YÜKSEKLERE TIRMANMA TUTKUSU
Bir kuş neden hep yükseklere doğru uçar? İnsanlar neden dağlara tırmanmayı bir tutku derecesinde ister? Neden isteklerimiz hep tırmanıştadır? Bir yerlerde neden durmayı beceremeyiz? İşte, aşkta, gezmede hep neden en yükseklere tırmanmak isteriz?
"Ah bir şunlara sahip olsak! Ah bir şununla ya da şurada olsak, ya da şu kadar paramız olsa!" deriz. Çoğu zaman olur da. Ama o düşüncemiz, o noktaya ulaşıncaya dek sürer. Ya sonra? Sonra onunla yetinemeyiz. Özene bezene aldıklarımız, bir süre sonra artık ilginç gelmemeye başlar. Bir meslek sahibi oluruz. Çok istemişiz onu. Önceleri asla ulaşamayacağımız kadar uzak görünür gözümüze. Önceleri havalarda uçar gibi oluruz. Kendimizi büyümüş, tüy gibi hafiflemiş, mutluluk şarkıları söyler buluruz. İnanılmaz duygular içindeyizdir. Sonra mesleğimizin belli aşamalarına kavuşmak için can atarız. Her eriştiğimiz nokta erişmeyi düşündüklerimizin yanında eskimiş bir gömlek gibi gelir bize. Daha yukarılara, daha yukarılara tırmanmayı isteriz.
Nedendir tüm bunlar? Niçin insanoğlu elindekilerle yetinmez? Ulaştığı noktanın daha yukarılarına tırmanmayı ister?
Birimiz mutluluğu anlatırken: "Kuşlar gibi uçuyorum sanki!" deriz.
Yukarılara tırmanma isteği acaba hangi içgüdüsel dürtüden kaynaklanıyor?
Tüm bu soruların yanıtları hep aynı kapıya çıkıyor. Çünkü tüm canlılar, ötekilerine göre daha güçlü olmayı istiyor. Zayıfı ezmek, onu yenmek, hatta doğanın dengesi açısından bakıldığında onu yemek istiyor. Güçlü olmayı isteme duygusu insanları, ne yazık ki daha sağlıklı olmak için çaba harcamaya değil, üstünlüğü, üstte olmayı sağlayan daha güçlü silah üretmeye yönlendirmiş. Her buluş, yeni bir üstünlük için silah sağlama aracı olarak değerlendirilmiş. Elbette bu arada insanlık için yararlı buluşlar da oldu. Ama bunlar hep tutkular için gösterilen çabaların gölgesinde kaldı ve onların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Daha iyi yaşamak, daha üstün olmak, bilinmeyenleri bulmak düşüncesi sonucu yani yine ben duygusunun doyumu için var oldular.
İskender'i Hindistan'a dek sürükleyen bu üstünlük tutkusu değilse nedir? Mısır'da kendi adına bir şehir kurdurması ona yetmemiş. Babil'e sahip olmuş; yetmemiş. Daryüs'ü yenmesi onu durdurmamış. Hindikuş Dağlarını aşarak Hindistan'a gitmiş. O günün koşullarında bir kere oralara gitmek, olağanüstü bir zaman ve çaba istiyordu. Komutanları onu durdurmak istediler. O, durmadı, neden? Çünkü insanın istekleri ve küçük hedefleri, aşıldıkça bir tutkuya dönüşüyor. Daha ileriye, daha yükseğe tırmanmak istiyor.
Bu duygu durdurulamaz mı? Ya da duraklatılamaz mı?
Bugüne dek mümkün olamamış. Çoğunu ancak ölüm durdurabilmiş.
Öncelikle insan, daha iyiye, daha güzele ulaşmak için birtakım isteklerinin gerçekleşmesini ister. Ama bir süre sonra onlardan bıkar. Daha değişik istekler belirir. İstekler karşılandıkça, hele de bunlara kolay ulaşıldıkça, istekler artar. İnsan bir türlü doyuma ulaşmaz. Zamanla bunlar tutkuya dönüşür.
Hele bir de bu durumdaki insanları, başkaları şu ya da bu nedenle övüp onu olduğundan daha da büyük ya da güçlü gösterirse artık tutkunun önü alınamaz.
Tüm diktatörlükler, tüm kıyımlar bu yolla yaratılmıştır.
Halk arasındaki "kraldan çok kralcı" deyimi, böylelerini çevresinin yarattığını çok güzel anlatır.
Hitler'i yaratan Hitlercilerdir. Yoksa Hitler tek başına ne yapabilirdi?
Eğer bir toplumda yöneten durumundakilerin artan baskıcı ve kendilerini daha zengin, daha güçlü kılmaya yönelik davranışları görülüyorsa suç, yalnız yönetenlerindir denemez. Elbette o tür kişilerin doymak bilmeyen tutkuları ve ben duyguları önde gelir. Ama çevresindeki çıkarları için onları yüreklendiren kimselerin varlığı,o kişileri daha da taşınamaz noktaya sürükler. Bir seçim söz konusu ise sürekli onlara oy verilerek yönetenlerin ben duyguları ve daha da güçlü olma istekleri/tutkuları kamçılanmış olur.
Öyle bir an gelir ki bu yönetenler, kendilerini bir çoban, onları sürekli oylarıyla ödüllendiren toplulukları bir sürü olarak görürler. Bu durumda suç kimde? Sürü yerine konanlarda mı, yoksa onları sürü gibi görenler de mi? 04.03.2020