SALGININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ VE ÖĞRETTİKLERİ

SALGININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ VE ÖĞRETTİKLERİ

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

"Ne geçmiş tükendi/Ne yarınlar/Hayat yeniler bizleri/Geçse de yolumuz bozkırlardan/Denizlere çıkar sokaklar" Murathan MUNGAN

Yaklaşık altı haftadır tüm boyutlarıyla hayatlarımızı yoğun  şekilde etkileyen, sınırlandıran bir salgın dönemi yaşıyoruz. Salgın dönemi, "Pandemi, bulaş, sosyal mesafe, mutasyon, entübe" gibi terimleri konuşma dağarcığımıza kattı. Bu satırları yazarken  açıklanan resmi rakamlara  göre tüm dünyada 200 bini aşkın insan, ülkemizde de  üç bini aşan sayıda  yurttaşımız  hayatlarını kaybetti. Bizim kuşakların  ilk kez yaşadığı  ve çok etkilendiğimiz bu süreç mutlaka sorgulanacak, tartışılacak, irdelenecek  ve salgın sonrası yaşadıklarımızdan öğrendiklerimize göre yeni bir hayatın şekillenmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bu salgın döneminde ilk selamı ve teşekkürü Cumhuriyetimizin yetiştirdiği sağlıkçılarımıza. Cumhuriyetin kuruluş dönemi politikalarında, yurttaşlarımız için "eğitim ve sağlık hakkı" gibi evrensel değerlerin büyük bir öngörü ile öne çıkmıştı. 27 Mayıs 1928 tarihinde kurulan Hıfzıssıhha kurumu  ürettiği aşılarla halk sağlığı adına yaptığı katkılar çok değerlidir. Yine 1943 yılında Anadolu'da koruyucu sağlık hizmetlerini yaygınlaştırmak için yedi farklı Köy Enstitüsü bünyesinde açılan "Köy Enstitüsü Sağlık Kolu" mezun ettiği yaklaşık 1600 halk sağlıkçısı ile köylerdeki bulaşıcı hastalıklara karşı savaşımın öncüleri olmuşlardır. Salgında gerilemenin başladığı bu dönemlerde TV ekranlarında ifade edildiği gibi üniversitelerimizin tıp fakültelerindeki eğitim ve yetiştirdiği  hekim  niteliği  de ülkemizde salgınla mücadelede önemli bir kilometre taşı olmuştur. Bu süreçte TV ekranlarına çıkan ve yurtdışı üniversitelerimizde çalışan çok sayıda  yetkin hekimlerimizin varlığı  da Cumhuriyetin akıl ve bilimi temel alan eğitim sisteminin yarattığı insan potansiyelimizin zenginliği anlamında önemliydi.

Salgın döneminde  internet ortamının yarattığı sanal buluşmalarla  arkadaşlarımızla, dostlarımızla  kapitalizmi ve küreselleşmeyi tartışmaya çalıştık. Kapitalizmin insanı, doğayı, çevreyi dışlayan politikalarını sorguladık. Eğitim ve sağlığın piyasalaşması ve yarattığı travmaları  konuştuk. Salgın döneminde küresel iklim değişikliği, sera gazı salınımları, hava kirliliği gibi çevre ve doğayı tehdit eden süreçlerle kapitalizmin sadece kazanmaya yönelik şirket merkezli  politikalarının dayanılmaz çelişkilerini yeniden keşfettik adeta. Uzaya uydu gönderen, az gelişmiş ülkelere milyarca dolara silah satan  AB  ülkelerinde ve ABD'de insanlarını korumak amacıyla en basit  maske, dezenfektan vb. çok basit materyallerin üretilememesi, sağlık sistemlerinin zayıflığı  tam bir ironiydi. Bu anlamda salgını atlattığımızda düşün sistemlerinin merkezine insan ve doğayı almayan tüm siyasal yapıların tasfiye  olacağı çok açıktır. Salgın süreci bu anlamda nasıl bir devlet sorusunu da beyinlerimize  kattı.  Hesap verebilir, açık, şeffaf, çoğulcu,  demokratik bir devlet arayışlarımız daha da yoğunlaşacak.  Salgın döneminde emekleriyle kazanan insanların büyük acılar ve sıkıntılar yaşadıklarını TV ekranlarında her akşam izledik.  ABD'de yoksul zencilerin yaşadıklarını, ülkemizde de PTT kuyruklarında bekleyen insanlarımızın yaşadıklarını yüreklerimizde hissettik.   Bir yandan salgın, bir yandan ekmek kavgası.Türkiye'de   devlet,  bu süreçte sosyal devlet yeteneğini ortaya koyamamıştır.  Büyük şirketlere kamu bütçesinden önemli olanaklar sağlarken emeği ile geçinenlere yönelik katkılar sınırlı kalmıştır.

Önümüzdeki süreçlerde tartışacağımız en önemli başlıklardan biri de "nasıl bir eğitim sistemi ?" sorusunun yanıtlarıdır.  Ülkemizdeki  salgın sürecinde oluşturulan "Bilim Kurulu" akıl ve bilimi önceleyen eğitim sisteminin ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bugün okullarımızda evrim kuramını yasaklayan eğitim sistemi çocuklarımıza dilimizde bundan böyle yer alacak olan "mutasyon" kavramını nasıl öğretecek?  Küresel salgın döneminde yaşadıklarımız laik, bilimsel eğitimin ne denli yaşamsal olduğunu bir kez da ortaya koyduğu açıktır. Salgın nedeni olarak bilim dışı fetvalar ve anlayışlar ortaya koyan çevrelerin görüş ve düşüncelerinin  yaşamda  karşılıkları yoktur. İnsanlarımız sosyal mesafeyi veya güvenlik mesafesi kavramını bir hapşurma anında çıkardığımız ağız damlacıklarının en fazla ne kadar uzağa gidebildiğini, korunmak adına kullanılan sabun ve dezenfektanın virüsü nasıl yok ettiğini   TV ekranlarında öğrenerek bilimsel bilgilere ulaştılar. Bilimsel bilginin önemini yaşayarak öğrendiler. Bundan böyle toplumun tüm kesimlerine nitelikli bilimsel eğitimi vermek  yaşanılan tüm bu süreçlerden sonra kamusal bir zorunluluğa dönüşmektedir. Tüm bu süreçler bize bu yıl 80. Kuruluş yıldönümlerini kutladığımız bilimsel bilgiyi yaparak, yaşayarak öğrenmeyi temel alan  Köy Enstitüleri eğitim sisteminin insan, sanat, demokrasi ve çevre  merkezli eğitim sisteminin ne denli  önemli olduğunu göstermesi anlamında öğretici olmuştur.

Salgın döneminde  birey olarak alışkanlarımızı, düşünme biçimimizi, tutum ve davranışlarımızı  adeta değişime zorlayarak  sevdiklerimizden uzak kalma pahasına  ve  gelecek güzel günler adına  var olmaya çalıştık.  Adeta kendimizle yüzleşerek, hesaplaşarak geçmişi ve geleceğimizi düşünmeye çalıştık. Kişisel olarak ve toplum olarak yenilenme ihtiyacımız çok açık. Siyaset kurumu ve özellikle bizleri yönetenlerin  söylemlerinin aksine toplumsal dayanışma  duygusunu içselleştirdik. Kendimizi virüsten  korumanın ailemizi, komşumuzu, arkadaşlarımızı, ülkemizi, insanlığı korumak gibi bir dayanışma zinciri ürettiği düşüncesini içselleştirdik.  Yaratılan bu dayanışma duygusunun önümüzdeki süreçlerde daha eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir toplum yaratma ütopyasına  dönüşmesi en büyük dileğimiz olacaktır.

Salgın döneminde hepimizin olduğu gibi benim de bireysel yaşamımda yeni alışkanlıklar, yeni beceriler ortaya çıktı. Özdere'deki yazlığımda her gün sosyal mesafe ve bulaşa dikkat ederek ormanda düzenli  yürüyüş yapma, alışkanlığım gelişti ve buna bağlı olarak  sigarayla vedalaştım. Orman yürüyüşlerinde çiçek senfonisine dönüşen doğayı izlemek, doğada nefes almak  olağanüstü bir şey.  Evimin  önünde ve arkasındaki küçük bahçeyi çapalayıp domates, biber, patlıcan fide dikimi yaptım. Anacığımın yaptığı gibi arıkların başına reyhan ve fesleğen diktim.  Diktiğim fidelerin, gübrelenmesi, sulanması, çapalanması  ve her sabah onlardaki gelişimleri izlemek  bu dönemde beni mutlu eden bir süreç oldu. Tabi ki okumak, yazmak devam ediyor,   şiir okumaları ve sevdiklerim için şiir denemeleri de hayatıma girdi.  Bu arada "Tanıklıklarla Akçadağ Köy Enstitüsü-İlköğretmen Okulu  Aydınlığı" adlı bir kitap çalışmasını başlattım.  Akçadağlı öğretmenlerime, dostlarıma telefonlarla ulaşarak onlarla söyleşiler yapıyorum, Akçadağ ile ilgili yazılanları okuyorum. Dilerim  sonbaharda  salgın döneminde üretmeye çalıştığım bu kitabı yayımlayarak kültür dünyamıza armağan ederiz.   Bu arada tatlı bir haberi de özlemle bekliyoruz.  Mayısın ilk haftasında Hollanda'da  bu ağır salgın döneminde dünyaya merhaba diyecek olan torunumuzun gelişini de heyecanla  bekliyoruz.

Bu süreçte yaşamın ve evrenin değerini, insanlığın güçlü ve zayıf yanlarını yeniden öğrendik. Şimdi yapılacak olan  Ataol Behramoğlu'nun "yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şeyler var" dizesi ve yazının girişindeki  Murathan Mungan şiirindeki gibi umutları yeşerterek yeniden şekillendirmek. Ne dersiniz?

YAZARIN DİĞER YAZILARI