Cumhuriyetin erdemine inanan yurttaşlardan seçim sonuçlarıyla ilgili kaygılarını içeren sorular ulaşıyor bana. Düşüncemi soruyorlar, açıklıyorum. Mümkün olduğunca fazla umut vermeden umut var olduğumu, çünkü sağduyulu yurttaşlarımızın cumhuriyetin geleceğini tehlikeye atmadan gerekeni yapacaklarını düşündüğümü söylüyorum. Söylüyorum da açıklamalarım inandırıcı oluyor mu, bilmiyorum.
Yani kendim inanmadan, soranların umutlarını kırmamak için tahminler yapıyorum.
Nasıl inanayım ki partiler ikiye bölünmüş, birbirlerine hiç inanmayan, güvenmeyen, hatta birinin öbürünü ülkenin geleceği açısından tehlikeli görenler birlikte baştaki tek adamı destekliyorlar. Bu seçim, normal bir seçimmiş gibi davranıyorlar. Oysa bu seçim, normal bir seçim değil. Cumhuriyetin geleceği oylanacak. Bu bir halk oylamasıdır. Afganistan mı yoksa Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı laik ve demokratik, parlamenter sisteme bağlı bir cumhuriyet mi olmak istiyoruz? Oylanacak olan budur.
Ayrıca sanki o partilere oy vermiş ya da vermeyi düşünen seçmenler, o partilerin tapulu malıymış gibi düşünülüyor. Hesaplar, o yönde yapılıyor.
Oysa kimsenin tapusu, kimsede değil, olamaz da. Ama gel gör ki parti yöneticileri, böyle düşünmüyor. Oy hesabı üzerinden milletvekilliklerinin pazarlığı belli destek açıklamalarının anlaşma metnine geçiyor. Önceden ağza alınmayacak sözlerle karşı tarafı kötüleyenler, bunu unutarak o parti ile birleşmenin erdemini ve söylediklerinin tam tersini söylemeye başlıyorlar.
Bu nasıl bir iştir? Halka gerçek dışı her türlü vaatte bulunuluyor.
Birkaç dostumla bu kaygılarımı paylaştığımda bana: "Sen öğretmen kafasıyla düşünüyorsun. Gerçek öyle değil. Elbette dediğin doğru; öyle olmalı. Ama ülkemizde siyaset, asılsız vaatlerle yürüyor. Halk buna şartlandırılmış. Gerçekleri söyleyerek kimse seçim kazanamaz. Çünkü herkesin kendine göre birtakım beklentileri var. O beklentilere yanıt vermek için de ister istemez, seçim kazanmak için yalın gerçeklikten uzaklaşılarak birtakım vaatlerde bulunulmak zorunda." dediler.
Bundan, başkalarını değiştirmeye çalışmak yerine kendi kafamı değiştirmem gerektiği sonucunu çıkardım. Yine de bazı kabul edemediklerim var:
Altılı masanın kurucu partisinden önemli yerlere gelip bir önceki dönemde cumhurbaşkanı adayı yapılan ve bence bahanesi ne olursa olsun seçimi kazandığı halde bunu ortadan kaybolarak karşı tarafa altın tabakta sunan bir kişinin, sırf altılı masanın oylarını bölmek için adaylığını sürdürmesini anlayamıyorum. Etik bulamıyorum. Hem de tek adamlığın beş dakika bile sürmesini istemediğini belirttiği halde tek adamlığın devamını sağlamak için aday olup tüm ısrarlar karşın bundan vazgeçmeyen bir kişinin bu davranışını kabul edemiyorum; içime sindiremiyorum.
Sırf eski partisine duyduğu öfke ve kinle böyle davranmanın mümkün olamayacağını düşünüyor, bunu doğal ve mantıklı bir gelişme sayamıyorum. İster istemez birçok vatandaş gibi altında başka nedenler aramak zorunluluğunu duyuyorum.
Kabul edemediğim önemli bir gelişme de Ecevit'in kurduğu bir partinin, ülkenin geleceğinin karartılmasını ve bir Kürt- İslam Cumhuriyeti kurulmasını sağlamak istediğini çok açık biçimde isteyen düşüncenin temsil edildiği tek adamlık detekçisi olmasıdır.
Merak ediyorum. Bunlar da "öğretmen kafası" olarak mı değerlendirilmeli? 11.04.2023 Nuri Çelik