OKULLAR AÇILIRKEN

OKULLAR AÇILIRKEN

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

           
"Eylülde gel Eylülde okul yoluna/Konuşmadan yürüyelim gireyim koluna/Görenler dönmüş hem de mutlu diyecekler/Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi/Yaprak dökecekler"

            6 Eylül 2021 tarihinde Özdere'de yazlıktayım. Sabah gazete almaya giderken okulun önünden geçtim. Ortalık cıvıl cıvıldı. Veliler okulun kapısında heyecanla beklerken öğrenciler maskeleriyle, biraz da tedirginlikleriyle okula adım atıyorlardı. 17 Eylül 1962 tarihinde Kavaklıdere İlkokulunda hayatımın ilk devrimi olan birinci sınıfa başladığım o güzel günü, okul müdürü sevgili babamı hatırladım. Birden bire gençlik dönemlerimizde dilimizden düşmeyen Alpay'ın seslendirdiği  sözleri yukarıdaki gibi olan "Okul Yolunda"  şarkısı aklıma geldi. Şarkıyı mırıldanırken okulun karşısında yoğun  duygularla okulu, öğrencileri, öğretmenleri, velileri izledim sevgi ve heyecanla.

            Türkiye'de okullar  bir buçuk yıl aradan sonra, yaklaşık 18 milyon öğrenci, bir milyon öğretmenle,  yüz yüze eğitimle ve salgının yarattığı endişelerle  yeni öğretim yılına merhaba dediler. Günde yaklaşık 250 yurttaşımızı kaybettiğimiz,  317 bin öğretmenin aşı olmadığı Eylül-2021  koşullarında okullarımız için milli eğitim bakanlığının her tür önlemi aldığına ilişkin medyaya yansıyan yaygın kaygılar var.  Ailelerin ve eğitimle ilgili paydaşların görüşlerinin değerlendirilmediği  tek sesli   ülke ikliminde iktidarın yüz yüze eğitimle ilgili aldığı önlemler  toplumun çoğunluğu tarafından endişeyle karşılanıyor. Yeni Milli Eğitim Bakanının eğitimle ne denli ilgili olduğuna ilişkin değerlendirmeler, tutuk tavrı, bakanlığın hantal yapısı ve liyakata dayanmayan tarikatlara-cemaatlara  dayalı akıl ve bilim dışı  kadrolaşma bu endişeleri daha da arttırıyor. Milli Eğitim Bakanlığınca yüz yüze eğitim ödeneği olarak okullara toplam  650 milyon TL gönderileceği açıklaması, bu işe ne kadar ciddi baktıklarının küçük bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca Mart-2020 ile Eylül 2021 arasında  Meksika, Polonya ve  Türkiye, "Okullarını en az açık tutan ülkeler" olmuşlardı. Bu durum, aynı zamanda ülkelerin eğitime bakışları ve  öncelikleriyle ilgili  önemli bir veri olarak da  karşımızda duruyor.

            Dünyaki salgın  deneyimleri, aşının virüse karşı mücadeledeki en önemli silah olduğunu,  yüz yüze eğitimin  okul koşullarında gerekli önlemlerin alınması ve toplumsal bağışıklığı sağlayan yeterli aşılanmanın yaratılmasıyla  gerçekleşeceğini öngörüyor. Bu kadar bulaşıcı bir virüse karşı toplumsal bağışıklığın sağlanması için nüfusun %80'in üzerinde aşılama olunması gerektiği bilimsel çalışmalarda vurgulanıyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre  Türkiye'deki tam aşılanma oranı henüz %50 civarında. "Aşı karşıtlığı" toplumsal bağışıklığın kazanılmasında en büyük engel.  Dünyada ve Türkiye'de daha çok tarikat-cemaat çevrelerinin, bilim karşıtlarının aynı zamanda aşı karşıtı olduklarını biliyoruz.  Bazı küçük gruplar da  aşı olayını Dünyada 4.5 milyon insanın ölümüne rağmen "emperyalizmin bir oyunu" (!)   olarak görmektedir. Ülkenin muhalefet eden, itiraz eden kesimlerine karşı oldukça sert ve hoyrat ifadeler kullanan  iktidarın aşı olmayan öğretmenlere karşı olağanüstü hoş görünme çabası içinde olmasının bu nedenle olduğu açıktır. Temel çözüm virüsün yayılmasına engel olmaktan geçiyor. Virüs taşıma potansiyeli yüksek olan aşı karşıtlarına karşı ciddi bir mücadele yoluna girmeden yüz yüze eğitimin sürdürülmesi  önümüzdeki günlerde çok zorlaşacaktır. Okullar mutlaka açık olmalı, siyasal iktidar ülkenin tüm çocuklarının eğitim hakkını gerçekleştirmesi için tüm önlemleri almalıdır.  

             

            Salgının ilk dönemlerinde uluslararası kuruluşlar, ulusal eğitim örgütleri okulların açılmasının öncelikli politikalar olması gerektiğini vurgulamışlardı.  Okulların kapalı kalmasının çocuklar üzerindeki maliyeti oldukça  yüksektir. Bu dönemde mevcut  eşitsizlikler pandemi nedeniyle daha da artmış, öğrencilerin üçte ikisi çevrimiçi eğitime katılamamışlardır. Öğrencilerin  bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak gelişimlerini sağlıklı bir şekilde sağlamak için okullarda akranları ile birlikte olmasından geçmektedir. Sınıfta, bahçede, okul yolundaki bu etkileşimler sosyalleşme adına çok önemlidir.  Geçtiğimiz bir buçuk yıl içerisinde çevrimiçi dersler daha çok bilişsel kazanımlara öne çıkarırken , yüz yüze eğitime başlanılan bu dönemde daha çok sosyal öğrenmenin etkin kılınması zorunluluğu vardır.  Öğrencilerin okuldan uzak kaldıkları dönemde akranlarıyla sosyalleşme ile ilgili eksiklikleri olduğu çok açıktır.  Öğrenme kaybı bir biçimde telafi edilebilirken sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarına yönelik kayıpların telafisini yapmak oldukça  zordur. Salgın döneminde varsıl aileler çocuklarına hem bilişim olanakları, özel öğretmenler, özel okullar sunarken bu olanaklardan yararlanamayan milyonlarca öğrencimiz-çocuğumuz olmuştur. Eğitimin, sağlığın evrensel bir  insan  hakkı olduğu gerçeğini ülkeyi yönetenler içselleştirememişler ve bu dönemde  daha çok ekonomi merkezli tercihleri nedeniyle sınıfta kalmışlardır. Yüz yüze eğitime geçilen bu günlerde bu eşitsizliklerin  iş üretmeyen içi boş söylemlerle, süreci idare eden yaklaşımlarla sürdürülmesi olanaksızdır, ülkenin ve çocukların geleceği adına mevcut koşullar  sürdürülebilir bir durum değildir.

            Yüz yüze eğitime geçerken yaşadığımız veya yaşayacağız sorunlar ülkenin temel eğitim sorunlarından bağımsız değildir. Özellikle son aylarda  yaşadığımız, salgın, müsülaj, orman yangınları, sel felaketlerinin altında doğanın dengesinin değişimi ve küresel iklim krizi yatmaktadır. Kapitalizmin doğayı tahrip eden para kazanma hırsı bu felaketlerin temel nedenidir.  Ülkemizde ise akıl ve bilimden uzaklaşan eğitim sistemi, kamudaki liyakatsız kadrolaşma bu felaketlerin sonuçlarını daha da ağırlaştırmaktadır.  Ne yapmalı diye sorduğumuzda ilk yanıt  ileri bilimsel altyapı için laik-demokratik bilimsel eğitimi temel alarak  ilk ve ortaöğrenim  sistemini yeniden inşa etmek gerekiyor. Buna ilaveten üniversiteyi tekrar özgün yapısına kavuşturmak için evrensel özerk ve demokratik üniversite gerçeğini hayata geçirmek, üniversiteyi her tür erkten bağımsız kılacak bir zemine oturtmak gerekiyor. Yani demokratik bir ülke iklimine gereksinim vardır.

            Sonuç olarak ülkenin önünü açmak için ülkenin özgün kazanımı Köy Enstitüleri kazanımlarını, yeni insan, yeni sosyolojiyi  irdeleyerek  eğitim reformu çalışmaları içinde olmak,  bu konuda yoğunlaşmak güncel bir görev olarak karşımızda duruyor. Tüm öğrenci ve öğretmenlerimize akıl ve bilimin ışığında sağlıklı, başarılı bir öğretim yılı diliyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI