YOKSA BİZİM KAFAMIZ MI KALIN?

YOKSA BİZİM KAFAMIZ MI KALIN?

Devlet yönetimi dışarıdan görüldüğü kadar kolay bir iş değildir. Yönetici, dışişlerini iyi bilmeli, geniş bir kültüre, özellikle de iyi bir tarih bilgi ve bilincine sahip olmalıdır Bilinenleri birleştirerek bilinmeyenlere ulaşabilmelidir. Ezberci değil, akılcı, duygusal değil, gerçekçi olmalıdır. Dost olarak gördüğü ülkeleri sürekli dost, düşman gördüklerini de sürekli düşman olarak düşünmemelidir.

Olaylar içinde düşman, dostça davranabildiği gibi, dost olanlar da düşmanca davranabilir. Bu tür örnekleri kendi tarihimizde de görebiliriz.

Uluslar arası ilişkilerde ne sürekli dostluk, ne de sürekli düşmanlıklar vardır. Ülkeler arası ilişkiler, çıkar ilişkisi ve çıkar çelişkisine göre yürür. Bunu zaman, yer ve olaylar belirler.

Olayların karşılıklı algılanışı, çıkarlara uygunluğu ya da çelişmesi, yakınlaşmaları ve çatışmaları yaratır. Bu nedenledir ki yönetici, az ve gerektiğinde, gerektiği ölçüde düşünerek konuşmalıdır. Çünkü özellikle dış ilişkilerde her söz önemlidir; devleti bağlar ve geriye dönüşü yoktur. Söylenen sözü geriye almak, yalnızca o kişinin değil, adına söz söylediği devletin de inandırıcılığını ortadan kaldırır. Yöneticiye önce halkı, sonra başka halklar güven duymalıdır.

Sözüne önem verilen devlet olabilmek için öncelikle söylenen her sözün arkasında durmak gerekir. Kendisiyle çelişen bir devlet adamı, dünyada itibar görmez. Dolayısıyla da o yöneticinin devleti saygınlığını yitirir.

Yapabileceğini söyleyen, söylediklerini uygulayabilen bir yöneticinin yönettiği ülke, büyüklüğüne bakılmaksızın başkalarının gözünde saygınlık kazanır. Tersi bir durumda ise o ülke ne denli zengin ya da büyük olursa olsun saygın bir ülke olamaz.

Kurtuluş Savaşı sonunda yokluklar içindeyken bile hiç dış gezi yapmayan Atatürk'ün herkes ayağına geliyordu. Çünkü Atatürk, anlatmaya çalıştığımız özelliklere sahip bir yöneticiydi. Uygulayabileceğini söyler, söylediğini de uygulardı. Ulusuna inanıyordu, inandırıcıydı. Sözünden kimse kuşku duymazdı, bu nedenle de ülkesi, saygın bir ülkeydi.

Dünyadaki dengeler, gelişen ve gelişmekte olan olaylar iyi gözetilmeli, maceralardan kaçınılmalıdır. Bunun için de iyi bir diplomat kadrosuna sahip olmak önemlidir. En iyi diplomatların en önemli yerlerde görevlendirilmesi de dikkat edilmesi gerekli işlerdendir.

Yönetici, sürekli bu diplomatlarıyla iletişim içinde olmalı, dünyanın değişik yörelerindeki olayların değerlendirilmesi ve edinilen bilgiler ışığında bir satranç ustası gibi gelecekle ilgili yapılacak hamleleri hazırlayıp yürürlüğe koymalıdır. Görevlendirmelerde kayırmalar değil, bilgi, beceri ve deneyim temel alınmalıdır. Ülkesine, insanlarına, her şeyden önce de mensubu bulunduğu ulusun yüceliğine inanmalı, ulusunun bireyi olmaktan gurur duyduğu söz ve davranışlarında anlaşılabilmeli, ülkesinin mutluluğu için çalışmakta olduğuna herkesi inandırabilmeli; ulusundan utanıyorsa yönetime talip olmamalıdır.

İçeriye başka, dışarıya başka konuşmamalı, gerektiğinde halka rağmen halk için iyi işler yapabilmeli, oy kaygısıyla hareket etmediğini gösterebilmelidir. Uluslar arası ilişkilerde gerginliklerden kaçınmalı, ancak ulusunun onuru için gerekenleri kararlılıkla yapmalıdır. Yurttaşlar arasında bir ayırım yapmadığı gibi buna izin de vermemelidir. Ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalıdır. Kendisi ve yakınları için değil, ulusunun zenginliği için çalışmalıdır.

Gerektiğinde halktan bir özveri isteniyorsa kendisi de aynı biçimde özveride bulunmalıdır.

Türkiye yirmi yıldır gittikçe artan bir darboğaza doğru hızla sürüklenirken özgürlükler de o oranda kısıtlandı; kısıtlanıyor. Uzun bir süre gereksiz tartışmalarla ülkemiz içinden çıkılması çok zor bir ortama sürüklendi.

Ekonomi iç açıcı değil. Aklı başında iktisatçılar Türkiye'nin her yıl borç faizi için milyar dolarla anlatılan paranın bulunması gerektiğini açıklıyor. Halinden memnun olanların sayısı çok az.

Çiftçi, esnaf, memur, emekli ve öteki halk kesimi ekonomik yönden oldukça zor durumda. Tüm gereksinimler, sürekli zam görüyor. Buna karşılık yönetimdekiler için ortalık güllük gülistanlık. Yani onlara göre her şey yolunda gidiyor.

İyi de her şey yolunda gidiyorsa fiyatlar neden bu kadar yüksek, paranın alım gücü neden gittikçe düşüyor?

Yoksa halkımız çok zengin de yüksek fiyatlarla bir şeyler almaya mı bayılıyor(?) Yoksulluk ve işsizlik yenilmiş, her şey tıkırında gidiyor da bizim mi haberimiz yok(?)

Çevremizde çiftçi şikâyetçi, esnaf şikâyetçi, memur şikâyetçi, üretici mazotu, gübreyi ve benzer gereksinimlerini karşılayamamaktan, üniversite mezunları işsizlikten şikâyetçi. Bu çelişkiyi her şey yolundaysa nasıl açıklayacağız?

Birisi çıkıp halkı germekten vazgeçerek bize anlatsa da biz de anlasak.

Ne dersiniz yoksa bizim kafamız mı kalın?

Nuri Çelik

YAZARIN DİĞER YAZILARI