilincinden ve harabeye dönmüş, borç içinde, alt yapıdan yoksun, bir ülke ile kulluğa şartlandırılmış bir toplumdan modern ve çağdaş bir cumhuriyet yaratması, yalnızca bu ilkelerle olamazdı.
Bu durumdaki bir toplumdan çağdaş ve tam bağımsız bir ülke yaratmak için bilim, sanat, kültür ve ticaretin birbiriyle uyumlu götürülmesi gerekirdi. Bunların sağlanabilmesi için de eğitim (bilim, sanat, kültür),ekonomi (Sanayi, ticaret, tarım ve hayvancılık), güvenlik, adalet ve sağlığın geliştirilmesinin birbiriyle uyumlu götürülmesi kaçınılmaz olacaktı.
“Sanatsız kalan bir ulusun yaşam damarlarından birisi kopmuş demektir.” sözü, bu anlayışı açık biçimde ortaya koymaktadır. Çünkü iyi bir ekonomi, eğitim, güvenlik ve sağlık konuları bir bütünlük içinde yürütülemezse, kültürel, bilimsel ve bunun sonucu olarak da sanatsal bir gelişimden söz edilemez. Atatürk’ün bu sözü, tam bağımsız, sömürüye karşıt çağdaş bir ülkenin varlığından söz edebilmenin en önemli göstergesinin, güzel duyguların, ses, söz, yazı, heykel, resim, yapı olarak süreklilik kazanacak biçimde ortaya konması olduğu vurgulanmak istenmiştir. İnsanda sanat duygusu, bir devletin aynı zamanda temelini oluşturan yukarıda sayılan özelliklerin iyi işletilmesiyle mümkün olabilir. Açıkçası, tek başına ekonomik gelişmeyi, güvenliği, eğitimi ele alıp bunları at başı götüremezsek, o ülke insanlarının mutlu olmasını, sanat ve sanat eseri ortaya koymasını bekleyemeyiz.
Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın en önemli bölümünde, öğretmenlerle toplantı yapması, tüm bu hedeflerin eğitim ordusuyla kazanılacağının açık kanıtıdır. Sanat, ticaret, bilim ve kültürel gelişim böylelikle sağlanacaktır. O’ndan sonra, özellikle de 1950 yılından bu yana kültürel gelişmeye, sanata önem verilmemeye başlandı. Günümüzde de heykel “ucube” biçiminde nitelenerek sanata dolaylı karşı çıkış anlayışı dillendirilmiştir.
Öyleyse öncelikle eğitimde bilimselliğe, sanata ve sanatçıya önem verilmelidir. Böylelikle de araştıran, sorgulayan, özgür düşünce geliştirilmelidir. Eğitim, bağnazlığa kapalı, çağın gerçeklerini yakalayacak ve sorgulayacak gençlik yetiştirme hedefine yönelik olmalıdır.
Son yıllarda yaşanan sıkıntıların temelinde yanlış ve çağdışı bir eğitim amaçlanması, gerçek sanat ve sanatçıya düşmanca bir tavır sergilenerek onun ötelenip hiç de hak etmeyenlerin sanatçı sayılarak baş tacı edilmesi yatmaktadır. Çünkü sanat güzel duyguların yaşatılması, sanatçı da yalnızca bunu sağlayan kişi olmayıp aynı zamanda doğruların ve gerçeklerin ön plana çıkartılmasını, yanlışlıklara sapılmasını eleştirel bir yaklaşımla önlemeye, yol göstermeye çalışan, gerekirse yaşamını tehlikeye atarak gerçeklerin aynası olması gereken, kurulu, ancak yanlış işleyen düzene karşı çıkan gerçek anlamda aydın kişidir.
Atatürk’te birleşmek, bu gerçekleri iyi kavramak, barış içinde kültürlü, sanata ve bilime değer vererek çağdaş uygarlığın üstüne çıkma hedefine yönelmek, ancak bu anlayışı benimsemekle mümkündür. Tutulacak yolun, birtakım değişmez kuramlara(teori) bağlı kalmak değil, aklın ve bilimin gösterdiği yoldan yürünerek sonsuzluğa doğru hep varılan uygarlık derecesinin üstüne çıkma amacı güdülmesi gerektiği biçiminde anlaşılmalıdır. Başka bir deyişle Atatürk’te birleşmek, aklın ve bilimin ışığında ulaşılan çağdaş uygarlığın üstüne çıkma ülküsünde, tam bağımsızlık ve devletin temel işleyişinde de değişen koşullara göre uygulamak koşuluyla altı ilkeyi benimsemekle olur. Atatürk, bize, hedefini gittikçe genişleyen bir açı biçiminde çağdaş uygarlığın da üstüne çıkma ülküsü, bunun için de akıl ve bilim yolunu göstermiştir.
Tüm bunları, Atatürk’te birleşmeyi benimseyenler, içlerine sindireceklerdir. Ne özellikle altı okla gösterilen ilkeleri benimsediği ve programına koyduğu için yalnızca kendisininmiş gibi bir parti tek başına bunları kendine özgü görebilir, ne de ötekileri bunu öyle sayabilir. Nasıl ki Atatürk, onu benimseyen tüm halk kesiminin birleştirici ortak değeri ise onun ilkeleri de herkesin ortak değeridir. Atatürk’te birleşmek, Atatürk’ün tüm ilke ve devrimlerine ortak payda olarak hiç birisini önemsiz görmeden sahip çıkmayı gerektirir.
Eğer bir kurtuluş reçetesi aranıyorsa başka yerlerde aramaya gerek yoktur. Bunun için kendisinin aydın/yurtsever olduğuna, bunun için de tek yürek olmak gerektiğine inanan bir yurttaş isek reçetemiz Atatürk’te birleşmek olmalıdır.