Dün Yunanistan'da yaşanan tren kazasında 50 kişi hayatını kaybetti, üç günlük ulusal yas ilan edildi ve Yunan ulaştırma bakanı haksız yere insanların ölümü nedeniyle duyduğu sorumluluk nedeniyle istifa haberi karşımıza çıkmıştı. Bu yazıyı yazarken binlerce insanımızı kaybettiğimiz büyük depremi ve ülkemizi yönetenleri düşündüm. Ülkemizde böyle bir istifa etme erdemini gösteren yetkili yoktu. Resmi açıklamalara göre 45 bini aşkın yurttaşımızı kaybettiğimiz depremin bugün 24. günü. Toplum, büyük bir travma yaşıyor ve haklı olarak deprem sürecini sorguluyor. Siyasi iktidarın yalanlamalarına rağmen televizyonlarda depremzedelerin açıklamaları ve görüntüler Türk Silahlı Kuvvetlerinin, diğer tüm kurtarma ekiplerinin ilk iki gün deprem sonrası kurtarma çalışmalarına katılmadıkları çok açık. Bunun nedenleri önümüzdeki dönemlerde belgelerle, görüntülerle, meclis araştırmalarında ortaya mutlaka çıkarılacaktır. Bu süreçte, iktidarın Kızılay, AFAD ve kamu yönetimlerinde liyakatsız ilahiyatçı-imam hatipli kadrolarının beceriksizliği, öngörüsüzlüğü net bir şekilde ortaya çıktı.
SİYASAL İKTİDAR; YEREL YÖNETİMLER VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Deprem sürecinde yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri siyasal iktidarın onların çalışmasını engellemeye, gölgelemeye çalışmasına rağmen çok önemli çalışmalara imza attılar. İzmir ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerinin olası bir depreme karşın sivil toplum örgütleriyle konuşarak ortak akılla depreme dirençli kentler oluşturmaya yönelik çabaları yoğunlaştı. Bu çalışmaların yurttaşlarımızda önemli bir deprem farkındalığı yaratacağı çok açıktır. Deprem süreçlerinde siyasal parti farkı gözetmeksizin ortaya çıkan "dayanışma" duygusu olağanüstü bir zenginlikti. İktidarın ilk günlerde "kader planı "ifadeleriyle depremi yorumlarken daha sonraki günlerde depremin ilk günlerinde bazı eksikliklerin olduğunu kabul etmesi ve bu nedenle helallik istemesi şaşırtıcıydı. 45 bin insanımızın kaybı bu ifadelerle geçiştirilebilir mi? Siyasi sorumluluk yok mu? Toplum bunları sorguluyor. İktidarın ve küçük ortağının konuşma dilindeki ağır sözler, küfürlere varan ifadeleri anlaşılabilir değildir. Stadyumlardaki halkın "hükümet istifa" sloganları karşısında futbol maçlarını seyircisiz yapma kararı iktidarın empati yapamadığını göstermektedir. Halkın acısını anlamakta zorluk çekiyorlar. Uyguladıkları "imar affı" politikalarına, deprem karşısındaki AFAD ve Kızılay'ın beceriksizliğine, organizasyonsuzluğuna yönelik bir özeleştiri yapamıyorlar. Nobran davranışlarla tepkileri susturmaya çalışıyorlar.
ÇÖKERTİLEN CUMHURİYET KURUMU KIZILAY
Son yirmi yılda özelleştirme politikalarıyla "Seka, Türk Telekom, Tekel, Türkiye Elektrik Dağıtımı, Petkim, Ereğli Demir Çelik, şeker fabrikaları, santrallar" gibi pek çok Cumhuriyet kurumunun içi boşaltılmış ve işlevsiz hale getirilmiştir. Bunlardan birisi de Kızılay'dır. 1868 yılında "Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti" adıyla kurulan Kızılay, 1877'de "Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti", 1923'de "Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti", 1935'te "Türkiye Kızılay Cemiyeti" ve 1947'de "Türkiye Kızılay Derneği" adını almıştır. Kuruluşa "KIZILAY" adını Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk vermiştir. Çocukluğumuzun ilkokul yıllarında kollarımıza taktığımız "Kızılay Kolu Başkanı" bantlarıyla hep onur duyardık. Sarı Kızılay zarflarının içine harçlıklarımızı koyduğumuz o güzel günleri düşündüm. Kızılay onurlu bir yardım kurumu olarak hep yüreğimizde yaşardı. Resim derslerinde Kızılay ile ilgili resimler yapardık. Ama deprem sürecinde bambaşka bir Kızılay karşımıza çıktı. Yardım kurumu işlevini kaybetmiş, özelleştirilmiş, holdinge dönüştürülmüş, çadır, kan, konserve, bağışlanan kullanılmış giysileri satan, iktidarın arka bahçesine, arpalığına döndürülmüş bir Kızılay. Kamusal duyarlılığını kaybeden Kızılay görüntüleri ortaya çıkınca ülkenin vicdanı bir kez daha kanadı. Zaman zaman Cumhuriyet, Mustafa Kemal övgüsü yapan iktidarın küçük ortağının başkanı bu yapılardaki dinci örgütlenmeyi, liyakatsızlığı, kurumun işlevinin yitirilmesine yönelik tek bir laf etmemesi de bir not olarak karşımızda duruyor. Tüm bu süreçler din soslu neo liberal politikalarla ülkenin hiçbir sorunun çözülemeyeceğini ortaya çıkarmıştır. Neo liberal politikalarda "insan yoktur", para ve kar anlayışı egemendir. O nedenle sağlık hakkının, eğitim hakkının özelleştirilmesine yıllarca hep karşı çıktık.
ALTILI MASA VE TOPLUMUN UMUDU
Ülkeyi yirmi yıldır yöneten siyasal iktidarın yarattığı tahribatı önlemek, parlamenter sisteme geçmek, demokratik hukuk devletini yeniden yaratmak adına yan yana gelen altı siyasal parti aday belirlemek için bugün toplanıyor. Ülkenin ve halkın tek umudu bu beraberliktedir. Ülkenin içindeki çok ağır koşullar yaşanırken bu süreçteki tartışmaları aşarak bir an önce aday belirlenmelidir. Devleti iyi tanıyan, bu ucube sistemden parlamenter sisteme geçişi sağlayabilecek, ülkenin tüm kesimlerinden oy alabilecek, altılı masanın hazırladığı yol haritasını uygulayabilecek demokrat bir isim ortaya çıkarılmalıdır. Sayın Mansur Yavaş, başarılı, dürüst bir belediye başkanıdır. Ama ülkedeki yönetim değişimi sağlayacak bir vizyon ve ülkenin tüm kesimlerinden oy alabilecek potansiyeli anlamında soru işaretleri vardır. O nedenle kişisel olarak adayın altılı masadan çıkmasının ve bu adayın da Kılıçdaroğlu'nun olması en doğru seçim olacağı görüşündeyim. Kılıçdaroğlu, eleştirdiğimiz bazı politik hatalarına rağmen, kendi duyarlılığıyla, toplumun duyarlılığı ve beklentilerini sentezleyerek sürecin aşılmasında, halkın sesi olma anlamında toplumdan gerekli desteği alacağına inanıyorum. Kılıçdaroğlu'nun aday gösterilmemesi durumunda CHP'de ciddi kırılmalar olacağını, motivasyonunu kaybedeceğini düşünüyorum. Dilerim ki Altılı Masa beraberliğini koruyarak, toplum dinamiklerini dikkate alarak tarihsel işlevini yerine getirmelidir.
Tüm bu acıları dayanışarak, empati yaparak, acıları paylaşarak, akıl ve bilimle, ortak akılla, demokratik-hukuk devletinin ilkeleriyle aşacağız. Ülkemizde eğitim, sağlık, barınma, çevre, yaşam hakkını öne çıkaran insan merkezli politikalarla, depremlere karşı "depreme dirençli kentler" oluşturarak, doğa ve çevre duyarlılıklarımızı öne çıkararak aşacağız. Yazıyı Hasan Hüseyin'in dizeleriyle sonlandıralım "Dostum, dostum, güzel dostum!/Bu ne beter çizgidir bu!/ Bu ne çıldırtan denge! /Yaprak döker bir yanımız /Bir yanımız bahar bahçe"