YOKSA BİZ Mİ FARKINDA DEĞİLİZ?
Devlet, tüm bireyleri temsil eden örgütlü bir tüzel kişiliktir. Kendine özgü kurumları ve kuralları vardır. Bu kurumlar aracılığıyla ve bu kurallar işletilerek yönetilir. Bir ulus olarak yaşamanın, bireyleri güvenlik, adalet ve eğitim ana ekseni çerçevesinde mutlu bir toplum olarak yaşatma işlevinin sigortasıdır. Yani devlet, toplumun tüzel kişiliğini temsil etmek ve bireylere karşı belli görevleri yerine getirmek zorundadır.
Anayasamızda laik, sosyal bir hukuk devleti kavramı benimsenmiştir. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacak, devlet işlerine din kuralları karıştırılmayacak, devletin temel kurallarına aykırı, kişi ve kurumlara, bireylere zarar verici durumlar dışında bireyler, inançlarını hiçbir baskı altında kalmadan yerine getirecekler. Devlet bu durumları sürekli denetim altında tutarak inançların da birbirlerini etki ve baskı altına almalarına izin vermeden inanç ve mezhepler arasında bir ayırım ya da tercih yapmayacaktır
Sosyal devlet kavramı ise bireylerin sağlıklı, iş ve aş sahibi yapılmaları, geleceğe güvenle bakabilecekleri bir ortamın hazırlanması demektir. Hukuk devleti kavramı da devletin bir yasa devleti değil, evrensel hukuk kurallarının geçerli kılındığı bir yapıya kavuşturulması anlamındadır. Üstünlerin hukukunun değil, hukukun üstünlüğünün geçerli olması demektir.
Devletimiz, yasama, yürütme ve yargı görevlerini belli kurumları aracılığıyla sürdürür. Yani güçler ayrılığı benimsenmiştir. Elbette kurumlar da yasalarla belirlenen yöneticiler ve görevliler aracılığıyla hizmetlerin yürütülmesini sağlayacaktır. Yöneticilerin anlayış ve tutumları bu nedenle çok önemlidir.
Acaba devletimiz bu temel görevlerini yapabiliyor mu? Buna iç ve dış güçler izin veriyor mu? İnsanlarımızın büyük bir çoğunluğu mutlu ve geleceğe umutla bakabiliyor mu? Laik cumhuriyetin kurumları birbirleriyle uyum içinde, çatışmadan daha iyi bir hizmet yarışı içinde mi? Laik cumhuriyetin temel kurumları olan üniversiteler, yargı kurumları, ordu ve güvenlik güçleri, sivil toplum örgütleri, halkın yararına, baskı altına alınmadan halka güven verici biçimde çalışabiliyor mu?
Geleceğimizi biçimlendiren eğitim, ekonomi, ticari ve toplumsal kurumlar gerçekten halk yararına, onun geleceğini umuda dönüştürecek bir ortamı hazırlamak işlevini yerine getirebiliyor mu? İnsanlarımız gerçek anlamda ülkemizin bireyi olma, yasalara saygılı olmak kaydıyla kendilerini özgürce anlatabilme, geleceklerine güvenle bakabilme konusunda gerçek bir yurttaşlık güven ve bilincine sahipler mi?
Bunlara olumlu yanıt vermeyi inanın çok isterdim. Ülkesinde insanların mutlu ve sonuna dek düşüncelerini özgürce söyleyebildikleri, "Ankara'da hâkimler var." diyebilecekleri bir ortamın varlığını kim istemez ki(?)
Gel gör ki aklı başında hiç kimse, gerçeğin yukarıdaki sorulara olumlu yanıt vermeyi haklı gösterecek bir durumda olduğunu söyleyemez.
Yüksek Seçim Kurulu, yasanın açık hükmünü yok sayabiliyor. Çocukları bile inandıramayacak gerekçelerle bir adayın seçimi kazandığı duyurulup bir süre çalıştıktan sonra o şehrin seçimlerinin yenilenmesine ve seçilmiş başkanın mazbatasının iptaline karar verebiliyor. O zaman kim "Ankara'da Hâkimler var." diyebilir?
Gerçekler bu söylenenlerin tersine de yoksa biz mi farkında değiliz?
Nuri Çelik