? KÖY ENSTİTÜLÜ PROF.DR. ZAFER GENÇAYDIN'IN ARDINDAN.

 

            3 Mayıs 2024 akşamı geç saatlerde YKKED-Ankara şube başkanı arkadaşımız Ahmet Tan'ın sosyal medyaya düştüğü bir notla çok değerli sanatçı, akademisyen dostumuz Prof. Dr. Zafer Gençaydın'ın  vefatını acıyla öğrendik.  Akçadağ Köy Enstitüsü 1953 Girişli, Akçadağ İlköğretmen Okulu 1959 çıkışlı, Fakir Baykurt'un "Yoksullar Üniversitesi"  olarak tanımladığı ve İsmail Hakkı Tonguç'un kurduğu Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünü 1965'te tamamladı. Yurt dışı eğitimi ve Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde yıllarca çalıştı.  Zafer Gençaydın,   Köy Enstitülü, Cumhuriyetin kanatlandırdığı, Tonguç'u çok iyi içselleştirmiş bir aydındı. Akçadağ Köy Enstitüsünün, enstitüler arasında çok özel bir yeri vardır. Tonguç'u çok iyi anlayan Müdür Şerif Tekben'in  emekleriyle şekillenen Akçadağ Köy Enstitüsü deneysel pedagojiye çok değerli katkılar yapmıştır. Akçadağ Köy Enstitüsü; ilk kez matbaasını kuran, Akçadağ dergisini çıkaran, kurulan kooperatife köylüleri de ortak eden,  elektrik santrali kuran, mezunlarına fidan, kitap gönderen, enstitü-mezunlar ilişkisine önem veren  örnek çalışmalara imza atmıştır.

            Covid döneminde yayına hazırladığım "Akçadağ Aydınlığı" kitabında onunla yaptığım söyleşide "Şimdi aradan 67 yıl geçtikten sonra değerlendirdiğimde, son anda ucundan yetişebilme şansına sahip olduğum Köy Enstitülerinin eğitim programlarının içeriğinden, eğitim kadrosuna; eğitim-öğretim felsefesi ve eğitim öğretim yöntemlerinden fiziksel koşullarına dek ne çağdaş okullar olduğunu daha iyi anlayabiliyorum. Orada yaşayarak yetişmiş biri olarak, o efsane kurumların bu kısacık süre içerisinde ülkemizin kültür, sanat, siyaset ve eğitim yaşamımızda inanılmaz izler bırakmasına ve esintilerinin bugün bile sürmesine karşın kapatılmasının eğitim yaşamımızda onarılması çok zor gedikler açtığını gördükçe derin kederlere sürüklenmemek mümkün değil" değerlendirmesini yapmıştı.

?            Sayın Prof. Dr. Zafer Gençaydın ile önceden tanışmıyorduk. İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfında arkadaşımız Prof. Dr. Haluk Erdem Şubat 2019'da Hasan-Âli Yücel ile ilgili bir çalıştay düzenlemişti. Zafer Hoca orada çok net bir değerlendirme ve çözümleme yapmıştı. Aynı kültürel zeminden geldiğimiz çok açıktı ve sorduğumda Akçadağ çıkışlı olduğunu söylemişti. Sayın Gençaydın'dan "Yeniden İmece" için bir yazı istemiştim. Bir hafta sonra yazı elektronik postamdaydı. Yazıyı okuduktan sonra Köy Enstitüleri ve sonrasında İlköğretmen Okullarının yoksul köy çocuklarının hayatlarında ne denli aydınlık bir pencere açtığını görmüştüm. Salgın döneminde Köy Enstitülerinin 80. kuruluş yıldönümü için zoom toplantısında   Zafer Hoca'yla yine beraberdik. Mart 2020'de Akçadağ kitabı hazırlama sürecinde ilk başvurduğum dostum Zafer Hocamdı. Zafer Hocamın "Köy Enstitüsü Anıları ve Akçadağlı Olmak" başlıklı çok değerli, ufuk açan yazısı  kitabı zenginleştirmişti. Sevgili Zafer Hoca ile daha sonra Beşikdüzü'nde yapılan Köy Enstitüleri  çalıştayında ve 2023' te İzmir'de düzenlediğimiz "Köy Enstitüleri ve Yerel Yönetimler" çalıştayında da beraber olmuştuk. Zaman zaman telefonlaşır, söyleşirdik.  Yaklaşık iki ay önce konuşmamızda rahatsızlandığını ve tedavi gördüğünü söylediğinde sesi kötü geliyordu.

Ressam Zafer Gençaydın'ın  sanatçı kimliğinin ilk izlerini çocukluk yıllarında görüyoruz. O yılları "Henüz bağ-bahçe işlerine yetişemeyecek kadar küçükken ya arkadaşımla evimizin önündeki bahçemizde toprakla, suyla oynar ya da mahallemizdeki küçük bir arsada bulunan, kolay kolay ele geçmeyecek denli kaliteli kilden hayvan, insan figürleri, çanak çömlek yapardım. Öyle dalar, kendi içime öyle gömülür giderdim ki ne söylenenleri duyar ne de yeme içme aklıma gelirdi. Oyun deyip geçmemek gerek. İmgelem dünyasında at koşturan çocukların özellikle kendi yaptıkları oyuncaklarıyla oynamaları; yaratıcılıklarını geliştirerek kendilerini keşfedebilme ve duygularını dışa vurarak da kendilerini gerçekleştirebilme olanağını bulabilmeleri açısından çok önemlidir. Özellikle de 0-8 yaş döneminde çocukluğun, özellikle estetik boyutlu oyun içerisinde dolu dolu yaşanması, kişiliğin gelişerek biçimlenmesinde ve yaşamla ilgili deneyimlerin kazanılmasında en etkin dönemdir. Düşünüyorum da ne şanslıymışım meğer!" ifadeleriyle bize aktarmıştı.  Zafer Gençaydın İlkokulu bitirip Akçadağ'a  gitmeden önce  marangoz olmayı aklından geçirir.  Öğretmen olmayı düşünmez.  İlkokul sonrası dönemi  "O yıllarda iller ve büyük ilçeler dışında ortaokul yokken, beşinci sınıfa geçtiğim yıl ortaokulun ayağımıza kadar gelmesi (1952) nahiyemizde büyük sevinç ve heyecan yaratmıştı. Sınıfın en iyi öğrencilerinden biriydim. Ancak annem ve babam, ortaokuldan sonra liseye devam edebilmemin sorun olabileceğini düşünmüş olmalılar ki, "leyli meccani" - parasız yatılı - okuyabilmem için Akçadağ Köy Enstitüsü sınavlarına girmemin daha uygun olacağını söylediklerinde önerileri pek hoşuma gitmemiş, marangozluk yapan amcamın oğlunun yanına çırak olarak vermelerini bile istemiştim. Babam, "Oğlum, tahsilini yaptıktan sonra istersen marangozluk gene yaparsın" deyince, söylenecek bir söz kalmamıştı! " diyerek aktarır.  Geniş ailede dört Köy Enstitülünün  olması Akçadağ'a gönderilmesinde etkili olduğunu belirten Gençaydın  o dönemlerle ilgili  "Zaten kuruluş yıllarında, nerdeyse sokaktan toplanıp götürülmüş birçok Köy Enstitüsü mezunu öğretmen ve sağlık memurları vardı çevremizde. Çoğu ya kimsesiz; öksüz, yetim ya da çok yoksul çocuklardı. Sokakta işsiz güçsüz, haylazlık yapan ve gelecekte de birçoklarının büyük olasılıkla çiftçi, gündelik tarım işçisi ya da bazılarınınsa ancak çoban olmanın ötesinde pek az olanaklara sahip bu çocukların, Köy Enstitüsüne girmeleriyle yalnız yaşamlarının yönü değil, aynı zamanda kendilerinden sonraki kuşakların da gelecekleri değişmiş oldu. Aldıkları eğitimin etkisiyle; giyimlerinden, davranışlarına, düğünlerde oynadıkları halk oyunlarından, koyun-sığır güderken kitap okumalarından tutun da, düzenledikleri gösteri, eğlence gibi türlü etkinliklere dek, değişen olumlu tavırlarıyla içinden çıktıkları toplumda belli bir saygınlığa ulaşmaları ile belirgin biçimde dikkat çekiyorlardı"  değerlendirmesini yapar.

ZAFER GENÇAYDIN VE AKÇADAĞ

İyi örgütlermiş her kurumda olduğu gibi oturmuş eğitim kurumlarında da verimliliği ve başarı düzeylerini etkileyen türlü etkenlerin varlığı işaret eden Gençaydın mimarisiyle, fiziksel donanımı, eğitim ve hizmet kadrosuyla, kültürel, sanatsal ve spor etkinlikleriyle, içinde bulunduğu doğal yapısıyla, manzarasıyla yetiştirmek durumunda olduğu öğrenciler üzerinde bıraktığı olumlu izlenim kadar güzel bir çevrenin önemini işaret eder.  Bu durumu "Çünkü güzel bir çevre, güzel ve zevkli bir yaşam; güzel bir yaşamda ruh sağlığı demektir." Buna kuşkusuz, güzelliğin, çok önemli olan ahlâksal boyutunu da ekleyebiliriz. Çünkü duyguları güzelliklerin hazzıyla beslenenler çirkinliklerden ve kötülüklerden de uzak dururlar. Bu da kuşkusuz yaşama sevinci ve öğrenme isteği doğurur. Aristo'nun dediği gibi: "Bilmekten haz duyduğumuz için öğrenmek isteriz." Sıkıcı ve kasvet yüklü bir ortamın yaşama ve öğrenme coşkusu yaratması beklenmez. Çevresinin en verimsiz, tek bir dikili ağacın olmadığı toprakları üzerine kurulan Köy Enstitülerinin birer uygarlık vahası olarak nasıl ortaya çıkarıldığının tam bilincinde olmasak da içinde yaşıyorduk artık. Enstitünün ilk öğrencileri olan abilerimizin emeklerinin ürünü; çoğu kayısı olmak üzere değişik meyve ağaçlarından oluşan yüzlerce dönümlük bir düzlükte ve içinde bir sürü binaların olduğu uçsuz bucaksız bir bahçedeydik sanki! " ifadeleriyle aktarır.

  Akçadağ'da enstitü ile istasyon arasındaki yol boyunca belli aralıklarla dikilmiş Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Köy Enstitülerinin fikir babası ulu önder Atatürk olmak üzere, İsmet İnönü ve Hasan-Âli Yücel, Tonguç  gibi eğitim ve kültür yaşamımıza damgasını vurmuş devlet büyüklerinin sözlerinin yer aldığı yazıtların ilk dikkatini çeken objeler olduğunu ifade eden Gençaydın:   "Bir metre yüksekliğindeki kaideler üzerine yerleştirilmiş mermer ya da andezit rengindeki mozaik anıtlar üzerindeki blok yazılar, ders sonralarında tren istasyonunda demiryolu buyunca, mütalaa (etüt) kampanası duyuluncaya dek yapılan gezinti için gidiş gelişler sırasında okunmadan geçilmezdi. 50 yıl sonra, bir eğitim fakültesinin öğrencilerine "Hasan-Âli Yücel kimdir?" diye sorulduğunda tek bir yanıt bile alınamadığını düşündükçe, nedense hep bu yazıtları ve Leonardo da Vinci'inin, yaşam boyu kazanılan deneyimlerin çoğunun göz yoluyla kazanıldığını özetleyen ünlü sözünü anımsarım: "Göz, beynin evrene açılan penceresidir; her şey o kapıdan girerek akıl hanesine yerleşir"   değerlendirmesini yapar. Okula gelişinde etkilendiği ilk izlenimlerinden birinin  okulda her şeyin geniş, süsten, gösterişten uzak ama etkileyici oluşuydu saptamasını yapar.

Akçadağ'a gidinceye dek suluboya kutusu bile görmediğini ifade eden Gençaydın "Bu yüzden "Boya resim" deneyimim olmadığından desen çizmeyi severdim daha çok. Gerçek anlamda resim öğretmeniyle ilk kez üçüncü sınıfta karşılaşmamızla birlikte resme olan ilgim de yoğunlaştı; durmadan desen çiziyor, bende tutkuya dönüşen resimhaneye seçilebilme isteği nedeniyle; son derece kibar, iyi yürekli, güler yüzlü, saygın da bir insan olan öğretmenimizin  ilgisini çekebilmek için elinden gelen çabayı gösteriyordum."  Zafer Hoca Akçadağ'daki Resim salonunu  "Zaman zaman üst sınıflardan abilerimizle birlikte çalıştığımız "resimhane" bir derslik veya yalnızca natürmort düzenlemeleri, canlı model ya da serbest konular çalıştığımız atölye değil, raflarda çok değerli reprodüksiyon kitaplarının; duvarlarında başyapıt tıpkıbasımlarının yer aldığı; çeşitli sınıflardan öğrencilerin çalışma olanağı bulduğu, yaşayan bir atölyeydi. Sanat eğitimi açasından, seçilmişlerden oluşan atölye ortamında, yaratma heyecanını güdüleyen sürükleyici güç olarak birbirlerini etkileyen öğrenciler, öğretmenlerinden öğrendiklerinden daha çok birbirlerinden öğrenebilirler. Rönesans döneminden başlayarak 20. yüzyıl akımlarından, empresyonistlere, ekspresyonistlere, kübistlere dek önemli akımları ve sanatçılarını o atölyede öğrenip tanımıştık. Dördüncü sınıftayken, kayısı bahçesinden bakarak; özendiğim Cezanne'ın tablosundaki Snt. Victoir Dağı'nı anımsatan tepeyi suluboya olarak çalışmıştım. Yaz dinlencelerinde de fırsat buldukça resim yapmayı sürdürmeye çalışıyordum ama ailemin zor koşullardaki çiftçilik yaşamı nedeniyle o birkaç ay benim için daha çok okulu özletecek kertedeki yoğun tarla-tapan ve bağ bahçe işleri demekti" şeklinde bize aktarır.

Zafer Gençaydın, aydınlanmacı, bilge, yaratıcı bir sanatçıydı. Gençaydın sanat eğitimini; "Sanat eğitimi özgürleşme eğitimidir; çünkü sanatın doğası insanın düşüncesine, hayal dünyasına ambargo koymayan, sansür uygulamayan bir özgürlük ister. O halde, özgür insan yetiştirmenin en ekonomik ve kısa yolu sanat eğitiminden  geçmektedir"   ifadeleriyle  tanımlar.  Onun yaşamındaki temel dinamik Akçadağ Köy Enstitüsüydü. O yılları " Mutlu bir şans eseri ucu ucuna yetişerek okuma olanağı bulabildiğim ve öğretmenlik aşkıyla; "Alnımızda bilgilerden bir çelenk, - Nura doğru can atan." diye marşlar söylediğimiz ve "ruhban sınıfı" gibi yetiştirildiğimiz o Köy Enstitüleri ya olmasaydı ne olurdum acaba? Bilmem, liseyi okuyabilir miydim? Ya kente taşınmamız gerekecekti ki pek uzak olasılıktı ya da birkaç arkadaşla ev tutarak sonu belirsizlik içindeki bir geleceğe tutunmaya çalışacaktım. Belki de iyi bir marangoz olabilirdim ama sanat dünyasına girebilme şansına hiçbir zaman sahip olamazdım" ifadeleriyle Akçadağ İmecesini selamlar. 83 yaşında çok sevdiği memleketi Eğin'de sonsuzluğa gönderdiğimiz dostum, arkadaşım Zafer Gençaydın'ın anısına saygı ve sevgiyle.

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI