KÖY ENSTİTÜLERİ VE LAİKLİK

KÖY ENSTİTÜLERİ VE LAİKLİK

Prof.Dr.Kemal Kocabaş

            Laiklik Meclisi Yürütme Kurulu 11 Ocak 2025 tarihinde İzmir Barosu konferans salonunda "Laiklik Özgürlüktür" başlıklı bir panel düzenledi.  Çok sayıda kişinin  ilgiyle izlediği ve sorularla katkıda bulundukları  panel, yürütme kurulu üyesi Dr.Semiha Günal'ın "Laiklik Meclisi"nin kuruluş sürecini ve etkinliklerini özetleyerek başladığı konuşması sonrası Dr. Ersin Sağlamtaş'ın yönlendiriciliğinde gerçekleşti. İlk konuşmayı yapan Doç.Dr.Bilgin Çelik, laikliğin Osmanlı'dan Cumhuriyete  geçiş sürecindeki algısı ve günümüzdeki karşılığını özetlerek  Türkiye sağının laiklikle ilgili duyarsızlığının altını çizdi. Av.Murat Fatih Ülkü  laikliğin örselenme sürecini, anayasa değişikliklerinin geri dönütlerini ifade ederek yaptığı konuşmasında  laikliğin hak ve sınıf mücadelesindeki önemini aktardı. Üçüncü konuşmacı Av.Mehrigül Keleş ise eğitimi dinselleştirmek adına son yıllarda gündemimize giren ÇEDES projesinin laiklik karşıtı uygulamalarının altını çizdi. Ayrıca  müfredat değişiklikleri, Diyanet Akademisi   ve tarikatlarla yapılan protokollerın Anayasa maddeleriyle çelişkilerini aktardı. 

            Panelin son konuşmacısı olarak "Laik-Demokratik-Bilimsel, Kamusal Eğitimin Özgün Kurumu Köy Enstitüleri" başlığıyla bir sunum yaptım. Filozof Kant'ın "Kişinin  kendi aklını kullanmaya  cüret etmesidir" ifadeleriyle tanımladığı  aydınlanma, ortaçağ dogmalarına karşı bir uygarlık zaferiydi. Dogma inanç kökenli olup sorgulanamayan, eleştirilemeyen, değiştirilemeyen değerlerdir. Özgür düşünce ise  insan aklına dayalı, sorgulayan, eleştirebilen, değiştirilebilen bilginin kaynağıdır. Düşünen insan    varlığını kanıtlayan insandır. Dogmaların egemenliğinden kurtulan insanlığın  ürettiği "laik bir yaşam"ile   hukuk, ekonom, eğitim  gibi alanlar alanlar özgürlük içinde gelişmiştir.Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası 29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyet, 13 milyonluk, orta çağı yaşayan bir ülke devraldı. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal  "Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım akıl  ve  bilimdir" ifadeleriyle aydınlanmanın kazanımlarını, kuruluş sürecinde esas kabul ediyordu.  Eğitimde hedef çok netti,  tüm süreçlerde  "laik, demokratik, bilimsel eğitim" temel alınacaktı.

            Harf Devrimi, Medeni Hukuktaki değişimler, Öğretim Birliği Yasası,Saltanatın kaldırılması,  Millet Mektepleri, Halk Evleri  Cumhuriyet aydınlanmasının temel kazanımları olarak karşımıza çıkıyor. Cumhuriyetin  Milli Eğitim Bakanları Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, Saffet Arıkan ve Hasan-Ali Yücel  Cumhuriyetin aydınlanmacı anlayışını temel alarak 1923-1946 yılları arasında eğitimde bütünsel ve süreklilik üreten bir sürece imza atmışlardır. 1936 yılına gelindiğinde 40 bin köyün 35 bininde okul ve öğretmenin olmadığı, Cumhuriyetin bu köylere ulaşamadığı ortaya çıkmasıyla Eğitmen Kursları açılıyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal'in önerisiyle gerçekleşecek bu projeyle askerliğini başarıyla yapmış çavuş ve onbaşıları altı ay gibi bir süre ile kursa davet ederek, onlara ilk üç sınıfı okutacak kadar pedagojik bilgi,  modern tarım ve hayvancılık uygulamalarla öğretilip, köylere eğitmen öğretmen olarak gönderilmesi amaçlandı. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'un köy gezileri, gözlemleri ve Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan'ın desteğiyle  Eğitmen Kursları  uygulamaya başlandı ve ilk kurs Çifteler'de açıldı. Eğitmen Kursları deneysel pedagojik bir kazanımdı. Bu projenin başarıları daha sonra 1937 yılında Köy Öğretmen Okullarının açılmasını  ve  17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Yasasının TBMM'de kabulünü sağladı. Köy Enstitüleri Yasası TBMM'de toprak ağalarının itirazlarına rağmen bakan Hasan-Ali Yücel'in yoğun çabalarıyla geçti. Toprak ağaları "Niçin enstitü adını verdiniz?" şeklindeki sorularına  bakan Yücel: "Biz bu  müesseselere köy öğretmen okulu demedik. Çünkü evvelce bu isimde müesseseler vardı. Bunlar yepyeni şeylerdir. Biz köy enstitülerini sadece içerisinde nazari tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi ameli bir takım faaliyetlerde bulunduğu için okul adıyla anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi uygun gördük" şeklinde yanıt verirken Köy Enstitülerinde deneye, gözleme dayalı uygulamalı  bilimsel eğitimin uygulanacağının işaretini veriyordu.

            Köy Enstitülerinde laik, bilimsel, karma, kamusal eğitim hayata geçerken, öğrenciler köyden alınıyor, kız öğrenciler ve yoksul köy çocukları için pozitif ayrımcı uygulamalar öne çıkıyordu. İş içinde yaparak, yaşayarak öğrenme  demokratik eğitim süreçleriyle, özgün sanat eğitimi, kitap okuma tartışma saatleriyle geleneksel kültürün egemen olduğu köy koşullarından gelen öğrencilerin duyuşsal, bilişsel bütünsel gelişimleri sağlanıyordu. Bakan Hasan-Ali Yücel bu süreci "Biz imamın yerine devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik. İşte Köy Enstitüleri fikri böyle doğdu" ifadeleriyle tanımlar. Enstitülerdeki karma eğitim için İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç:" Kurumlarımızdaki kız öğrenci işi pek çok emeğimizi harcamamız gereken çok ciddi, önemli bir davadır. Kızları bir yana,erkekleri bir yana ayırarak  kurumu kafes haline getirmek asla doğru değildir" sözleriyle karma eğitime verdikleri öneme işaret eder. Aksu Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Öğrencisi Pakize Türkoğlu enstitülerdeki laik eğitimle konusunu "1940'lı yıllarda sadece Köy Enstitülerinde değil, Türkiye'nin hiçbir yerinde bugünkü gibi din dersi yoktu. Laiklik egemendi bütün okullarda. Devlet din eğitimini kendi yapmıyor, yaptırmıyordu. Bu görevi aile ve cami üstlenmişti.Yeni Cumhuriyetin eğitim politikası ve programı çoğunluğun gereksinimi olan yeni çağdaş bilgiler, teknik beceriler ve alışkanlıklar kazandırmayı amaçlamaktaydı. Köy Enstitüsünün getirdiği iş yöntemi ve demokratik ilkeler laik eğitimin içeriğini, program oylumunu tam anlamıyla, ülkenin gereksinmeleri doğrultusunda doldurmuştu" ifadeleriyle  aktarır.

            Köy Enstitülerinde bilimsel eğitim hayata geçmiştir. Tüm Köy Enstitülerinde öğrenciler ve fizik öğretmenlerinin çabalarıyla elektrik santralleri kurulmuş ve enstitü ışığa kavuşturulmuştur.  Enstitülerin kuramcısı ve uygulayıcısı Tonguç "Hiçbir Köy Enstitüsü talebesi müessesedeki elektrik tesisatına, kullandığı radyo alıcısına veya konuştuğu telefona sır olarak bakmaması lazımdır. Hayat terbiyesi için her ferdin muayyen bir teknik terbiye çerçevesinden geçmesi gerekir. Böyle bir terbiyeden geçtikten sonra köylerin su derdine çare bulunması, ışığa kavuşturulması, toprağın ileri teknikle işlenmesi davalarını halletmek imkanları kendiliğinden husule gelir" sözleriyle bilimsel eğitim, canlandırılacak köy ve eğitimin işlevselliği arasındaki ilişkiyi kurar.  Gönen Köy Enstitüsü mezunu Fakir Baykurt "Ben şubemden ayrı olarak 7-8 ay enstitüye ışık veren motoru çalıştırdım. İki ay kadar da kum ölçtüm. Üç yıl da enstitü kitaplığının yönetilmesine yardım ettim. Altı ay kadar da fotoğraf atölyesine yönettim" ifadeleriyle enstitülerde bilimsel bilgiye iş ve emekle nasıl ulaşıldığını anlatır. Bu kazanımlarla enstitülü öğrenciler,  köylerin cin-peri öykülerini unutmuş, doğa yasalarını, bilimin dediklerini anlamaya, öğrenmeye başlamışlardı. "Yaparak yaşayarak eğitim" ilkesine dayalı bir programla kızlı erkekli köy çocukları dünya kültürüyle köyü buluşturan bir çalışmayı gerçekleştirmişlerdi. Bir yandan dünya kültürüyle buluşurken aynı zamanda toprağı eken, biçen, hayvan yetiştiren, arıcılık yapan, marangozluk, demircilik öğrenen bu öncüler köylerin öğretmenleri olarak aydınlanma düşüncesini köylere taşıdılar.

 

YÜCEL-TONGUÇ VE LAİKLİK

            Yücel bakanlığının her döneminde laiklik vurgusunu özellikle yapar. 2 Mart 1942 tarihinde l. Kaymakamlık kursunda kaymakam adaylarına yaptığı konuşmada bunu "... Cumhuriyet devleti esasen din ve devleti ayırılmış, dini sırf bireylerin vicdanlarına, duygularına bırakmış olduğu için Cumhuriyet, çocukların eğitimin de bilginin ahlak ve ahlakın bilgi kadar dini kaynaklardan ayırılmış olarak verilmesini sağlamıştır. Bu itibarla Cumhuriyet okullarında devlet eliyle din eğitim yapılamaz. Telkin ettiğimiz ahlak dini değerlerle yaptırıma sokulamaz. Bizim için ahlaki ilke toplumdur. Her hareket topluma, yani ulusa yararlı ya da zarar olması bakımından önem taşır." İfadeleriyle dile getirir. Yücel 1943 yılında Ankara Fen Fakültesinin açılış töreninde yaptığı konuşmada ise ".Bilmeliyiz ki, her türlü hurafeleri silip, süpürecek olan bereketli yağmurlar, pozitif bilimlerin yaşatıcı ve besleyici bulutları içerisindedir. Skolastik ve bizim tarihimizdeki adıyla medresecilik zihniyeti, ancak pozitif bilimlerin prensiplerine ve deneyimlerine inanmakla ortadan kalkabilir. Cumhuriyetin eline geçtikten sonra gerçek hüviyeti alabilen Üniversitemizde, anahtarı hademede duran fizik aletlerine el sürmeden mezun olmuş üniversiteliler, nihayet bizimle yaşıttırlar... Bu vesile ile bizim İstanbul Fen Fakültemizde olduğu gibi bilim zihniyeti ve arama ruhu hakim olacaktır ." diyerek laiklik  ve bilimsel eğitim vurgusu özellikle yapar. Yücel İzmir milletvekiliydi. 1946 Seçimleri öncesi 2 ay kadar İzmir'de bulunan  Yücel  izlenimlerini: ".DP'nin yaptığı propagandaları görüp dinledikçe endişe ediyorum. Çünkü demokratik bir parti propagandası değildi. Yer yer gericilik tahrik ediliyordu. Atatürk ve eserlerini yıkmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. İnönü'ye bu demokrasi filan değil, düpedüz gericilik dedim. Fakat İnönü çok partili demokrasi rejimine gönül vermişti bir kere. Politikadan ayrılmaya karar vermiştim." ifadeleriyle dillendirir. Yücel bakanlıktan ayrıldıktan sonra da Atatürk ilkelerini, özellikle laikliği savunmuştur:  "... Teokratik Osmanlı nizamı, türlü kaypaklıklarla idarei maslahatçı düşünüşler içinde yuvarlanıp giderken Atatürk'ün laik anlayışı yardımımıza yetişti. Beş mi, on mu şu an bilemediğimiz milyonlarca alevi vatandaşımız, bu prensibin anayasaya girmesi ile rahat nefes alabildiler. Aşağılanmaktan, dinsiz, zındık bellenilmekten kurtuldular. Alevi-Sünni ikiliği Cumhuriyet döneminde kalkmıştır. Devlet elinde din, günlük hayatın en basit gösterilerine kadar müdahale eden bir baskı olmaktan bu devirde yakasını sıyırmıştır."  ifadelerini kullanır.

            İsmail Hakkı Tonguç, dinsel eğitimin  ve dinin eğitime karışmasının olumsuz sonuçlarını küçük yaşlarda Fatih Medresesindeki gözlemlerinden ve medresede okuyan amcasının köydeki hiçbir işin içinde olmamasını ve edilgenliğinden gözlemlemişti. Laik eğitimle ilgili görüşlerini: ".Bütün bu işler, hurafeyi bilmeyen, talihini kadere bağlamayan, dinsel inançlardan ümit beklemeyen; buna karşılık iradesine ve iş yapma gücüne güvenen, hiçbir hareketinde ve düşüncesinde darlaşmayan, iyi fikir nereden gelirse gelsin onu saygıyla karşılayan, göğsünün altında her zaman vicdan denilen bir Allah taşıyan, laik yurttaşlarla yapılabilir. İşte o zaman hem modern canlı bir millet  hem de gerçek aydın yurttaşlar yetiştirilmiş olur." sözleriyle ifade eder. Tonguç'un 18 Aralık 1959 tarihinde Sabahattin Eyüboğlu'na yazdığı mektupta: Dizginleri softaya kaptırmış durumdayız. Hem de Cumhuriyet döneminde sözde çağdaş okullarda yetiştirilmiş softalara. Dirilerden değil, ölülerden medet umuyoruz. Ölülere sarılmak için tören üstüne  tören düzenliyoruz. Kötüler misin  ileri etkinci okulu, kirletir misin okuyan, düşünmeye çalışan yazan tartışan gençleri! Sonuç böyle olur işte Anadolu'da gönlümü yatırabildiğim insan tipi makine ve motor kullanan insanlar oldu. Gelecek günler hesabına bunlardan bir şey umulabilir. Ah bu tür insanın edebiyatını, sinemasını, resmini, yontusunu, müziğini yapabilsek" değerlendirmesini yapar.

            Yazıda ifade edilen tüm düşünceler neler kaybettiğimizi, günümüzde laik Cumhuriyetin nasıl örselendiğini göstermesi anlamında çarpıcıdır. Laiklik olmadan Cumhuriyet de olmaz. O nedenle yeniden hukukun egemen olduğu laik, demokratik Cumhuriyeti inşa etmek için emek hareketiyle beraber  ülkenin dinamik demokratik güçleri omuz omuza,  Aydınlık ve Demokrat Bir Türkiye  imecesinde buluşmanın yollarını üretmelidir.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI