DOĞAYI BERBER PAYLAŞTIĞIMIZ CANLILARA DAİR.
Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ
"Neden kedi seven/Bir insan/Olduğumu/Biliyorum da/Kedisiz ve sevgisiz/
Getiriyorum/Yaşadığım günlerin/Yaprak döken sonunu?" Metin ALTIOK
İki aydır salgın dönemini Özdere'de geçiriyorum. Zaman zaman ormanda ve deniz kenarında her tür salgın önlemini alarak yürümeye çalışıyorum. Bahçeye diktiğim sebze fideleri ve çiçeklerle ilgilenerek, haber programlarını izleyerek, öğrencilerimle yazışarak ve onlara ders notları göndererek, internet ortamında film izleyerek ve zaman zaman uygun bir akışkanla "batsın bu dünya" müziğiyle coşku ve umutsuzluk arasında salınıp gidiyoruz. Televizyonlarda ülkeyi yönetenlerin kullandıkları "ayrıştırıcı, ötekileştirici" dil, TV ekranlarına yansıyan yandaş habercilik artık çok rahatsız ediyor, mutsuzluk üretiyor. Bu haftaki yazımda ülke gündemini değil kendi hayatımdaki güzellikleri yazmak istedim. Tüm bu gergin ve rutin hayat arasında hayatıma renk katan üç güzel kedimiz; "Çita, Efe ve Leyla" onların öykülerini paylaşmak istiyorum.
Çocukluğumdaki yaşamımızda doğayı beraber paylaştığım canlılarla ilgili ne var diye düşündüm bu satırları yazarken. Ninelerimin yaylaları ve çok sevimli eşekleri vardı. Yaklaşık on kilometre uzaktaki bu yerlere eşeklerle, katırlarla gidilirdi. Çok sevimli, dost eşeklerin semerlerinin arkasına oturarak yaptığımız çocukluğumun o çok sevimli yayla yolculuklarını anımsadım. Başka ne var diye düşündüm aklıma kuzularımız aklıma geldi. Kurban bayramından yaklaşık on gün önce sevgili babam eve bir kuzu alırdı. Anacığım onu kırmızılara boyardı. Çocukluğum boyunca alınan tüm kuzuların adı "Karagöz" olurdu. Anacığım her sabah onların yiyeceklerini verirken onlarla adeta konuşurdu. Onlar artık ailenin bir ferdi olurdu ve hepimiz onlara yiyecek vermek için adeta yarışırdık. Evin damına gider onları severdik. Tüm bunlardan sonra Kurban Bayramı günü onlarla vedalaşmak çok ağır gelirdi bizlere.
Aradan yıllar geçti, kent yaşamı, apartman dairesi ve yaşamın koşuşturmalarıyla geçen yıllar. Yaşamın içinde çok sevdiğim arkadaşlarımın kedileriyle tanıştım. Capon, Çapul, Gıcır gibi çok güzel adları vardı onların. Onları önce yadırgadım, onlara dökülen tüylerinin zarar verip vermediğini sordum durdum. İlk başlarda uzak durdum onlara. Yaklaşık altı yıl önce kızım Pınar Ankara'da, bir veterinerden adı Çita olan henüz üç aylık dişi bir kedi alır evine. Bir süre sonra da Çita ile birlikte İzmir'e gelirler. Çita'yı çok sevdik ve kızımdan onu aldık. Çıta cin gibi, biraz agresif ama çok sevimli bir tekirdi. O artık evin bir bireyiydi. Ona en iyi mama alıp, kumunun temizlemek işi de bana düşmüştü. Eve bir renk katmıştı. Bir gün balkon penceresinden üç metre aşağıya düşmüş, onu yerde topallayarak buluşumda duyduğum sevinci ifade edemem. İki ay boyunca topallayan Çita'yı veterinerin önerisiyle bir kötülük yaptık ve onu kısırlaştırdık. O dönemdeki acısını hiç unutamam. Sevgili kızım Pınar Çıta'yı bize verince aynı veterinerden erkek sarman ve Süleyman adını verdiği bir yeni kedicik ve bir süre sonra da yine tekir cinsinde Leyla adını verdiği kedicikler alır.
Pınar yaklaşık üç yıl önce doktora sonrası araştırmaları yapmak üzere yurt dışına gitmek durumundadır. Rica eder, "kedilerimi bakar mısınız" der bizlere. Yapacak bir şey yoktu "Bakarız kızım dedik". Birden evimizde kedi sayısı üçe çıkmıştı. Süleyman içine kapalı, çok uysal bir kediydi. Leyla ise ufacık, sevimli, hareketli bir yapısı vardı. Çita onları kıskanıyordu ve zaman zaman onlara mobing uyguluyordu. Hepsi ayrı bir kişilik yapısındaydı, tıpkı insanlar gibi. Her akşam okul dönüşümde kapıda beklerdi, hep beraber televizyon izlerdik.
Yaklaşık dört yıl öncesi haziran ayında sonrası çalıştığım fakültenin mezuniyet töreni vardı. Tören saat 21.00' deydi. Bölümdeki sevgili arkadaşım Muhittin Aygün ile Saat 18.00'de Kaynaklar civarında bir restoranda "ne olacak bu memleketin hali " başlığı ile sohbet ettiğimiz iki saatlik bir yemekteydik. Bir süre sonra yaklaşık bir aylık sarmal Süleyman'a benzeyen zayıf bir kedicik geldi kucağıma oturdu ve uyudu. Sevgili Muhittin "Hocam bu kediyi artık sizin eve götürmeniz farz oldu " dedi. Ben de çok sevmiştim. Restoran sahibinden götürebilme iznini çok kolay alarak mukavva bir kutu içinde fakülteye mezuniyet törenine geldik. Hava alması için arabanın camlarını indirdim ve mezuniyet törenine katıldım ama aklım kedicikteydi. İki saat sonra arabaya geldiğimde arka koltuk üzerinde harikalar yarattığını gördüm ve eve gitmek üzere yola koyuldum. Kedi korkmuştu, geldi bana sarılarak eve ulaştık. Önce bir banyo ve arkadaşlarıyla tanışarak ve "Efe" adıyla aileye katılmıştı. Efe, çok barışık evin her yanında yer alabilen, gelip kucağınızda uyuyan, çalışırken bilgisayarımın yanında oturan sakin bir kedi. Evdeki dört kedi arasında fraksiyonlar oluşmuştu, bir tarafta Çita ve Efe, diğer tarafta Leyla ve Süleyman.İnsanların yaşadığı tüm ilişkileri yaşıyorlardı adeta.
Bir süre sonra Süleyman'la ilgili acı bir süreç yaşadık. Eve temizliğe gelen temizlikçi arkadaş pencerelerin sinekliğini iyi takamamış. Eve geldiğimde Süleyman yoktu.Üç gün boyunca mahallenin her tarafını Süleyman'ın fotoğraflarını astık, aradık durduk. Üçüncü gün evin girişindeki su deposunda onu çok bitkin halde bulduğumuzda duyduğumuz sevinci ifade edemem. Eve getirdiğimizde, su, mama, temizlik ve uykudaydı. İlginçtir ailenin diğer üç kedisi Çita, Leyla ve Efe onun yanı başında uyuyarak ona "hoş geldin" dediler adeta. Birkaç gün sonrası Çita mobingi ve Süleyman'ın saklanma süreçleri devam etti. Bir akşam eve geldiğimde Süleyman garip sesler çıkarıyordu, şüphelendik, hastaydı. O akşam kedisi olan tüm arkadaşlarımı aramış ama ulaşamamıştım. Veterineri zorlayarak gece saat 23.00'te muayenesini açtırdık. Veteriner sorunu bulamadı ve sevgili Süleyman orada yaşama gözlerini yumdu. Acım büyüktü. Anladım ki veterinerlerin çoğunun, aşı yapmak, mama satmak dışında kedi hastalıkları ile ilgili deneyimleri zayıftı. Süleyman'ın vefatı bizim için travma olmuştu adeta. Beraber yaşadığınız kedilerinizle bütünleşiyorsunuz adeta. Süleymancık, ertesi günü köyde hazin bir törenle toprakla buluştu.
Salgın döneminde iki aydır Efe, Çita ve Leyla ile 24 saati beraber yaşıyoruz. Sabahları onlara mamalarını vermek ve kumlarını temizlemek görevini sevgiyle yapıyorum. Arada da ıslak mama vererek onları ödüllendiriyorum. Bahçeye çıkmayı çok istiyorlar. Bazen yasakları delerek aradan kaçıyorlar. Onları tekrar içeriye sokmak hayli zor, özgür olmak istiyorlar. Zaman zaman onlara faşizm mi uyguluyoruz diye düşünüyorum. Sonra sokak kedilerinin hali aklıma geliyor, bizimkileri selamlıyorum. Doğanın bu güzel canlıları, akşamları geliyorlar yanınızda uyuyorlar, televizyon izlerken gelip kucağınızda uyuyorlar, sizleri patileriyle dokunarak varlıklarını ifade ediyorlar. Onların her tür aşılarını yaptırarak onların sevgi dolu yoldaşlıklarını katkı vermek boynumuzun borcu oluyor. Şair Behçet Necatigil kedileri "Evlerde hapis kediler/Yalnız nedir söyledikleri/Okşarsınız/Bir kenara çekilirler./Kıvrıldıkları köşede/Gene sizde gözleri/Yerinizden kalksanız/Peşinizden gelirler./Sizken tek sahipleri/Kalabalık isterler/Belki hepsi sizin gibi/Yalnız kediler." dizeleriyle şiire taşır.
Kedilerle ilgili ön yargılarımı aşmama katkı veren çok güzel dostlarıma, kedilerini bize armağan eden kızım Pınar'a sonsuz teşekkürlerimle.