EĞİTİM-ENERJİ-EKONOMİ
Akdeniz kıyıları şu sıralar çok sıcak günlerini yaşıyor. Deniz kıyıları insan kaynıyor. Otobüslerde yer bulmak oldukça zor. Giden, gelen birbirine yüksek sesle seslenen, telaş içinde insanlar… Bunun adı da tatil oluyor. Bir bakıma tatil, yorgunluk ve sıkıntı anlamına geliyor.
Ben de daha çok dışarıdaki projelerinin yöneticisi olan can dostum, EDU başkanı, yer bilimleri uzmanı Prof. Dr. İlyas Yılmazer ve eşi Raziye Yılmazer Hanımefendinin çağrılısı olarak en sıcak yörelerden birisine, Anamur’a gitmek üzere düştüm yollara. Hem Anadolu insanının sıcak, içtenlikli, konukseverliğinin tadına varmak, hem de kısa bir tatil yapmak istedim.
Otobüste ancak en arkadan bir yer bulabildim. Sıcağı, 10 saatlik bir yolculuğu geride bırakarak sabaha karşı üçte oraya vardım. Beni arabayla aldılar. İnsanın içini ısıtan, candan Anadolu konukseverliğinin en iyi örneği ile karşılandım. Adeta üzerime titriyorlardı. Böylesine bir dostluğu da öylesine özlemişim ki…
Önceki yıllarda olduğu gibi koyu bir söyleşiye daldık. Elbette konumuz da EDU’nun çalışma alanları ve hizmetleriydi. Ülkenin çağdaşlaşması ve kalkınmasında birincil etkin olan eğitim-enerji-ekonomi (E), Doğal afetler ve depremleri önleme (D), ulaşım (U) konularında elli yıla yakın bir zamandan beri uğraş veren EDU Ulusal Çalışma Grubu’nun kurucusu olarak yurtiçi ve yurtdışında ödüllü projelere imza attı. Böyle birisiyle yurt sorunlarını tartışmanın gerçekten insana mutluluk veren bir yanı var.
EDU’nun bu uzun geçmişinde ülkemiz açısından özellikle enerji konusunda neler yaptığıyla ilgili özet bilgi vermesini rica ediyorum.
“Ülkemiz, yeni ve yenilenebilir enerji konusunda dünyada ilk sıraya oturmaktadır. Ancak bilimi değil, bilimdışı yolları kılavuz edinen yönetimler, ülkemizi dış kaynaklara bağımlı kıldılar. Bugün bir enerji sıkıntısı çekiyorsak nedenini burada aramak gerekiyor.
Bu konuda Almanya ile Türkiye’nin küçük bir karşılaştırmasını yaparsak konu, daha iyi anlaşılacaktır.
İkinci Dünya Savaşı’nda büyük bir yıkıma uğrayan, ülkesi harabeye dönen Almanya’nın 10 yıl gibi kısa bir zaman diliminde dünya sahnesine yepyeni bir güç olarak çıkması, bilgi toplumu olmasından ve bilimi kullanmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin Almanya’nın yüzölçümü Türkiye’nin yarısı kadardır. Güneşlenme süresi, Türkiye’nin üçte biri oranında olmasına karşın, Türkiye’nin tüm kaynaklardan sağladığı enerjinin daha fazlasını yalnızca güneş enerjisinden sağlamaktadır. Cennet ülkemize bu gerçeği kavrayamayan çağdışı kafa taşıyan yöneticiler, termik santral ve nükleer santral cehennemini dayatmaktadırlar”.
Prof. Dr. İlyas Yılmazer, Yatağan Termik santraliyle ilgili olarak da kısa bilgi veriyor:
“Birçok çevre katliamını çevreci dostlarımız ve değerli uzman yurttaşlarımızla önledik.
1970 yılında Muğla’da ziraatçı olarak çalışmakta iken ormana tecavüz konusunda bilirkişi atandım. Kesilen alanın yeniden ağaçlandırılması ve tomrukların iade edilmesi koşuluyla o vatandaşa devlet tarafından el emeği olarak 3 bin TL ödenmesini sağladım.
Sinop-İstanbul ve Sinop-Ankara ulaşımında tek darboğaz olan Dranaz Dağı çevresinde benzer sorunu, benzer yaklaşımımızla çözdük. 2,5 saatlik yolu 40 dakikaya düşüren ve yatırım maliyetini üçte bire indiren projemiz de tüm engellemelere ve dört yıl geciktirilmesine karşın aydınlık yurttaşlarımız ve bilgisine başvurulan değerli bilim insanlarımızın (uzmanlarımız) yardımıyla çözmeyi başardık.
Yatağan Termik Santralinde filtre takılarak sorunun çözüldüğü savunuluyor. Bu, doğru değil. Çünkü fırına giren hava içerisinde %78 oranında moleküler azot (N2) vardır. Bu azot yüksek sıcaklıkta azot monoksite (NO) dönüşür. Azotun proteinlerin yapı taşı olması nedeniyle azot monoksitin (NO) kansere yol açtığı bilinmektedir. Filtre, yalnızca duman içindeki asılı maddeleri alır. Oysa renksiz ve kokusuz olan azotmonoksit (NO) atmosfere salınmaktadır. Havadan ağır olup ovaya, dağa ve taşa ilerler. Tüm canlıların sağlığını olumsuz etkiler. Sonuç olarak ülkemizin bir cennet köşesinin yok edilmesine izin verilmemelidir.
Bu cennet vatan parçası 20058130 Sicil No’lu RS yeraltı kömür işletmeciliği (YKİ) Projesi ile katledilmek üzeredir. Kömür işletmesinin kömür çıkartmak için çalışmaları sonumda bölgenin su kaynakları kuruyacaktır. Ruhsat alanı olan bölge, birinci sınıf tarım alanıdır. Suyun varlığında yılda üç hasat teknik olarak söz konusudur. Gelecekte 4 hasatın da yapılacağı kesindir. Tortul istiften oluşan ve 5 milyon yıldan günümüze devinimini sürdüren yerçekim (gravity) faylarıyla kırıklanmıştır. Dolayısıyla; (a) geçirimsiz kiltaşı, çamurtaşı ve kömür, (b) yarıgeçirimli miltaşı ile (c) geçirimli kumtaşı ve çakıl kaya seviyelerinin ardalanmasından oluşan Tersiyer yaşlı kömürlü birim kırıklıdır. Bu durumda YKİ güçlüğü açıktır. Bu tür alanlarda YKİ’nin yeraltı suyunu olumsuz etkileyeceği kesindir. Özellikle ilkbaharda göçükler kaçınılmazdır. Galerilerde ilerlerken faylarla kesilmiş alınlarla karşılaşılarak karşılarına kömür yerine kaya çıkacaktır. İşler hiç de planlandığı gibi gitmeyecektir. YKİ sahibinin zarar etmesi ülkemiz için de bir kayıptır. Bundan daha önemlisi ise tarım için birinci derecede önem taşıyan iklimin egemen olduğu alanda tek sorun sulama suyuna olan gereksinimdir. Bölgedeki bütün yeraltı suyu düzeni bozularak alttaki yüksek geçirimli kireçtaşlarıyla düşük derecede hidrolik ilişkide bulunan kırıklı tortul seviyelerin yeraltı suyunu Gökova Körfezi’ne akıtacağı açıktır. Böylece sadece zeytin ve orman ağaçları değil, tarım tamamen öldürülecektir. Derin kuyu pompalarıyla sulama suyu çekmek ise zararına olacaktır. Dolayısıyla bu tür alanlarda YKİ’nin yaratacağı sorunun boyutu sonsuza uzanır. Bu eşsiz yöremize, dolayısıyla ulusumuza, ihanette bulunmaya kimsenin hakkı yoktur.”
Değerli dostum Prof. Dr. İlyas Yılmazer’e deprem konusunda engin bilgilerine başvuracağımızı belirterek verdiği bilgiler için teşekkür ediyorum. 15.08.2019.
Nuri Çelik