GÜNEŞ KUZEYDEN DOĞDU
Ülkemiz, yönetim açısından cumhuriyetin ilk on beş yıllık mucize sözcüğüyle bile zor açıklanacak altın çağının dışında özellikle 1950 yılından bu yana iyi yönetilemedi. Oy almak uğruna devrimler birer birer aşındırılmaya çalışıldı. Son on yedi yıldır da doruk noktasına ulaştı.
Dün ve bugün dünyanın imrenerek ve kıskanarak baktığı 1919'da Kuzeyden/Samsun'dan doğan ve batmayan güneşin aydınlığını karartmaya çalışan, dün azınlıkken bugün çoğunluğa doğru hızla ilerleyen bir aymaz halk kesimi var. Ama başaramayacaklar. Buna yürekten inanıyorum.
Onlar kadını dışladıkça, örtmeye çalıştıkça yiğit Türk kadınları ve gençleri bu güneşin aydınlığına doğru, daha içten, daha coşkulu daha dik başlı koşuyorlar. Birbirleriyle el ele yüreklerini birleştiriyorlar. Tüm baskılara karşın, yurdun dört köşesinden her 10 Kasımda yiyeceğinden, içeceğinden kısarak onu yol masrafı yapıp O güneşin aydınlığını içine akıtmak istercesine Anıt Kabre koşuyorlar. Binlerce, on binlerce insan tek bir yürekte sevgi seli oluşturuyorlar. Dünya bunu nasıl kıskanmasın? Böyle bir örnek dünyanın neresinde var?
O'nun çağındaki diktatörler unutuldular. Yalnızca olumsuzluklarıyla anılıyorlar. Ama O, üzerimizdeki baskılar arttıkça yüreklerimizde dağ gibi büyüyor. Bilmiyorlar ki Atatürk adı bilinçlerimizden ve yüreklerimizden silinemez. Yabancılar da bunu görüyor. Açıkça dirilerden değil, manen gönüllerde yaşayıp yalnız madden aramızdan ayrılan ve onların ölü olarak gördükleri kişiden korktuklarını dile getiriyorlar. Dünya liderleri arasında düzenledikleri ankette O'nun birinci geldiğini açıklamak zorunda kalıyorlar. Çünkü O, yalnız bizim güneşimiz değil, tüm dünyaya aydınlık saçan, yol gösteren eşsiz bir devlet adamıdır. Kıskanmaları boşuna değil. O'nu yok etmek isteyen dıştaki egemen güçler ve onların yerli işbirlikçileri bunu başaramayacaklar. Her türlü yolu deniyorlar ama başaramıyorlar. Onların bu çabaları oranında Türk insanının yüreğinde daha da büyüyor. Başaramayacaklar. Çünkü O güneş "Balçıkla sıvanamaz."
O'nun en önemli iki eseri, TBMM ve Cumhuriyet asıl işlevini göremez kılındı. Tek adamlık yönetimi onların yerini aldı. Bu halk artık canı yanmaya başlayınca gerçekleri anlamaya başladı. Yani uyuyan dev, artık uyanıyor. Bu iki kurumu da yeniden eski işlevine kavuşturacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Bu arada bir noktayı açıklamakta yarar görüyorum: Atatürk yerine Gazi Mustafa Kemal Atatürk deme modası aldı başını gidiyor. Kimileri bunu bilinçli kullanıyor ama çoğu da bilinçsiz.
Anlatmaya çalışıyoruz. Diyorlar ki "Ha öyle denmiş, ha böyle ne fark eder, ikisi de aynı insan değil mi?" Değil dostlar değil, ikisi de aynı değil. Birincisi kişidir ve madden seksen iki yıl önce aramızdan ayrıldı. İkincisi tüzel kişiliktir. O, yüreklerimizde ve dilimizde yaşıyor. Biraz açalım bunu ne dersiniz?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'da güneş gibi doğup kurtuluş meşalesini yakan, Amasya'da yapılacakların ana hatlarını açıklayan Erzurum'da mini devlet çekirdeğini oluşturan, Sivas'ta tüm Anadolu insanını birleştiren, filizlenmiş çekirdeğe dönüştüren bir kişidir. Ankara'da yokluklar içinde dünyaya yeni bir devlet oluşumunu haykıran, "Ya istiklal, ya ölüm!" parolasıyla dünyada eşi bulunmayan bir Kurtuluş Savaşı'yla kısa sürede tüm yokluklara karşın akıllara durgunluk veren devrimlerle bir cumhuriyet kuran özel bir kişiliktir.
Atatürk adı ise O'na meclis tarafından soyadı olarak verilen Türklerin atası anlamında bir tüzel kişiliktir. Bu üç hecelik ad, tüm dünyada da devrimci kişilikle özdeş olarak anılmaktadır. İşte ondan dolayı yukarıda belirtildiği gibi dünya kamuoyu, onu dünya lideri seçmiştir. Atatürk adı, bizim için bayraklaşmış bir tüzel kişiliktir. Atamız anlamındadır.
Bunu bilinçli kullananlar, o'nun bu tüzel kişiliğini kabul etmeyip unutturmak isteyenlerdir. Yüreğimin en derinliğinden gelen minnet ve şükran duygularımla anıyor, selamlıyorum O'nu . Selamlıyorum O'nun sevgisini yüreğinde taşıyan, açtığı ışıklı yolundan korkmadan yürüyenleri.
21. 05.2020
Nuri Çelik