ARAMIZDAN AYRILIŞININ 22. YILINDA FAKİR BAYKURT'U YENİDEN ANLAMAK
Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ
"Biz enstitülerde okuma olanağı bulan Köy çocukları Hakkı Tonguç'a "baba" dedik. Kan babamız değildi ama eğitim babamızdı. Ana babası okuma yazma bilmeyen, bir tek kitabı olmayan çocuğu alıp öğretmen yapmış, şairler, yazarlar arasına salmıştır. Büyük eğitimciydi o. Okumak için o da zorluk çekmişti. Biz çekmeyelim diye, yakaladığı olanağı değerlendirmek için geceyi gündüze kattı. Yirmi bir enstitüye yirmi bin köy çocuğu topladı."
Fakir Baykurt, enstitülerin kuramcısı, uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç'u yukarıdaki ifadelerle selamlar. Fakir Baykurt, 15 Haziran 1929 tarihinde Burdur-Akçaköy'de yaşama merhaba der ve 11 Ekim 1999 tarihinde aramızdan ayrılır. Türkiye demokratik öğretmen hareketinin önemli ismi Fakir Baykurt, Gönen Köy Enstitüsü, Gazi Eğitim Enstitüsü çıkışlı, öğretmen, edebiyatçı, yazar Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)'ün tartışılmaz başkanı olarak yüreklerimizde, beyinlerimizde onurla yaşamaya devam ediyor.
Fakir Baykurt bir halk çocuğudur. 1943'yılında Gönen Köy Enstitüsüne öğrenci olur. Yaşamında artık "Gönen Işığı" vardır ve ilk yılın sonunda defterinde ".Değişik bambaşka bir öğretmen olacağım, içimdeki aslanlar bana güç verecek. Gideceğim köydeki geriliği, yoksulluğu yere sereceğim. Kahvede oturup oyuna dalmayacağım. Köy çocuklarını kız-erkek ayırmadan okutacağım. Halkı aydınlatacağım" ifadeleri yer almaya başlar. Fakir Baykurt enstitüye girişini "Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu. " ifadeleriyle anlatır. Bakan Hasan-Ali Yücel döneminde tercüme edilen klasiklerin en çok okunduğu yer enstitülerdir. Baykurt enstitü kitap ilişkisini" ...Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı. " şeklinde aktarır. Değişim ve dönüşüm başlamıştır. Gönen'deki hayatın gerçek problemlerine dayalı iş içinde eğitim ilkeleriyle tanışır ve notları arasına bu kez "Ben bileşik kapları Tınaz dağından enstitüye su getirdiğimizde öğrendim" diyerek iş içinde ve hayatın gerçek problemlerine dayalı enstitü eğitiminin özgünlüğünü bize aktarır.
Gönen'i anlattığı "Köy Enstitülü Delikanlı" kitabında bir Gönen sabahını ve eğitimin işlevselliğini "Enstitü bir arılık gibi. Sabah kampana çaldı mı fırlıyoruz. Yüksekteki kalasa asılmış bir ray parçası bu. Eline bir demir alıp vurdun mu çıkan ses her yerden duyulur. Yatağını yorganını düzeltip, elini yüzünü yıkayıp halay çekilen alana koşarsın. Ortaya bir akordiyon, on-onbeş mandolin çıkar. Öğrenciler, kız erkek üçerli dizilerek geniş bir halka oluşturur. Oyunbaşı "haydi efeler!" diye bağırır. Kollaar! Dedi mi bütün kollar kalkar. Gün böyle görülmemiş, duyulmamış bir şenlikle başlar." şeklinde anlatır. Gönen Köy Enstitüsü arı kovanı gibi çalışırken Fakir Baykurt şiir yazmaya başlar, kütüphane görevlisi olur, tercüme bürosunun çevirdiği klasiklerle yüreği dünyaya açılır. Köy Enstitülerinin kuramcısı, uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç Baykurt'taki gelişim dinamiğine destek için ona 1944 yılında bir Almanca sözlük armağan eder ve kapağına da "Köy şiirlerini başarıyla yazan Tahir Baykurt'a Almancayı ilerletmesi için çok sevgiyle" diyerek imzalar.
Köy Enstitüleri uygulamalı eğitim kurumlarıydı. Kızlar; "biçki dikiş, ev sanatları, halıcılık" alanda zanaat eğitimi alırken erkek öğrenciler "demircilik, yapıcılık, marangozluk" alanlarında zanaat eğitimi alıyorlardı. Bu becerileri kazanan köy çocukları orta çağı yaşayan köylerine modern yaşamla ilgili kazanımlarını taşıyorlardı. Gönen Köy Enstitülü yazar Fakir Baykurt enstitülerde verilen zanaat eğitimini, "Cumhuriyetten önce Anadolu'da Ermeniler, Rumlar vardı. Köylüye yarayışlı zanaatları bunlar yapıyor. Türkler ise sanatla, teknikle uğraşmıyorlar daha çok çobanlık ve çiftçilik yapıyorlar. Cumhuriyetten sonra köylülerin bu el işlemezliğini, sanat bilmezliğini hemen gidermek gerekiyor. Enstitüler bu görevi de üstleniyor." şeklinde yorumluyordu
1946 sonu Yücel ve Tonguç görevlerinden ayrılır. Enstitü karşıtları enstitülere atanır. Fakir Baykurt o zor dönemleri "Dünya inişli yokuşlu denir. Üçten dörde geçtik. Ankara'nın rüzgarları döndü. Yücel'i, Tonguç'u görevlerinden uzaklaştırdılar. Savaş bitti, bir başka savaş başladı sanki: Enstitülerde solculuk yapılıyormuş da, zararlı kitaplar okunuyormuş da, kız-erkek bir arada okumak Türk töresine aykırıymış da; A!Aaa!. Kızlar önce ayrı sınıflara, sonra ayrı enstitülere. Anlaşılmaz sıkılıklar başladı. Müdürümüz değişti, öğretmenler ayıklandı. Sık sık dolaplar aranıyor, kitaplarımız alınıyor. Enstitüleri kuranlar kötüleniyor. Her derste komünizmin zararları anlatılıyor. Dergilerde şiirlerim, yazılarım çıktığı için en çok ben denetleniyorum. Ama ne yapıp yaptım, diplomayı canavarın ağzından kaptım. Anam saçını kınaladı, Akçaköy'ün içinde adak üleştirdik." diyerek anlatır. 1946-1950 arası Türkiye'nin gericiliğe teslim olduğu bir dönemin adıdır. Devrimci Cumhuriyet yara almaya başlamıştır. Mahmut Makal'ın "Bizim Köy" kitabı ve yankıları sürerken Fakir Baykurt "Yılanların Öcü" nü yayınlar. DP dönemi despotizmine karşı enstitülü yazarlar halkın, köylünün sorunlarını dile getirerek toplumsal bir görev yaptılar. O dönemde, köşe yazıları yazan ve yaşanılan süreçlere dargın olan Hasan-Ali Yücel Yılanların Öcü kitabının yayınlanması sonrası sevincini 1958 yılında Demet dergisinde ".Işığa susamış köylü çocuğunu devlet eli ile insan kaynağına kavuşturan Köy Enstitüleri, artık aydın yetişkinlerini toplum hayatımızın ön saflarına itmektedir. Mahmut Makal oradan. Fakir Baykurt da ilk feyzini bu ata ocağından aldı. Gazetede Fakir'in Yunus Nadi Roman mükafatını kazandığını görünce onlara her bakımdan güvenli ruhumla o kadar duygulanıp sevindim ki, kendisi o kadar kıvançlanmamıştır. Başta ben fakir olmak üzere, ciğergahımıza sokulan ve yüreğimize sokan yılanlardan öc alan bir evlat çıkar da baba bahtiyarlık duymaz mı? Ah, demek gözümüz açık gitmeyeceğiz" şeklinde ifade eder.
Türkiye'de demokratik öğretmen hareketinin ve 1968 kuşağının dinamiğinde Köy Enstitüleri gerçeği ve enstitülerdeki demokratik eğitim süreçleri vardır. Enstitülüler, önce Köy Öğretmen Derneklerini kurarlar, sonra federasyonlaşmışlar (TÖDMF) ve 8 Temmuz 1965 tarihinde de Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ü kurarlar. İlk toplantıda kurucular Fakir Baykurt'u başkan seçerler. 92 üye ile kurulan TÖS hızla yaygınlaşır. 20 Eylül 1971´de kapatıldığında şube sayısı 535, üye sayısı ise 72 bin kadardı. TÖS, büyük öğretmen boykotu, yürüyüşü ve Devrimci Eğitim Şurası ile eğitim tarihinde onurla yer aldı.
Temmuz 1969'da Fakir Baykurt'un genel başkanlığını yaptığı TÖS Kayseri'de Alemdar Sineması'nda yapıldığı genel kurulda saldırıya uğrar, tıpkı 1993 Sivas Madımak Oteli katliamında oldug?u gibi 800 o?g?retmen yakılmak istenir. Genel kurulda yaşanan saldırı Fakir Baykurt'un ve öğretmen kitlesinin soğukkanlı, dirençli; davranışları sonucu büyük bir kıyıma dönüşmeden atlatıldı. Fakir Baykurt, öğretmenlere şöyle seslenmişti: "Sevgili Arkadaşlarım! Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın değerli, yiğit delegeleri! Hepinize, hepimize geçmiş olsun! Menemen'de Kubilay'ın kafasını kesip kanını içenlerin ardılları bugün bizi yakmak istediler. Cesaretle, paniğe kapılmadan ateşi söndürdünüz! Bu bize ders olsun!" TÖS Merkez Yönetim Kurulu, Genel Kurulun Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu'nda yapılmasına karar verir. Tüm delegeler, genel kurulu izlemeye gelenler, davetliler askeri araçlara bindirilerek Ankara'ya gönderilir.
Fakir Baykurt Gönen sonrası öğrencisi olduğu Gazi Eğitim Enstitüsünü "Yoksullar Üniversitesi" olarak adlandırır. 12 Mart'ta tutuklanır ve 12 Eylül sürecinde de Almanya'ya gider. Uzun yıllar orada kalır ve edebiyatçı kimliği ile üretmeye devam eder. 1999 seçimlerinde Fakir Baykurt ve Can Yücel İzmir'den ÖDP milletvekili adayı olurlar. Her ikisi de çok heyecanlı bir şekilde seçimlerde omuz omuza çalışırlar. O süreci Fakir Baykurt "Can ile neşe dolu günlerimiz olacak diye sevindim. Gerçekten bu iyi bir fırsattı. Hem işimize baktık, hem söyleştik sık sık. O birinci bölgenin başında, ben ikinci bölgenin başında. Benim varıp işe başladığımda o Datça'dan İzmir'e gelmemişti. Telefonda sesi bir acayip uğultuluydu. Seçim bürosu açılışları, ilçelerde, beldelerde konuşmalar oluyor. Kiminde onu da temsil ediyorum. Hasta diye adı çıktı ya, bulunmayışı sorun yaratmıyor. Gerçekte yenmişti hastalığı. İlk karşılaşmamızda atıldık birbirimizin kucağına. "Yahu Can, şiirin gücüne bak, yendin hastalığı!" diye bağırdım. Bir süre birbirimize sarılı kaldık. Çözülünce dilini ağzında yuvarlayarak, "Şiirin gücü değil Fakir, şeftalilerin gücü!" dedi. Kahkahaları sanki o kanser olmamış da, ben olmuşum gibi atıyor." diye anlatır. O süreçte bir gün İstanbul'a gitmek için iki arkadaş İzmir Havaalanı'nda buluşurlar. Can Yücel; uçakta içinde peynir olan küçük ekmeği Fakir Baykurt'a verir. Can Yücel ise bu arada takma dişlerini çıkardığı için çikolatalı pastayı çaya banıp atıştırmaktadır. Baykurt; "Taktır rahat edersin!" der. Can Yücel'in yanıtı hazırdır: "Fakir boşa uğraşma taktırmam! Bir antiemperyalist olarak vücuduma yabancı madde sokmuyorum!" İşte bu kadar." diyerek Can Yücel'ce yanıtını verir. Onların aydınlık ve demokrat Türkiye arayışı hiç bitmedi, yaşamlarını hep güzel ve güneşli günlere adadılar. Son söz Fakir Baykurt'un ".Cumhuriyet beni götürdü, açtığı Köy Enstitüsünde eğitti, öğretmen yaptı, elime kalem verdi, yurdun yazarları arasına kattı. Şimdi düşünüyorum, yokluktan geliyorum. Cumhuriyete elbette teşekkür ediyorum, ama onun için ölmüyorum. Yazarın görevi şakşakcılık değildir. O devlet on yıl sonra gericileri sevindirmek için okuduğum Köy Enstitülerini kapattı. Nasıl yapalım da bu devlet gene o devlet olsun, başka yoksul köy çocukları da kanatlansın." değerlendirmesinde.
Yazımızı Fakir Hoca'nın bir sözü ile tamamlayalım. "Nasıl yapalım da bu devlet gene o devlet olsun, başka yoksul köy çocukları da kanatlansın." sorusunun yanıtını aramak güncel ilerici bir görevdir. Fakir Baykurt'un anısına saygıyla.