BİR HÜZÜNLÜ YOLCULUKTAN İZLENİMLER
Prof. Dr. Kemal Kocabaş
28 Nisan sabahı çok erken saatlerde ayaktaydım. Annemin Ekim 2019'daki vefatından sonra ilk kez köyde, "gocaev"de biraz kalabilmeyi tasarlamıştım. Kaybedilen büyüklerden sonra, sizi karşılayanın olmadığı eve gitmek, kapıyı açmak, yaşanılan o güzel günleri hatırlamak zor bir süreçti benim için. Bu duygu yumağını aşmak için İzmir'den alacakaranlıkta radyodaki hüzünlü türkü ve şarkılarla yola çıktım.
Baharın güzel bir günüydü. Pencereleri açtım, tatlı bir serinlikte, doğadaki ot ve çiçek kokuları arasında Selçuk ovasına geldiğimde tanyeri ağarıyordu. Günün muhteşem doğumunu saygıyla selamladım. Aydın'dan Çine yoluna girdiğimde, radyoda arkadaşımız Tolga Çandar "Kerimoğlu" türküsünü söylerken gözüm yolun sağında ve solundaki görkemli zeytin ağaçlarındaydı. Onlar "biz hep varız yıllardan beri" diyerek çıkarılmak istenen yasalara zeybek eşliğinde adeta meydan okuyorlardı. Güneşin doğuşu tümüyle gerçekleşirken, bir dönemler efelerin harman olduğu Madran dağındaki çevre ve doğa duyarlılığını hayata geçiren güzel insanları anımsayarak Çine'ye girdim.
Perşembe günü Çine'nin pazarının kurulduğu bir gündü. Önce ıspanaklı börekle içilen çay sonrası kendimi Çine pazarında buldum. Çine pazarı yerel üreticilerin ağırlıklı olduğu bir pazardır. Sabahın erken saatlerinde Çine ovasının köylerinden gelen özellikle kadın üreticiler yoğurt, çökelek, tereyağı, zeytinyağı, bakla, taze soğan, salatalık ürünleriyle tezgahlarını açmışlardı. Sebze ve çiçek fideleri de satılıyordu. Anamın sevdiği çiçek fideleri olan padişah yanağı (sardunya), fesleğen, biberiye, kadifelerden aldım. Küçük tatlı sohbetlerle, olağanüstü sıcacık iletişim diliyle yapılan bu alışverişler sonrası kadının toplumsal yaşamda yer almasının ne denli önemli olduğunun altını bir kez daha çizdim. Onların emek bayramını selamlayarak Kavaklıdere yollarına düştüm.
Çamlar arasındaki Kavaklıdere yolu doğanın tüm renkleriyle donanmıştı adeta. Çiçeklenen ağaçlar, yemyeşil tarlalar ve maalesef mermer ocaklarının yarattığı doğa tahribatını bakarak köyde gocaevin kapısındaydım. İki yıl sonra kapıyı açıp, içeri girdiğimizde kullanılmayan bir evde olabilecek ne varsa karşımızdaydı. Bu yazıyı yazarken yeğenlerim ve ablamla iki gün içinde gocaevi yaşanabilir hale getirmenin dinginliği vardı.
Bir ailenin tarihi, çoğu zaman mekanların tarihi ile örtüşür. Gocaev de bu sürecin çok önemli tanığı. Anacığım çiçeklerin kadınıydı. Yazmasında fesleğen eksik olmazdı. Onun sağlığında evimizin önü adeta çiçek bahçesi gibiydi. İlkokul yıllarında ve yatılı okul öğrenciliğimde evimizin girişinde gocaev bizleri anamın kırmızı gülleriyle karşılardı. O kırmızı güller daha sonra gül reçeline, gülsu şerbetine dönüşürdü. Babam da her sabah okula giderken sol yakasına kırmızı gül takardı. İlkokul yıllarında aydınlanma gazlı lambalarla sağlanırdı. O lambalarla ders çalışırdık. Kavaklıdere'de kış sert geçer, çoğu zaman da kar yağardı. Bazen evin ocağında yanan kütük ateşi veya tek odada, odun yakılan sobayla ısınırdık. Çocukluğumuz bu soba ve etrafında yanan gaz lambaları ile doyumsuz aile-komşu sohbetleriyle geçmişti. 1967 sonrası köye elektrik gelmiş ve gazlı lambalardan kurtulmuştuk. Daha sonraki yıllarda da hayatımıza siyah-beyaz televizyon girmişti.
Anacığım, olağanüstü lezzetli yemeklerin kadınıydı, tüm anneler gibi. Mutfakta ocak ateşinde pişirerek bize sunduğu bol soğanlı yahni, kuru fasulye, bamya, börülce vb. yemekleri, yaptığı tatlılar çocukluğumuzun ve torunlarının hala özlemle dillendirdiği tatlardı. Sevgili babam, gocaevde öğretmenimiz olarak eğitim yoluyla yaşamlarımızın değişiminin mimarıydı. Bizleri parasız yatılı öğretmen okulu sınavlarına hazırlayan, eğitim hakkımızı hayata geçirebilmek için direnen Köy Enstitülü öğretmendi. O 53 yıllık yaşamı boyunca hep öğretmen kaldı. Kavaklıdere'deki eğitim yaşamına da imzasına atmıştı. Ortaokul açılmasına öncülük etmiş, pek çok kız ve erkek öğrencinin eğitim hakkını kullanmasının kapısını açmıştı.
Sevgili babamı 1978'de, sevgili annemi de iki yıl önce kaybettik. Bir tarih kapanmıştı. Gocaev de bu tarihin tanıklığının mekanıydı. Gocaevin önündeki incir ağacı, yıllardır o güzelim söyleşilerin, beraberliklerin, insan sıcaklığındaki güzelliklerin buluşma noktasıydı. Şimdi incir ağacının altında, emekli olmaya kısa bir süre kala geçmiş tarihi yad ederek yeni bir yaşam sürecine merhaba demeye hazırlanıyoruz adeta.
Kavaklıdere'den tüm arkadaş ve dostlarımın "Emek" bayramını ve "Ramazan" bayramlarını kutluyorum. Sevginin, barışın, demokratik hukuk devletinin egemen olduğu aydınlık bir Türkiye özlemiyle.